Diyarbakır notları: Mr. Biden ve Xemo dayı

Top sesleriyle uyandık yeni bir güne. 

Diyarbakır’da insanların Sur ’da patlayan top sesleriyle güne başlamaları artık bir rutinin parçası… Savaş kaç gündür devam ediyor, kaç insan göç etti ya da öldürüldü sayılmıyor artık. 

Sabahın erken saatlerinde yanıma gelen bir dayı, “Size doğal gaz faturası kaç para geldi abe” diye sorunca başladı hayat pahalılığı üstüne sohbet. “Zor” diyor Xemo Dayı. Bir kulağımız patlayan top seslerinde. “Kiracı olmadığımız halde masrafımız Bin Lirayı geçiyor nasıl bir pahalılık bu, Sur’da olsak Beş Yüz Lirayı geçmezdi masrafımız” diyor. 

Xemo Dayı’nın kulaklarında patlayan top sesleri ama gündeminde savaş değil hayat pahalılığı var. Farkında o da. Aradaki fiyat farkını kapatmak ve Sur’da kentsel dönüşüme alan açmak için devam ediyor savaş bir yanıyla. 

“Sonunda müzakereye oturacaklar biliyorum” diyor. Ama hesapsızca yapılıyor her şey o da farkında. “90’larda devlet yüzünden göç edenlerin geride kalanları bu sefer yine göç etmek zorunda ama kimdir sebebi artık biz de bilmiyoruz” diyor. 

Yüreksiz biri değil üstelik Xemo Dayı. 6-7 Ekim Kobanê eylemlerinde sokaklardaymış. Hesap sormuş kendince. 

Spesifik bir hikâyeden, anlatıdan ya da olaydan yola çıkarak genel bir kanıya varmak post modern hastalığın bir sonucu. Ama Xemo Dayı spesifik bir örnek değil ne yazık ki. Sur’da savaş devam ederken Ofis’te insanlar spor müsabakaları seyredip hop oturup hop kalkıyor. Gaffar Okan bugünleri görse Diyarbakır Spor için verdiği çabasıyla iftihar ederdi herhalde.

Günlük bir rutinin parçası olarak devam ediyor savaş.

En kötüsü de bu değil midir zaten? Kötülüğün ve zulmün günlük hayatın bir parçası olmasından daha kötü ne olabilir?

Üstelik bu durum sadece Kürtlerin yaşadığı bir travmadan ibaret de değil. Emperyalizmin yaşattığı bu gericilik evresinin en yoğun dönemi yaşıyoruz. 

Aylan Kurdî’nin sahile vuran cansız bedenin ardından denize girmeye devam ediyor insanlar aynı yerde. Macar gazeteci mültecilere çelme takarken insanlar sabırla seyrediyor yapılan katliamları. PKK Suriye’de yaşanan vahşete Kürtleri ilgilendirdiği müddetçe kulak kabartıyor. 

Ama Diyarbakır’da yaşananlara biraz daha ağırlık vermek gerekiyor. Çünkü son gelişmeler olağan değil ve olağan dışı olanla da kimse ilgilenmiyor gibi görünüyor.

“Yaşananlara Sessiz Kalan İnsanlara” bakalım önce. Sahi öyle mi?

Bu güven nerede kaybedildi, Kürt Siyasi Hareketi Gezi’de neyin güvenini geri tepti ya da Haziran-Kasım seçimlerinde insanlar çatışmasızlığa mı oy verdi yoksa mücadeleye mi tartışmaları bir yana. Asıl açıklanması gereken şey Sur’da insanlar katledilip evler taranırken, Yenişehir’de, Bağlar’da, Ofis’te insanlar neyin sessizliğini yaşadığıdır.

Tüm bu olaylar yaşanırken Batı illerinde Kürtlere dönük provokasyonların henüz başlamamış olması da ayrı bir durum. Bir bölünmenin provasını yaşıyoruz hep birlikte anlaşılan.

İnsanlar ilk kez “Amed uyuma gençlerine sahip çık” sloganı atıyor. Olması gereken yüz binlerin sokağa çıkıp “Halk burada” demesi değil midir?

Nerde vekilliklerin vetosunda ya da müzakere gibi başlıklarında sokağa çıkan on binler? HDP istese İstanbul’da yüz binleri meydanlara yığamaz mı?

Nedir beklenen? Nedir müzakere masasında anlaşılamayan konular? Taraflar neden açıklamaktan imtina ediyor konuşulanları? Kim kime ne söz verdi? Hangi söz yerine getirilmedi? Ne taahhüt edildi? 

Unutmayın!

Roboski katliamında mecliste kürsüye vura vura hesap vereceksiniz diyen Gültan Kışanak’tır bugün Diyarbakır’ı yöneten. Neyin suskunluğu bu? Neyin sessizliği?

Tahir Elçi’ye sahip çıkıyorsanız eğer “çatışmayı kent merkezlerinden çekin” söylemine de sahip çıkacaksınız. Yok, eğer bu konuda farklı düşünüyorsanız kent merkezlerinde süren savaşa sahip çıkacaksanız. Kürt halkı savaşın sürdüğü ilçelerde sonunu göremiyor. Neyin savaşı devam ediyor neyin sonucunu alınacak soruları ortada. PKK’nin gelişkin bir forma çekemediği savaşa duyulan tepkisi Barzani’nin “devletli” prestijini büyütmeye yarıyor. 

Yarın müzakere sürecine ve masaya Barzani de aktif olarak katılırsa şaşırmayın.

Gündem yazarı Ahmed Pelda, “Artık Bir İç Savaştayız” başlıklı köşe yazısında savaş bölgesindeki insanlara bir öneri olarak “paranızı nakde çevirin yanınızda döviz bulundurun TL değer kaybediyor” diyebiliyor. Hatta yazara göre savaşın şiddetlendiği yerlerde evdeki değerli eşyaları da paraya çevirmek gerekirmiş. 

İnsanlar böylesi bir savaş alanını terk etmesin de ne yapsın?

Bu Gezi’de ayağa kalkan milyonlara “cebinizde elli lira para olsun sıkışırsanız taksiye binersiniz” demek gibi bir şey. Bunun çağrısı mı olur bu çağrıya itibar mı edilir?

Mustafa Koç’un ölümüne taziye mesajına mı üzülelim yoksa ABD Başkan Yardımcı Joe Biden ile görüşmelere mi yanalım?

Bugün savaşın sürdüğü Sur ilçesinde yaşayanların oyları ile meclise giren Altan Tan’ın tekke ve zaviyelerin açılması için verdiği kanun teklifine şaşırmamak gerek. 

Anlaşılan Kürt halkının mücadele geleneğinin ve kazanımlarının cenazesini bekliyorlar dört gözle. Defnetmek için imama ulemaya ihtiyaçları olacak.