Diktatörün korku ve sefaleti

Arthur Miller’ın Nazi kamplarında yapılan işkenceleri ve katliamları anlattığı unutulmaz tiyatro eseri Orkestra’nın en önemli mottolarından biri Fania Fenelon karakterinin o anlamlı çıkışının olduğu sahnede geçer.

“S.S’leri memnun etmeyi gerçekten istiyor olamayız madam!”

Fania Fenelon dönemin en önemli sanatçılarındandır. Auschwitz kampında ona verilen görev ise gaz odalarına giden esirlere konser vermektir.

Nazi subayının ise yaşananlara cevabı manidardır. “Bir halk feda edebileceği ile övünür!”

Sahi kim belirliyor feda edeceklerimizi? Ya da neyin övüntüsü bu?

İnsanlığın bu düzendeki tek görevi gaz odalarına gidenlerin son türküsünü söylemek mi olacaktır? Bizim insanlarımız demiştik yitirdiklerimiz için. Haziran’da, Soma’da, Tekel Direnişinde, hani bir yolculuk esnasında kâğıt bardakta çayınızı size uzatan yan koltuğunuzdaki yol arkadaşınızdan söz ediyorum. Bu insanların yitip gitmelerine tanık olmaktan başka bir çaremiz yok mudur?

Feda edebildiklerimizle övünmek ya da övündüklerimizi feda etmek ikilemi üzerinden yaşamaya zorlanıyoruz. Kimseler kusura bakmasın ama yitirdiklerimizle yetinecek falan değiliz.  Alışmayacağız!

İçinden geçtiğimiz zamanın kimi kavramlarını elimizin tersiyle reddetmek zorundayız.

Alışmayacağız, unutmayacağız…

Ve en önemlisi, affetmeyeceğiz.

Ve bugün yalnızca örgütlü bir halk unutmaz, alışmaz.

Ve en önemlisi, affetmez!

Türkiye’de kartlar yeniden karılıyor ve insanları yeni bir sürece ve değişime razı bırakmaya çalışıyorlar. Akla bu kadar mı acıyla ve kanla sorusu gelebilir. Ancak Haziran yaşamış bir halkı başka nasıl ikna edebilirsiniz ki bir kötülüğe?

Razı edeceklerini sanıyorlar!

Dün yaşanan patlamanın ardından kepenklerin arkasına sığınan insanların fotoğrafıyla razı etmek istiyorlar kötünün iyisine. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye…

Sokaklar boş, insanlar umutsuz resmediliyor boyalı basında. Seçenekler azaldıkça umudu da köreliyor insanların.

Patlayan bombaların tek tartışmasının sivil ölümler olup olmamasını aklınız alıyor mu sizin? Bu kadar basit olabilir mi yaşadığımız kaosun arka planı? Ne yani sivillerin değil de apoletli insanların öldüğü ya da hedeflerin resmi kurumlar olduğu bir Türkiye’ye eyvallah mı diyeceğiz? Ne yapacaksınız patlayan bombalar AKP binalarını hedef alırsa? Ne âlâ memleket mi olacak halimiz?

AKP’yi kaosla ve kanla götürmeye çalıştıkları bir gerçek bugün için. Yoksa Abdullah Gül’e ya da başka seçeneklere nasıl razı gelir insanlar. Bir süreci yönetemeyenlerin yaşattıkları kaosları yönetmeye çalıştıklarını görüyoruz. İyi yönetilen bir kaos değil muradımız, insanların bir birlerinden gözlerini kaçırmadıkları bir ülkedir.

Patlayan bombaların ardından “keşke hepsi ölseydi İsrailli turistlerin” çıkışına mı yanalım yoksa “bakın İstanbul’un trafik sorunu çözüldü, kimse dışarı çıkmıyor” pervasızlığına mı?

Roboski’de kaçakçılıkla mücadele, Haziran’da emri ben verdim, madencilere güzel öldü dediler. Emri onlar verdi, patlayan bombaların müsebbibi de onlar. Sur’da, Cizre’de, Yüksekova’da insanlık dışı saldırıların sahipleri de.

Yıllar önce, Auschwitz’te sorulan soruyu güncelleme zamanıdır.

Bir diktatörü gerçekten mutlu etmek mi istiyoruz?

O zaman: Korkmayın.

Boyun eğmeyin.

Evet, Mussolini çok konuşuyor Taranta-Babu, kendi sığınağına mahkûm olmuş Hitler ölememekten dahi korkuyor, İspanya sokaklarını kana bulayan Franco korkuyor kalabalıklardan. Evet, III. Reich’in Korku ve Sefaletidir resmedilen.

Evet, sazdan samandan bir sarayda, bir diktatör, korkuyor, ve sefilce saldırıyor halkına. Kötünün iyisine, ölümünün güzeline falan razı gelecek değiliz.

Bugün dinselleşmeye ve katliamlara karşı birikin öfke umududur insanlığın.

Dün yeni bir patlamanın ardından, yarın ise yeni bir günün, umudun Newroz’un arifesindeyken hiç boyun eğer mi insan sorusu anlamlı ve manalı.

Ve fakat bir şey daha, dünden bugüne, ama zaten, yalnızca İNSAN boyun eğmez. Eğmedi. Tam da bu nedenle zalim, korkak ve sefil.