soL’un yüz’ü

soL’a yüzüncü yazım bu. Bir yıl olmuş yazmaya başlayalı. Bir özel anlamı yok elbette “yüz”ün. Mesela 99’dan ne daha anlamlı ne daha anlamsız. Çoktandır bir fırsat arıyordum durup kendime bakmak için. Yüz’ü vesile ettim.

soL’da yazmak birçok değişiklik yaptı hayatımda, buradan başlayayım. Her yaştan birçok genç sosyalistle, komünistle tanıştım. Pırıl pırıl, inançlı, inatçı, kararlı insanlar hepsi. Bu ülkenin en eğitimli, en yetişmiş insanları. Örgütlülüğün gücüne kesin inançları var ama benim gibi dışarıdan birinin aralarına “sızmış” olmasından da hiç rahatsız değiller. Bu rahatlıklarını aralarında sadece “yazan adam” olarak değil, Aydınlanma Hareketi’nin bir eylemcisi olarak katılmama bağladım kimi zaman. Kim bilir belki öyledir. Ama yazının sihrine inanırım ben. İçine samimiyet katmışsanız, kelimelerinizde inanç varsa ihtiyacı olmuyor yolunu bulmak için başka şeylere.

İkinci değişiklik soL’da yazmaya başladıktan sonra solun da beni keşfettiğinin farkına varmam. “Bu adam da nereden çıktı” dedi bir kısmı. Araştırıp, “olsa olsa birilerinin kontenjanından yazar” olmuş olabileceğim sonucuna varanlar oldu. Ve ilk defa “ekşi sözlük”te adım çıktı. Yazdıklarımın alayının çöp olduğuna karar vermişti imzasız yazar, pek de bilgisizdim. “Koftiden solcuydum” ayrıca. Çok öfkeliydi muhatabım bana karşı ama görünüşte bu öfkesinin belirgin bir sebebi yoktu. Ayrıca söylediklerinin kendince haklı sebebi olabilir. Pek çok konuda pek çok kitap yazdım. Hepsinin baş eserler olduğunu söyleyemem. Hatta şunu söyleyeyim, bu yazarlık işine biraz mecburiyetten bulaştım. Ne yaptıysam ne yazdıysam solun yüzü suyu hürmetinedir. Dolayısıyla böylesine yüce bir bahaneye sığınma imkânım da var.

Ama sığınmam. Çoğu, ülkenin çok önemli kırılma anlarında yazılmış “tehlikeli” kitaplardır. Bir solcunun hiç olmazsa “Öteki İslam”dan haberdar olmasını umarım o yüzden. Bugünkü ağır karanlığın çok erken habercisidir. Belki “Tarihsel Marksizm”e bakmıştır diye düşünürüm. “Pike”ye, “Eymür”e bakmamış olmasını anlayamam, iç savaşın tutanaklarıdır. Geçtim hepsini, “Faili Meçhul Cinayetler Tarihi” bu ülkenin kanlı karanlık geçmişi üzerine yazılmış tek kaynaktır hala. İçinde yüzlerce, binlerce faili meçhul cinayet hikâyesi vardır. Çoğunluğu bizim ölülerimiz, kayıplarımızdır. Bir solcunun hiç görmemiş olmasını kendi eksikliği sayarım. Ayrıca cezaevine sadece “Kürt sorunu” vesilesiyle girdim. Çok şükür yakın zamana kadar neredeyse suç olmaktan çıkarılmıştı bu konu. Şimdi de yobazların şikâyetiyle açılan davalara gidip geliyoruz. Yani standart bir solcu yaşamı sürdürüyorum…

Özetle solun paltosundan çıktım ben. O büyük ailenin sıradan bir neferiyim. Lise yıllarımdan beri içindeyim. 1980’li yılların sonunda başladığım yazma serüvenimi hala sürdürüyorum. Şimdiye kadar hakkımda tek laf etmemiş arkadaşların bu öfke patlamasını da soL’da yazmama bağlamak için yeter sebebim var özetle. Solun bir kısmı için bunlar düşman sayılmak için yeterli, anlıyorum. Biliyorum, solun başka bir yüzüdür bu. Uzun zamandır içe kapanmıştır sol, yer yer kendi üzerine çökmüştür. Liberal savrulmalar içindedir bir kısmı. Varlığını cumhuriyet düşmanlığına armağan edenler vardır aralarında. Bir kısmı dönüp dolaşıp sadece kendisini okur.

Haliyle çok uzun zamandır ilgilenmiyorum “iç” meselelerle. Hem ilgilensem kime ne faydası var? Ülke kayıp gidiyor ellerimizin arasından. Tarihimizin en karanlık döneminin içinden geçiyoruz ve ne yazık çok güçlü değiliz. Hem ne olacak, varsayın kontenjan yazarıyım. Yüz yazı orada, varsa itirazınız kapım açık, her zaman eleştiriye beklerim…

***

soL’da aynı sütunları paylaştığım tarihi eskiye dayalı arkadaşlarım da var. Mesut Ağabey, Mesut Odman onlardan biri. “Toplumsal Kurtuluş”un başlama vuruşunu birlikte yapma onurunu taşıyorum. Aydemir Güler’le tanışıklığım 1990’lı yılların hemen başında. İlker Belek’le de hemen aynı yıllarda kesişti yollarımız. Osman Çutsay’la Toplumsal Kurtuluş’tan tanışıyoruz. Onlar çok parlak bir gençler topluluğu olarak Edebiyat Dostları’nı üretiyorlardı. Zaman zaman tartışmalarına müdahil olduğumu hatırlıyorum. Yanılmıyorsam Edebiyat Dostları’na da yazdım bir kez. Kemal Okuyan’ın kulakları çınlasın caz müziği üzerine bir itiraz yazısıydı yazdığım.

Dedim ya çok kalabalık değiliz, yollarımızın bir yerde kesişmiş olması, tarihin bir döneminde birbirimize değmiş olmamız şaşırtıcı değil. Osman Çutsay, dünkü yazısında Cengiz Türüdü’yü yazdı örneğin. Cengiz’le SBF’den arkadaşmış. Benim içinse köyde, yandaki tek göz odaya sığınmış öğretmenin çok sayıdaki çocuklarından biri. Bulancaklıyız hepimiz; bu kasabanın sol geleneğimize çok önemli bir katkısı vardır. Cengiz 57’li, benden öncedir. Orhan ve Recai Türüdü ile daha yakın yaşlardayız. Orhan 12 Eylül’de 10 yılı aşkın yattı çıktı. Recai’yi 12 Eylül’den önce başından vurdular Bulancak’ta. Kafasında bir mermiyle yaşıyor hala ve yıpranmış defterine notlar alarak devrim için faydalı bir el kitabı yazıyor. Bu ailede kim varsa yolu bir şekilde işkence tezgâhından, hapishaneden geçmiştir.

Cengiz her hafta arar, uzun telefon konuşmaları yaparız. Osman Çutsay’ın yazdığı gibi, hala bir ateşli SBF öğrencisidir Cengiz. Tartışmayı sever, okur, berrak bir zihne sahiptir. Ülkeyle ilgili söylediği her sözün bir ağırlığı, sağlam bir temeli vardır. Yalpalamaz hiçbir zaman. Çoğumuzun adını duymadığı pek çok kitabı ezbere bilir. Aydınlanma Hareketi bildirisi yayınlandığında hemen beni arayıp, dostluğunu, dayanışmasını sunmuştur örneğin. Cengiz ve ben, biz, varlığımızı sola borçlu olduğumuzu biliriz.

Ama yazamıyor Cengiz, ödediği ağır bedeller yazmasını engelliyor. “İnziva Diyalogları” Cengiz’le yapılmış bir söyleşi; Naim Kandemir hazırladı. Yakın zamanda yayınlandı. Solumuzun önemli yüzlerinden biridir Cengiz, bilmemek mazeret sayılmaz.

***

Osman Çutsay’ın “KSD’li Cengiz”le ilgili yazısı bir dostluk yazısı aynı zamanda. Farklı gelenekten gelen ama dik duran bir eski dosta selam duruşu. Doğaldır. Çünkü Cengiz’in öyküsünde kişisel hiçbir şey bulamazsınız. Cengiz, inancının peşinden gitmiştir. Çektiği eziyet inancı nedeniyledir. Her şeyini bu mücadele nedeniyle yitirmiş ama inancını yitirmemiştir. Pek çok dostumuz, arkadaşımız, yoldaşımız var böyle. Kırılıp dökülenlerimiz var, yitirdiklerimiz var, yitip gidenler var. Doğaldır bu da. Toplumsal mücadeleler tarihinin mantığına uygundur. Ve bu tarihin de kişisel bir yanı yoktur.

Kindar değiliz biz, kişilerle ilgili takıntılarımız yok. Fikirlerimiz, tutumlarımız etrafında sert tartışmalar yapabiliriz. Doğruyu bulmak, gerçeği açığa çıkarmak için acımasız davranabiliriz birbirimize. Ama bütün bunların gerektiğinde yan yana yürümemize engel olmasına izin veremeyiz. Solun yüzünü değiştireceğiz önce, yüzü dışa dönük bir harekete dönüştüreceğiz. Bu kendi üzerine çökme psikolojisini yırtıp atacağız.

***

soL’a yüzüncü yazım bu. Bir yıl olmuş yazmaya başlayalı. Yoldaşlar çağırdı geldim, yazmayı sürdürüyorum. Çok çalışıyorum her yazı için. Çünkü ne yaparsak yapalım yaptığımız her iş önemli, şakaya gelmez, ciddiye almak gerekir. Ayrıca biliyorum, öfke yaratmıyorsa bir yazı sevgi de yaratamaz. Yazmanın doğası böyle.

soL’un yüzündeyiz. Sevgi ve dayanışma üretiyorsa, yoldaşlık üretiyorsa bu yüz güzeldir ve kutsaldır.

Hata hep olur; Sürçülisan ettiysek affola.