Rövanş alayım derken

İki yüzyılın rövanşını alacaklarmış, öyle diyorlar. Fakat iki yüzyıl ifadesi biraz sorunlu. İki yüzyıl önce ne olmuş da rövanş alacaklarmış, işte o belli değil?

1808’deki Sened-i İttifak bir milattır belki. Rumeli ve Anadolu Ayanları başkaldırdılar. Osmanlının ayanlara diş geçirecek gücü ve takati yoktu. Alemdar Mustafa Paşa bir anlaşma hazırladı, Padişah II. Mahmut imzaladı. Böylece gücünün, yetkisinin ve iktidarının bir sınırı olduğunu kabul etmiş oldu. Fakat dinci, II. Mahmut’u sevmez. Yenilikçidir çünkü. Herhalde dertleri bu değil.

1839’da, Abdülmecit dönemidir, Tanzimat Fermanı ilan edildi. Ferman ile padişah, fermanda ilân edilen ilkelere ve konulacak kanunlara uyacağına yemin etti. Kahramanı Mustafa Reşit Paşa’dır. 1856’da, hala Abdülmecit iktidarıdır, Islahat Fermanı ilan edildi. Gerçi padişahın iktidarına sınır getirme iddiasındaydı ama adı üstünde fermandı. Ferman padişahın, biliyorsunuz.

Arada Vaka-i Hayriye var, kahramanı II. Mahmut’tur. Yeniçerileri topa tuttu ve tabiri caizse rafa kaldırdı. Yeniçerinin dayanağı Osmanlı Yahudileri ve Bektaşilerdi. Yeniçerilerle birlikte onlar da rafa kaldırıldı. Yahudi tarihine göre Vaka-i Hayriye Osmanlı Yahudiliğinin gerileme döneminin başlangıcıdır. Bektaşilik ise o vaka ile büsbütün ezilmişti. Kendilerini Bektaşilerle akraba sayan Aleviliğimiz bu nedenle II. Mahmut’tan nefret eder. Onların bu nefrette haklı sebepleri var ve fakat dincilerimizin yok. Vaka-i Hayriye, Bektaşiliği devletten tasfiye etti ve yerine önce Mevleviliği, olmayınca Nakşibendiliği getirip oturttu. Bu, bir anlamda bizim dinci hareketimizin yükseliş dönemidir. Takip eden iki yüzyıl boyunca devlet tarafından korunup kollandılar. Kısa Cumhuriyet molası dışında hep devletlû tarikat oldular.

***

Sultan Abdülaziz, anlatılanlara göre, alaşağı edildi ve kapatıldığı yerde akıbetini beklerken tırnak makası ile intihar etti! Yerine Murat’ların beşincisi geçirildi ama onun da iktidarı kısa sürdü. Abdülhamit pek meşrutiyetçi görünüyordu, alıp sultan yaptılar. Büyük olasılıkla kansız saray darbelerinden biridir. 1876’da, artık II. Abdülhamit dönemidir, Kanun-u Esasi ilan edildi. Namık Kemal’in ve Mithat Paşa’nın başını çektiği Genç Osmanlıların başarısıydı. Padişahın yetkilerini belli sınırlar getiren kanunu hukukçu Krikor Odyan hazırladı, Abdülhamit onayladı. Bir yıl sonra meclis açıldı. İlk toplantı Dolmabahçe Sarayı'nın bir salonunda yapıldı.

Fakat o sırada 93 Harbi patlak verdi. Osmanlı ordusu dağıldı, Rus ordusu İstanbul kıyılarına dayandı. Nihayetinde Edirne Mütarekesi imzalandı. Fırsat bu fırsat pek meşrutiyetçi II. Abdülhamit meclisi süresiz tatil etti. Uzun Abdülhamit istibdadı böyle başladı. Görünüşe göre Kanun-i Esasi yürürlükteydi ama Abdülhamit’in pek dikkate aldığı yoktu. Ayan Meclisi bir daha toplanmadı ama sultan alicenaptı, Ayan üyelerinin maaşları ölünceye kadar düzenli ödendi. Meclis üyesi dediğin başka ne ister ki?

Ama görüldüğü gibi burada da dincinin istediği olmuş, Abdülhamit’e yol açılmış.

***

Fakat Sultanın topraklarının sınırları kaynıyordu. Rusya 1905 devrimi ile sarsılmıştı. Duma kurulmuş, çok partili seçimler yapılmış, 1906 Anayasası yürürlüğe konulmuştu. İran da kaynıyordu. 1906’da meşrutiyet ilan edilmiş, yeni bir anayasa hazırlanmış ve meclis açılmıştı. Fakat kısa sürede iki devrimci hareket de yenilecek, arkasından ağır bir baskı dönemi gelecekti. Sınırlar ötesinden kaçıp gelen dilleri farklı devrimciler İstanbul sokaklarında dolaşıyordu. Osmanlı başkenti ilk kez devrim kokuyordu.

Devrim Selanik’te başladı, kısa sürede İstanbul’a sıçradı. Sokaklar “hürriyet” nidalarıyla inliyordu. 1908’dir, Abdülhamit alaşağı edildi, 1876 Anayasası yapılan değişikliklerle yeniden yürürlüğe konuldu. Artık padişah tahta geçerken "vatan ve millete sadakat" yemini edecekti. Kimseyi yargısız sürgün edemeyecekti. Sansür kaldırılacak, sadrazamın yetkileri artırılacak, iktidarın bir bölümü meclise aktarılacaktı. Müthiştir, hürriyettir, devrimdir. Meclis-i Mebusan toplandı, Hüseyin Hilmi Paşa başbakanlığında Osmanlı tarihinin ilk parlamenter tabanlı hükümeti kuruldu. Şimdi hatırlanmaz, 1908 Hürriyet Devrimi, İyd-i Milli, 1934’e dek bayram olarak kutlandı. Meclis tarafından ilan edilen ilk resmi bayramdır.

Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi'nin 20 Ocak 1921'de Teşkilat-ı Esasiye Kanununu kabul etti. Bu kanunda “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” deniyordu, Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’ndeydi artık. 1908 devrimi, böylece mantıki sonuçlarına ulaşmış oluyordu. Başkentte, emperyalizmin elinde esir Sultan zaten sallanıyordu. Olması gereken bir yıl sonra oldu, düşük sayıldı. İngiliz zırhlısına binip, yüzyıllardır sahibi sandığı topraklardan ayrıldı. Gerisi cumhuriyettir…

Sanırım bu bölümle ilgili ağır takıntıları var. İyi de onu da toplasan ederi yüzyıl!

***

Bizim anayasa tarihimiz padişahın yetkisini sınırlama tarihidir. Teokrasinin ve şeriatın kaldırılması hareketidir. Kimsenin dini kurallara uymadığı için kovuşturulmaması, dışlanmaması, dini inanç ve vicdan özgürlüğüne sahip olması mücadelesidir. Eksik veya fazla, yeniyi tartışmaya ancak buradan başlayabiliriz.

***

Peki, neyin rövanşı alınmak istenen? 1808’den Cumhuriyet’e, Şeyh Said ayaklanmasından Menemen kıyamına bütün gerici ayaklanmalarda Nakşi, Nurcu izi, parmağı vardır. 200 yıllık uğursuz bir roldür bu. Herhalde almak istedikleri rövanş budur.

Bunun için bir padişaha ihtiyaçları var. 1876 Kanun-i Esasi’nden daha geri bir anayasa yapıyorlar o yüzden. Başarırlarsa yeniden çakma bir Abdülhamit tarafından yönetileceğiz.

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Böyle diyor Mehmet Akif. İslamcıdır ancak padişahların sefaletinin, zavallılığının da tanığıdır. Kaldı ki arkadaşların tahayyül ettiği yetkilere sahip herhangi bir padişah da yok zaten. Bu ilk olacak!

Rövanş alacaklarmış…

Alabilirseniz alırsınız, yapamazsanız Abdülhamit’in sonunu paylaşırsınız. Tarih dediğimiz de budur işte!