Modern Zamanlarda Koruculuk: Bijî Hizbullah

Hadi polisler simit satıp onurlu yaşamayı tercih ettiler diyelim, korucular ne yapacak?

Dünyanın en aşağılık işlerinden biri değil midir koruculuk? Kendi canından, kanından, köyünden, işinden, mesleğinden olanı alıp da düşmana teslim etmek elinle.

Dünyanın pek çok yerinden benzer işleyişler mevcut. Özellikle de Ortadoğu’da bu durum bariz görünürlük kazanıyor kendine has biçimleriyle. Fakat bizim Kürtlerde dünden bugüne epey farklı biçimlerle süregelen bir tarihi var “koruculuğun”… Her birinin ayrı ismi ve üslubu olmakla birlikte en çok akılda kalanı 90’lardaki savaşın göbeğinde icat edilmiş bir araçtı koruculuk.

Elbette kimsenin şapkadan çıkardığı bir şey değildi bu. Eskilere gitmekte fayda var anlamak için. Osmanlı’da devletle iş birliği yapıp isyanları bastıran Kürt aşiretleri, Hamidiye Alayları’nda Şeyhülislam için kılıç sallayan Kürtleri, 1925’teki devlete bağlı Kürt milislerini unutmak olur mu?

Birçoğunun 1925 yılında Şark Islahat Planlarıyla temelleri atılmış olan 1990’lı yılların berbat figürlerinden biri olarak korucular… Eğer bir gün korucular “bizim de anlı şanlı bir ihanet tarihimiz var” derlerse bu örneklerden bir tarihsel inşa da yaratabilirler.

Üç beş örnekten ibaret değil durum. Öyle ki kendine Kürt edebiyatında “keklikler” olarak yer edinmiş mesele. Keklik de öyle değil midir? Bir kekliği yakalamanın en iyi yolu tutsak kıldığınız bir başka kekliğin ötüşü ile onu ayağınıza getirmektir. Ancak o şekilde daha rahat yakalayabilirsiniz kekliği. Ancak keklik de onurlu hayvan sonuçta. Eğer onun aracılığı ile ayağınıza getirdiğiniz kekliği avlayamaz da yaralı olarak kaçırırsanız elinizden, kafesteki keklik bir daha asla ötmez. “Utanır da ötmez olur artık” der eskiler.

1990’lı yıllarda, pejmürde kıyafetleri ile sadece sözlerinin geçtiği bölgelerdeki sokaklarda utanmadan gezebilen ve binlerce insanın ölümüne sebep olan korucular. Onlara sorsanız mecburlardı da ekmek parasıydı, yokluktu yoksulluktu. Geçiniz efendim! Namerde diz çökmenin izahı yoktur. Hayyam’ın dediği gibi “Girme şu alçakların hizmetine, Konma sinek gibi pislik üstüne. İki günde bir somun ye, ne olur! Yüreğinin kanını iç de boyun eğme”…

Tamam, hadi polis simit satsındı onurlu yaşasındı. Peki, korucular ne yapacak?

Onca şeyin modernleştiği ve yeni formlar kazandığı bir dünyada koruculuğun da aynı şekilde kalacak hali yoktu ya. Nasıl ki artık AVM’lerde, parklarda bahçelerde, şık restoranların veya nezih mekânların ya da güvenliği ile övünen sitelerin, apartmanların önünde Özel Timler beklemiyorsa, korucuların da kaldığı yerden devam edecek olması beklenemezdi. Düşünsenize, yemeğinizi yediğiniz mekânda özel güvenlik yerine, üniformasıyla beraber elinde M-16 silahı başınızda birinin dikildiğini.

Günlük hayatta özel timlerin ya da polislerin yerini özel güvenliklerle kamufle edilen bir güvenlik algısı yaratıldı gidiyor. Bu elbette birinin diğerini ekarte ettiği ya da ortadan kaldırdığı bir durum değil. Fakat yeni biçimler kazanarak yoluna devam ettiği de açık

Peki ya Kürdistan’da durum nedir?

Çok açık değil mi? Aylardır yaşanan ölümlerin ardından ne korucuların adı geçiyor ne de polislerin. Kimse ateşe eliyle uzanmıyor. Devletin maşası biçim değiştirmiş. Hüda-Par kimseye iş bırakmıyor sağ olsun!

6-7 Ekim Kobanê eylemlerinde katledilen insanlarımızın yarısından fazlasının üzerinde “resmi mermi” mevcut değildi. Ya da başka bir deyişle öldürülenlerin çoğunun üzerinden çıkan kurşun kolluk kuvvetlerine ait değildi.

Cizre’de katledilen çocuklarda da durum çok farklı değil. AKP öldürülenlerin üzerinden polis kurşunu çıkmadığı müddetçe problem görmüyor.

Kurşunu adres bilmek, katliamı sonuç görmek kolay… Peki ya meselenin siyasal boyutu?

Dün Diyarbakır’da yüz binden fazla insanın katıldığı, Hüda-Par ve diğer İslamcı Kürt örgütlerinin başını çektiği bir miting yapıldı. Mitinde damgasını vuran iki şeyden ilki siyasal İslam’ın gün geçtikçe yükseldiği gerçeğiyse diğeri de meydanda atılan Bıjî Hizbullah (Yaşasın Hizbullah) sloganlarıydı.

Gericilik ya da şeriat deyince akla sadece IŞİD’in geldiği bir dönemde bunlar hiç problem değil öyle mi?

1990’lı yılların korucu mantığı bugün Hizbulkontra ve onun siyasal uzantısı ile devam ediyor. Son dönemde sürekli gündemde olan barış sürecinin çıktısıdır sivil görünümlü “korucular”. Artık ellerinde silahları ile gezmeyen ama yeri geldiğinde de elden silahı bırakmayan modern zamanlar korucularımız var. Her yeni cinayette dizimize vuralım diye. Hayırlı uğurlu olsun! 

HDP’nin ise bu gericilik ve karanlıkla nasıl baş edeceğine dair aldığı kararlar belli: Eski AKP’li siyasetçileri aday göstererek seçimlerde elini güçlendirmek.

Kimleri aday gösterecekleri konusunda ne kadar ileri gideceklerini sanırım Davutoğlu’nun bugünkü Diyarbakır İl kongresi belirleyecek.

Göreceğiz bakalım, Kürdistan İslam Konferansına katılanlar arasında kaçı Hüda-Par kaçı HDP saflarında aday gösterilecek.

Bizim sözümüz ise net. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde soL dergisinin manşeti hala geçerlidir. Kötünün iyisi kötüdür!