Segâh tekbir eşliğinde rejim duası

“Eski rejimin son, yeni rejimin ilk günü” dedi 24 Haziran için Economist dergisi. Doğrudur, aksini iddia edecek değiliz. Dergideki yazıda denildiği gibi "daha İslamcı, daha milliyetçi ve otoriter" yeni bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Bundan kuşku yok.

Fakat “Eski Türkiye”nin ne olduğu konusunda kuşkularımız var. Kastedilen büyük ölçüde 12 Eylül cuntası tarafından yıkılan eski Türkiye mi, yoksa yine o cunta tarafından kurulmuş olan ve çok çabuk eskiyen “yeni” eski Türkiye mi belirsiz.  Eski Türkiye’nin aslında hepsi olduğunu söyleyen birkaç siyasi odak var mesela. Liberaller 12 Eylül rejimi ile birlikte hepsini aynı torbaya koyuyor ve “Kemalizm” diye adlandırıyor. Kürt siyasal hareketi içindeki liberal damar da bu tezi onlarla itirazsız paylaşıyor. AKP için de aşağı yukarı vaziyet budur.

Hâlbuki Kemalizm dedikleri şey 12 Eylül’de Kenanizm tarafından yıkıldı. Kenanizm, tıpkı Economist’te söylendiği gibi “Eski Türkiye’nin yıkıntıları üzerinde” daha İslamcı, daha milliyetçi ve daha otoriter bir rejim kurduğu iddiasındaydı. Kemalizm’in “milliyetçi batıcı” çizgisinden ayrılmışlar ve “dinci milliyetçilik” yoluna girmişlerdi. Buna daha şık bir biçimde “Türk-İslam Sentezi” demekteydiler.  

Fakat bu rejim daha kuruluş aşamasında, 1984’te, büyük bir Kürt direnişiyle karşılaştı. 1990’lı yıllar boyunca bu direnişi otoriterlikle tahkim edilmiş dinci milliyetçi bir yöntemle çözebileceklerini sandılar. Sonunda Kürt kalkışmasını bastırmakta kullandıkları bu yöntem devleti ve toplumu çürüttü. Çürümüş o yapıdan RP-AKP gibi dinci-islamcı oluşumlar türedi. Onlardan biri olan AKP şimdi yeni bir rejim kuruyor. Ne olacakmış yeni rejimin özelliği; Daha İslamcı, daha milliyetçi ve daha otoriter. Yeniliği nerede? Kenan gitti Tayyar geldi; Milli Güvenlik Kurulu gitti, başkan ve adamları geldi. Az yenilik sayılmaz!

Ama çok şükür Mehmet Ağar ve Süleyman Soylu gibi eski rejim şahsiyetleri yerli yerinde. Süleyman Soylu, Demokrat Parti’nin prensiyken Mehmet Ağar’ın adamı olarak anılıyordu. Şimdi de öyle anılıyor. 1990 yıllardan daha saldırganlar üstelik. Pervin Buldan’ı, bir kadını arayarak tehdit edecek kadar da pişkin. 20 yıl önce bugün yaptıklarını eski rejimi korumak için yapıyorlardı, şimdi eskisini yıkıp yenisini kurmak için yapıyorlar söylediklerine inanacak olursak. Bu kıvraklıkla neden olmasın?

***

Bu tür durumlarda Profesör Taha Parla’nın, 1986’da, yeni Türkiye’nin eskisinin kurulduğu yıllarda, Murat Belgelerin yayınladığı Yeni Gündem dergisindeki bir makalesini hatırlıyorum. Makalenin başlığı “eski” yeni rejimin ideolojik yönelimini haber vermektedir: Dinci Milliyetçilik…

Diyor ki Parla makalesinde özetle, 12 Eylül'den sonra kamu yaşamında birçok önemli değişiklik meydana geldi. Bunlardan biri de, din-devlet ilişkisi konusunda 60 yıldır sürmekte olan bir kültür savaşının ve siyasi mücadelenin taraflarının ve bunların güç konumlarının değişmesidir. 1980-86 yönetimleri klasik Kemalist laiklik ilkesini hiç değilse kısmen ve fiilen terk etmişler; dini, devletin gözetiminde tekrar kamu yaşamanın hattâ siyasi yaşamın sınırları içine almışlardır. Din, ama belli bir tür din ve dinsel gruplar, toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçmiştir.

Yani? Yeni yönetim ve bürokrasi klasik Kemalist laik çizgiyi bırakarak, Türk-İslâm Sentezi adı altında oluşmaya başlayan dinci bir milliyetçiliğe razı gelmişlerdir. Bu sentezde din, bir ahlak sistemi ve toplumsal kurum olmaktan çok, bürokratik-otoriter devletin elindeki toplumsal denetim araçlarından biri olarak görülmektedir. Burada bir al-ver dengesi söz konusudur. Bürokratik-otoriter devlet, seçilmemiş ya da güdümlü yönetimlere kitlesel popülarite sağlayabilmek, halkı karşısına almamak için, geleneksel Kemalist laiklikten ödün vermiş; buna karşılık, dinin ve belli dinsel grupların, devlet denetiminde de olsa, kamu yaşamındaki statüleri ve meşruiyetleri 1980 öncesine göre çok yükselmiştir…

Bilmem daha açık anlatılabilir mi? 12 Eylül faşizmi Kemalizm’in “milliyetçi batıcı” çizgisini yıktı ve yerine “dualı” bir milliyetçilik geçirdi. Dualı milliyetçilik modernleşme çizgisinden uzaklaşma ve yeniden gelenekselleşme çizgisine dönmeyi temsil ediyor. Saray taklidi 1100 odalı TOKİ binasına konulan altın varaklı klozetlerin tercümesidir bu. Dualı milliyetçilik, kendini tahkim etmek üzere Osmanlı motiflerinin peşine düşmüştür. Ama şu kadarını söyleyeyim dualı veya duasız, Osmanlıyı yıkan şeydir milliyetçilik.

***

Ne demek istiyoruz? Şu: aslında yeni rejimde bir yenilik yok. 12 Eylül rejimi ilerlemiş, AKP’nin nezdinde tamamına ermiştir. 12 Eylül, 24 Ocak kararlarının ardından grev yapılmasın diye gelmişti. Şimdi OHAL var, amacı emekçiye grev yaptırmamaktır. Darbeyi davul zurna ile karşılayan MESS gitti, yerine her darbenin ardından “Türkiye kazandı” diyen yancı TÜSİAD oturdu. Zenginlik ve yoksulluk aynı hızla artıyor. Daha az sayıda zenginimiz daha çok zengin, daha fazla sayıda yoksulumuz daha çok yoksul oldu. Bunun dışında devlet aynı devlet, gericilik aynı gericilik, faşizm aynı faşizm. Değişen ne? Dinci milliyetçilik, milliyetçi dinciliğe dönüştü.  Az daha İslamcılıktır…

***

Dedikleri gibi, eski rejimin son, yeni rejimin ilk günüdür 24 Haziran. Fakat Beştepe sarayı dışında yeni olan en ufak bir şey yoktur bunda. Derin bir siyasi ve ideolojik krizin ortasında "daha İslamcı, daha milliyetçi ve daha otoriter" olarak yeni görünmek zordur.

Yani? 12 Eylül’ün “eski” yeni rejimiyle bir sorunları yoktur. Onun mirasçısı ve uzantısıdırlar. Yalnızca en eski rejime, Kemalizm’e, generallere göre daha sınırsız bir kin beslemektedirler. Sebebi derin tarih bilinçleri değil, Kemalizm’in dini devletin alanından uzaklaştırmış olmasındandır.

Döndük başa. Tıpkı cuntacı generallerin yaptığı gibi AKP de dini, bir ahlak sistemi ve toplumsal kurum olmaktan çıkarıp, bürokratik-otoriter devletin elindeki toplumsal denetim araçlarından birine dönüştürüyor. Dağ taş imam hatip, dağ taş din. Burada da bir al-ver dengesi söz konusu. Bürokratik-otoriter devlet, hileyle seçilmiş ya da güdümlü yönetimlere kitlesel popülarite sağlayabilmek, halkı karşısına almamak için dine yaslanıyor. Böylece din ve belli dinsel gruplar, kamu yaşamında statü ve meşruiyet kazanıyor.

Ama 15 Temmuz kalkışmasından biliyoruz, patlar bu formül. Devletin arkasından sürüklenen dinin yerini, dinin arkasından sürüklenen devlet aldı mı ikisi de yıkılır. Hem devlet dine yaslanarak ayakta kalabilseydi Osmanlı yıkılır mıydı?

***

Kenanizm ile Tayyarizm’in ortak yanı rejimlerini süngünün ucuyla mazlumları dürtükleyerek kurmalarıdır. Sorun şu ki süngüyle iktidarı alabilirsiniz fakat iktidarınızı süngünün üzerine oturtamazsınız. Bu kadar yoksul yarattıysanız etkisiz kalır elinizdeki kuvvet; İslamcılık, milliyetçilik ve otoriterlik de bir işe yaramaz.

Demem o ki yeni bir ülke kurmak için OHAL yeterli değildir.

İnanmıyorsanız Kenanizm’in hazin sonunu hatırlatayım. İzmir marşıyla geldiyseniz eğer, belediye bandosunun çaldığı segâh tekbiriyle gidersiniz. Öyle veya böyle…