Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya

Bir terzinin ipliği iğneden ustaca geçirişi… İnat ve süreklilik…

İlmek ilmek örmek bir mücadeleyi… Öyle ya, “ilmek ilmek nakış nakış sosyalizmi örüyoruz” diyor Aşık İhsani bir deyişinde.

Diyarbakır’da komünist partinin kapısını çalmak için, “İhsan Ağabey burada mı?” bahanesiydi okuduğu deyişleri. 1970’li yıllarda iktidara kafa tutmanın bir biçimiydi İhsani’nin türküleri.

İlmek ilmek nakış nakış örmek bir mücadeleyi.

Bir dönem kapanırken, 1999’da zorlu bir mücadele dönemi; alabildiğine Avrupa Birlikçilik, sivil toplumculuk, örgütsüzlüğün övülüşü, özelleştirmelere sus pus kalan memleket solcusu, asker partisi, bugün Ortadoğu’yu kan gölüne bulayan İslamcıların ağababaları ile yapılan türban eylemleri. Zor ve tüm ezberlerin düzen lehine bozulduğu zamanlar.

Ve tüm bunları karşı açılmış bir bayrak; partili, örgütlü, bilinçli ve öfkeli. Ve o büyük insanlığın içinde bir insan, Hüseyin Duman… Tekstil işçisi, partili, örgütlü, bilinçli ve öfkeli… Aydınlığa tahammülü olmayanların, aydınlığın düşüncesinin bile zihinlerini kamaştırdığı bir karanlık sürüsünün hedefinde güzel yürekli bir insan.

Kapitalizmin kendi mezar kazıcısı olarak resmedilir işçiler ve dokurlar kefenini sermayenin, sömürenlerin ve kaynağını bütün kötülüklerin… İşte Hüseyin’in mahareti de buydu. Bir gün sermayenin kefeni olacak kumaşı dokuyordu her gün tezgâhının başında.

Genç bir tekstil işçisini 17 Nisan 1999’da katledenlerin en büyük çaresizliğidir o tezgâhın hiçbir zaman boş kalmayacak olması.

Ve fakat hala dokunuyor kumaşlar sessizce, korkusuzca.

Bugün yine 99 yılına benzer bir dönemden geçerken; türban özgürlükçülerinin türevleri, eli tetikte katillerin kumpasları, yine yeniden düzenin patlayan dikişleri,  Avrupa’dan kurtuluş reçetesi arayanlar, yine bir eşik ve yine bir sıçrama dönemi mücadele edenler için.

Karanlığa karşı açılan bir bayrak ve karşısında sömürenlerin ardına sığındıkları tanrıları, paraları, zorbaları.

İnsanlığın tarihi yeni bir yol ayrımında yeniden yazılıyor. Bir yanda cihatçı çeteler öte yanda direnen insanlık. Bir yanda para babaları diğer yanda ise alın teri emekçilerin. Düşlerimizde ise her gün yeniden mücadeleyi ilmek ilmek ören, ipliği iğneden ustaca geçirenlerin kuracağı ülke.

“Düşlerle yaşam arasında bir bağ varsa her şey yolundadır” der Pissarev. İşte bu ince bağ, insanların umut ile umutsuzluk arasındaki salınımındaki hayati nokta sanırım. Pissarev’in bu cümlesi bu nedenle sadece edebi bir alıntı değildir, bir yanıyla Ne Yapmalı’nın da heybesindeki gerçeğin mücadeleye kattığı enerjidir Lenin için.

Bugün fotoğrafın öte tarafında ise insanların inançsızlığı ve umursamazlığı resmedilmeye çalışılıyor. Sınırlarda bekleyen mülteciler, sokakta vurulan insanlar, madenlerde yiten işçiler, sabahın erken saatlerinde sessiz sedasız masasının başına geçen emekçiler, düzenin ölüm nöbetini tutan işsizler. Ne kadar da çok öne çıkıyor son zamanlarda böylesi fotoğraflar. Umutsuzluğu aşılamak için, bu memleketten bir şey çıkmaz demek için belki de.

Sahi öyle mi?

Bu kadar umutsuz mudur tablo? Veya fotoğrafta umuda dair yansıyan bir şey yok mudur?

Bu düzenin belki de aciz yanı kendi yarattığı sorunlara yenilecek olmasıdır. İşsizlere, yoksullara, emekçilere, ezilenlere kısaca Hüseyin’in sınıf kardeşlerine yenilecek olmasıdır güzel yanı.

Hüseyin’in dokuduğu kumaşlardan çok azı yeter bize, tüm sermayeyi sarmak için kefene. Şimdi böyle sessizce bir araya gelişlerimiz habercisidir gelecek güzel günlerin.

Karanlığın ve yobazların gerçek korkuları filizleniyor bu bir araya gelişlerde.

“Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz, Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını, İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” (C. Süreya)