Parmak bir şeyi işaret ediyorken yalnızca ahmaklar parmağa bakar

Silvan sokaklarında insanlara yaylım ateş açan askerlerin sokaklara yaptığı yazılamalar, harabeye dönmüş bir ilçe, iki ateşin arasında bilinmez bir gelecekteki güzel günleri bekleyen insanlar ve şehri terk edenler.

Beyrut’ta, sivillerin olduğu yerleşkelerde patlatılan bombalar ve katledilen insanlar. 

Paris’te yaşanan trajedi…

Bugün yorumcular, analistler, köşe yazarları türlü teoriler ve olasılıklar üzerinden bir şeyleri tarif etmeye çalışıyorlar. 

Aklıma Fransızların o meşhur sözü geliyor; “Parmak bir şeyi işaret ediyorken parmağa bakan ahmaktır”!

Evet, acılara bakmanız yetmiyor artık. Acıları körükleyenlere sessiz kalmanızdandır bunca yaşanan acı.

Türkiye’ye getirilen Patriot Füzelerine sessiz kalışınız, Şam’da Cuma namazı kılma heveslilerinin ömrünü uzatışınız, muhalefetin iktidara karşı gerici adaylarla yarışıdır bugün ömrümüzden azaltan, canımızı acıtan.

Paris’te yaşanan acıyı, güvenlik zaafı ya da terör eylemi denklemiyle açıklamanız yetmiyor. Ya da “rüzgâr eken fırtına biçer” deyip bir köşeye sıyrılamıyorsunuz. 

IŞİD’e düşman olacaksınız ama öte yandan Ilımlı Müslümanları destekleyeceksiniz, Suriye halkının tercihlerine saygılı olduğunuzu söyleyeceksiniz ama yıllardır direnen Suriye halkını değil de teröristleri “devrimci” diye parlatacaksınız ve bunda hiçbir beis duymayacaksınız öyle mi?

Rüzgâr eken fırtına mı biçiyor bilmiyorum ama ılımlısını eken IŞİD biçiyor orası kesin.

Türkiye’de durum çok mu farklı?

İster “İslami duyarlılıklar” deyin ister Hüda Kaya’lara, Altan Tan’lara sırtınızı dayayın fark etmiyor. Nasıl “ılımlı komünist” kelimesi oksimoron bir hava yaratıyorsa, İslami duyarlılık ya da Ilımlı İslam da aynı yere oturuyor. 

Silvan’da canımız yanmasın mı istiyoruz? O zaman bir yandan müzakere diğer yandan da mücadele deme şansımız yok. 

Beyrut’ta, Şam’da insanlığı boğmaya çalışırken sermayedarlar, gözünüzü kısarak bakamazsınız yaşananlara. Gericilikle, Siyonizm’le Emperyalizmle mücadele etmeden olmuyor bu iş. Ve bu işin birazı, azı, ılımlısı yumuşağı yok.

Ve Paris. Mekân değişse de tablo aynı. Herkes yaşanan acılara ve trajediye bakmaya devam ediyor. Paris’te bunu istiyor IŞİD de. Yetkililerin “çaresizce” IŞİD’ın ise “heyecanla” servis ettiği görüntülerin aynı yere bakması ne tuhaf değil mi? Acı, zulüm, keder. 

Ve buraya kadar…

Korkunun ecele çaresi ölümden de öteye köy yok. Yazmaya bir şey bulamadığım için tekrar ediyorum sanmayın. Ama Suriyeli askerin “Vallahi sizi sileceğiz” iradesidir benim işaret ettiğim. Orada müzakere yok, boyun eğme yok, “ne yapalım ölelim mi?” çaresizliği yok. 

Yarın henüz devreye sokulmamış NATO kartı gündeme geldiğinde Amerikan uçaklarını heyecanla bekleyenler ne diyecek? Memleketin bilmem neresine cami falanca kademesine imam planları yapıldığında ne yapacaksınız?

Artık acılara değil de yapılacaklara bakalım isterseniz. Gericilikle ve sermayeyle kavga etmeden güzel günlerin geldiği falan yok. Sosyalistleri “ertelemecilikle” suçlayanlar, çözümü erkene almak adına her şeyi ertelediler. İyiyi, güzeli, umudu, neşeyi… Çünkü ilk önce kavgayı ötelediler. 

Şair Nihat Behram’ın dizesini anımsamakta fayda var. “Düşmanla temas, teslim almak için değilse, teslim olmak içindir.”

Acılara değil, bu acıyı körükleyenlere ve ayrıca körükleyenleri görmezden gelen o büyük siyasetin sevdalılarına bakalım. Bakalım ki bitirelim işini kötünün, caninin ve para babalarının. 

Gericilikle mücadele bizim işimiz. 

Ya da anlayacakları dilde: şükür ki komünistlerin ılımlısı olmuyor.  Olmayacak.


*Kurd, Kurdi, Kurdistan yazısından bu yana burada yazmaya, anlatmaya ve anlamaya çalıştığım 52. yazı. Bir yıldır sabırla takip eden, destek olan ve öneri sunan herkese teşekkür ederim.