Gitti siyah İngilizler geldi yeşil İngilizler

Ken Loach tarafından beyaz perdeye aktarılan İrlanda İç Savaşını anlatan Özgürlük Rüzgârı filminin bir sahnesi çok kritiktir. Filmin o sahnesinde, ülkeyi terk eden İngiliz askerlerinin ardından yürüyen İrlandalı direnişçilerin altına imza attıkları metinde ülkenin bayrağı dışında değişen herhangi bir şey yoktur. Esasında sömürü kaldığı yerden devam edecektir, İrlanda İngiltere’nin ekonomik programlarına uyacaktır. İşçi sınıfının ekonomik ve kültürel hakları için herhangi bir ilerleme yoktur. Demir yolu işçisi olan kahramanımız İngiliz askerlerinin arkasından yürüyen yeni İrlanda askerlerinin yürüyüşüne bakar ve aklına anlaşma metnini de getirerek filmin o unutulmaz cümlesini kurar: “Gitti Siyah İngilizler, Geldi Yeşil İngilizler”. Mesajı nettir. O güne değin savaşan kimse altına imza atılan metin için can vermemişti.

Dün PKK’nin silah bırakması için yapılan çağrının arından ana akım medya tam boy “şimdi barış zamanı” mesajları geçiyordu. Düne kadar Kürt halkının acılarını görmezden gelen ve “yahu bu Kürtler neden çift çanak anten kullanıyorlar?” sorusuna neden olan şeyin kendisi Gezi olaylarında da kendisi gösteren penguen medyasıydı. Şimdi her biri barış elçisi olmuş.  Pervanelere dönmüş her biri. Ne yana döneceklerini şaşırmış durumdalar.

Şaşkınlığın diğer tarafında da PKK’ye yapılan çağrıyı değerlendiren siyasiler yer aldı. Şaşırılacak bir durum yok ortada. “Çözüm süreci” işliyor!

2013 Newroz’unda deklere edilen İslam Kardeşliğinden herhangi bir beis görmeyenler IŞİD’e karşı laisist kesilirken Hüda-Par’ı demokratik çerçevede ele almaya yeteneğine sahiptiler. Aynı yetenek elbette dün yapılan silahsızlanma çağrısına şaşırmayı da becerecektir.

Şimdi herkes “neyin barışı?”  sorusuna “ne yani sen barış istemiyor musun?” sorusuyla cevap vermekte.

“İnsanca yaşamak bu değil” diyene “ne yani yaşamak istemiyor musun?” der gibi.

Yanlış soruların cevabı sizin olsun. Biz doğru soruları sormaya inatla devam edelim.

Daha iki gün önce Cizre kantonun tam karşısında kazılan hendeklerin haberleri aldık. Nusaybin hattında daha önce yapılan duvarlar işlevsiz görülmüş olacak ki yerine hendekler kazılmaya başlanmıştı. Zaten Zaho üzerinden bin bir güçlükle geçemeye çalıştığınız ve ambargo ile karşılaştığınız Cizre Kantonu, Türkiye sınırından da açılan hendekler ile karantinaya alınmıştı. Hendek savaşlarıyla övünen İslamcı bir hükümet ile yapılan barış görüşmelerini duyuran bir boyalı basın!

Düne kadar ülke dışındaki mültecileri teslim etmekle tehdit eden bugün İslamcı örgütlere Suriye’de kucak açan Avrupa’nın barış sevincinin haberleri dolanıyor dört bir yanda. Kürtlere barış, Şerzan Kurt’un katiline tahrik indirimi. Suriye’den gelen İslamcı mültecilere huzur, Rojavlılara kurşun ve biber gazı. Emekçiye tabut kendi evlatlarına ayakkabı kutuları, Ceylan’a Uğur’a ölüm oyunu işçilere sömürü…

Tüm bunları alıp bir barış söylemi çıkarmaya çalışabilirsiniz. Bunun için yetkilerle de donanmış olabilirsiniz. Hiçbir önemi yok. Güçlü değilse onurlu barışın sesi, sahipsiz de değil. Barzanili-Tayyipli buluşmalarda sokağa tek başına çıkma cüretini gösteren Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye ablanın cesareti yeter bize.

Soruyor şimdi yediden yetmişe herkes barış ne zaman diye.

Marks’ın 12 Haziran 1857 yılında kaleme aldığı* İngiltere’nin İran ile yapacağı savaşın zamanına dair sorgulamaları içeren yazısında İngiltere Avam Kamarasındaki Lord Palmerston’un konuya ilişkin cevabı sermayenin karakteristik özelliğini yansıtır. Lord “Barış onaylanır onaylanmaz, meclis savaş konusundaki kanısını açıklayabilir” der.

Dolmabahçe sarayında açıklanan barış deklarasyonunun halk nezdindeki tezahürü şüphesiz daha farklıdır. Ve bu unutmasınlar bu halk sahipsiz değildir. Halkın yüreği saraylarınızdan sıcak ve fakat öfkesi keskindir.


*Marks-Engels: Sömürgecilik Üzerine, Sol Yayınları, 2012, Ankara s. 138