Kürt aydınlanmacılığı yeniden

 

Kürt aydınlanma tarihini kısaca dört dönemde toplayabiliriz. 

İlki Osmanlının çöküş yıllarında, Osmanlıyı kurtarma fikriyatı ile bir araya gelen Osmanlı aydınlarının bir kısmını oluşturan Kürtlerin, zamanla ulusal hassasiyetler de geliştirerek Avrupa’daki ulusal hareketleri takip etmesiyle başlar. İlk basın yayın faaliyetleri, dernekler ve dergi örgütlemesi ile uluslararası alanda temsiliyet çabası bu döneme denk düşer. Yekten bağımsızlıkçı olduğunu söylemek güç olsa da 1930’lara kadar süren bu dönem Kürt halkının en görkemli isyanlarına tanık olmuştur.

Kürtlerin en önemli isyanlarından biri olan Cizre’de cereyan eden Botan Miri Bedirxan isyanında Kürt tarihindeki bir ilke imza atılır (1842). Bu dönemde, tarihte bir ilk olarak Kürt gençleri Avrupa’ya gönderilerek o döneme ait Batı’daki son gelişmeleri Kürdistan’a taşımak için görevlendirilirler. Fakat ne yazık ki elimizde henüz, gönderilen gençlerin akıbetine dair herhangi bir veri mevcut değil. Aynı Mir’in çocukları ve torunları ise Kürt aydınlanma tarihinin hala ışık saçmaya devam eden meşaleleridir. İlk Kürt gazetesi olan Kurdistan’ı çıkaran Miktat Bedirxan, Kürtçenin Latin harflerine geçişine öncülük eden Celadet Alî Bedirxan Kürt aydınlanma tarihinde başa yazılacaklar arasında yer alır. Bu dönemde bu yayınlara emek harcayan pek çok Kürt aydını yine bu bahsin konusudur.

İkinci dönem şüphesiz kendisinden sonra gelen tüm süreçleri etkileyen SSCB deneyimi ve dönemidir. Osmanlı-Rus savaşlarında bazen esir kılınarak, bazen göç etmeye zorlanarak, bununla beraber pek çoğu da 1915’i hazırlayan süreçte gayrimüslim tüm halklarla aynı kaderi paylaşan Ezîdi Kürtlerin göçlerinin çıktısıdır. 

1917 Ekim devrimine omuz veren halklardan biridir Kürtler. Bugünkü Ermenistan ve Gürcistan topraklarında yaşayan Kürtler gerek Bolşevik devrimin kendisinde gerekse Kürt halkının Rönesans’ı sayılan dönemde yoğun emek vermiş kişilerdir. Sovyetler Birliğinde yaşan pek çok Kürt aydını, yazarı ve sanatçısının göğsünde şerefle taşıdığı madalyaların pek çoğu bu katkılarından dolayı verilmiştir onlara. Kürt tarihin ilk sinema filmi, ilk romanı, en uzun soluklu gazetesi, tiyatro gösterimleri, radyo yayınları, yabancı klasiklere teması bu döneme denk düşer. Küçümsemek ya da görmezden gelmek mümkün mü? Gorki’nin “Kürtler Erebê Şemo’nun diliyle konuşur” dediği bir halk ilk kez eline aldığı romanda Bolşevizmle tanışan Kürt bir çobanın hikâyesini okurlar. Geleneğinde Şivana Kurmanca olan bir yazın tarihine bakınca Mehmed Uzun’un Kürt aydınlanma tarihindeki yeri daha anlaşılır oluyor.

Üçünü dönemi, tüm dünyada 2. Dünya Savaşının ardına denk düşen süreçte yükselen sosyalist algı ve hegemonyadan ayrı tutmak yanlış olur. Türkiye’de 1960’lı yıllar ile birlikte büyük kentlere üniversitede okumaya gelen Kürt yurtseverleri burada Marksistlerle temas kurar ve Marksist siyaset ile folklorik değerlini buluşturma çabasına girer. DDKD, KUK, Kawa, Rızgari,  49’lar, TİP’te örgütlenen Kürt gençleri Kürt sorununa Marksist bir perspektif ile bakmaya gayret göstermiş ve ulusal mücadeleyi işçi sınıfının mücadelesi ile birlikte birleştirmeye çalışmışlardır. Bu dönem yine yayıncılık faaliyetleri ile batılı Kürdologların ve Sovyet Kürdologlarının çalışmaları Kürtlerin anladığı-okuduğu dillere çevrilmiştir.

Son dönem 1970’li yıllardan sonra, köy baskınlardan, cezaevlerindeki baskılardan, yasaklamalardan ve sürgünlerden, katliamlardan dolayı Avrupa’ya göç eden Kürt aydınlarını kapsar. Kısaca Diaspora Kürtleri olarak adlandıracağımız bu toplam en önemli üretimleri yapan Stockholm ile Paris Kürt enstitüleri deneyimlerinin mimarlarıdır. Kürt tarihinin ve kültürünün en nitelikli külliyatı burada bir araya getirilerek yok olmaktan kurtarılmıştır. 

Bugün içinden geçtiğimiz süreçte Kürt aydınlanmacılığı kendi kaderine bırakılamayacak bir birikime ve olgunluğa erişmiştir. İşte tam da bu nedenden dolayı aydınlanma düşmanları tarafından Kürt halkının hafızasından silinmek istenmektedir bu birikim.

Bunca birikime tanık olan bir tarih, gericiliğe ve karanlığa sürüklenmek istenmektedir. Bu toprakların komünistlerine düşen ise Kürt aydınlanmasının mücadelesini yükseltip işçi sınıfı mücadelesi ile bağının sürekliliğinin sağlamaktır. Bu birikim mevcuttur.

Bizlere düşen Mikdat Bedirxan’dan Celadet’e, Cegerxwîn’den Sovyet Kürtlerine, Apê Musa’lardan Mehmed Uzun’a bir sürekliliği ve sıçramayı, cesur araçlarla, anadilimizde inşa etmektir.

Zor olmadığı gibi kolay da değil elbette. Bir süreç gerektirdiği çok açık… Fakat bu sürecin, AKP iktidarıyla yürütülen süreçlerden daha kıymetli ve kalıcı olduğu da açıktır.