Mehdinin bütün adamları

Yıl 1980. 12 Eylül’ün en karanlık günleri. Diyarbakır Yol-İş Federasyonu Şube Başkanı Vahap Serin gözaltına alındı. Polisin kendisinden istediği şey bildiğini anlatmasıydı. Gerisi şöyle gelişti...

“Kemal adlı bir polisin karşısına çıkarıldık, dayanılmaz bir sıra dayağı yedik önce. Dayağın işkence sayılmadığını daha sonra anladım… Otuz dördüncü gün ne ile suçlandığımızı öğrendim. ‘Türkiye Yol İşçileri Birliği’nin askeri lideriymişim. Benden bu örgütün varlığını ve TKP’nin bir yan örgütü olduğunu kabul etmemi istediler. Üç saat süre tanıyıp bir odaya götürdüler. Yatıp uyudum. Buna çok kızdılar ve burun kemiğimi kırdılar. İki polis kollarımdan ve bacaklarımdan tutup başımı duvara vurdular ve yeni bir öneri getirdiler. ‘Böyle bir örgüt var girmem için çağrı yaptılar ama ben reddettim dersen tamam’ dediler. Yine ‘evet’ demedim. O ana dek elektrikle tanışmamıştım. Çarmıha gerdiler sonra, Kolların dirseğe kadar olan bölümünden bağladıkları için vücudun tüm yükü omuz eklemlerine biniyordu. Bayıldım. Su döküp ayılttılar. Sol kolumda sigara söndürdüler. Yeni bir öneride daha bulundular. ‘Getireceklerimize böyle bir şey duydum de hiç olmazsa’ dediler. Yine reddettim. Bayılmışım. Üstüme döktükleri suya dilimi değdirip susuzluğumu giderdim. Uyuşan yerlerimi tekmeleyerek iyileştirdi bir hayırsever polis. Tuzlu su içirip tek kolumdan askıya astılar. Yeniden elektrik verdiler. Bir süre bildiğimiz tabutta yatırdılar. Artık istesem de konuşamayacak duruma geldim. Bir betonun üzerine attılar. Sabaha doğru bir asker su getirdi. Bursalı bir işçiymiş. Gün ışımasını büyük bir moralle izledim. Sabah gelen polis elini karnıma koyup ‘bu su içmiş’ dedi. Su vereni saptamak için de işkence yaptılar.”

Vahap Serin bu korkunç işkencelere sadece “evet” dememek için katlandı. Sanki bütün bunlar kendisine değil başkasına yapılıyormuş gibi günlerce ağır işkence altında sustu.

xxx

Yıl 1981. Yakalanan örgüt lideri Garbis Altınoğlu polis sorgusunda. Hakkında düzenlenen iddianameye göre sorgudaki örgüt lideri “Her nasılsa Türkiye’de doğmuş” bir Ermeni. Alçaklık diz boyu yani. Bu işkencecileri için ayrı bir motivasyon kaynağı. İşkencecilerden biri sonradan itirafçı olan polis memuru Sedat Caner. Nokta dergisine verdiği söyleşide Garbis’in dayanıklılığı ile kendilerini nasıl çaresiz bıraktığını anlatıyor. Caner’in anlatımına göre Garbis burnuna zincir takılıp tef eşliğinde ayı gibi oynatıldı. Bir hafta sürdü bu polis eğlencesi. Garbis’in omuzları bu bir hafta sonunda çöktü ama yine de konuşmadı. Bu hali sinirlendirdi işkencecilerini, “kaplumbağa hücresi”ne ilk kez onu attılar. İşkencecisinin itiraflarına göre, kurban kaplumbağa hücresine çömelerek sokuluyor, sokulan kişi kıpırdayamadığı için tuvalet ihtiyacını bile gideremiyor, altına yapıyordu. Hareketsizlik sebebiyle tüm eklemler bir süre sonra kireçleniyordu. Bu halde tam bir hafta tutuldu Garbis, çıktığında kambur yürüyebiliyordu. Onuru kırılmıştı, acı çekiyordu. 70 gün boyunca bu ağır işkenceler sürdü. Aç susuz bırakıldı, soğuk su banyosu yaptırıldı, falakaya çekildi, elektrik verildi, çarmıha gerildi ama konuşmadı. Sustu.

xxx

Yıl 1984. Aysel Zehir, 12 Eylül’ün en genç tutsaklarından biri. Ablasıyla birlikte gözaltına alındığında ben diyeyim 15, siz deyin 16 yaşındaydı. Gözaltında ve hapishanede büyükleriyle birlikte direndi, sır vermedi, sustu. Cezaevi şartları gözaltı şartlarından daha iyi değildi, işkence hapishanede de sürmekteydi. Ölüm orucu kararı aldı büyükleri, 18 yaşına yeni basmış Aysel Zehir düşünmeden katıldı. 68 gün sürdü oruç. Oruç bittikten sonra Aysel’de unutkanlık, çevreye ilgisizlik, denge bozukluğu baş gösterdi. Kendi başına yürüyemez, ellerindeki titreme nedeniyle yemek yiyemez hale geldi. Ölüm orucu sırasında vücudu yumuşak dokularını yiyip tüketmişti. Wernicke Korsakoff teşhisi kondu Aysel’e. İnatla susan o küçük kız, bu kez de hastalık sebebiyle sustu.

Şair Adnan Yücel onun için yazdı en acılı dizelerini:

“Gazetelerde resimlerinle dolarken sayfalar

nedense söyleşilerde yalnızca

beyin hücrelerine yöneltiliyor sorular

sense ölüm rengine inat

tan maviliğince susuyorsun

yalnızca geçmişin

gelecekteki ölümsüz sesini yanıtlıyorsun

hani çok çok övmekten korktuğun

o bin renkli açelyanın inançlı sesini

yanıtlıyorsun-gülümsüyorsun-susuyorsun…”

xxx

Yıl 2016. Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, yazar Latif Erdoğan, cemaatin ilk polis imamı olduğu söylenen Kemalettin Özdemir, Gülen'in eski sağ kolu Nurettin Veren hava bulanır bulanmaz itirafçı oldu. 17-25 Aralık girişiminden sonra baş gösteren devletin tokat atma ihtimali karşısında öyle bir korktular ki o gün bugündür kesintisiz konuşuyorlar.

Sonra mehdinin bütün adamları arasında bir salgın hastalık gibi yayıldı bu hal. Gülen’in sağ kolu itirafçı, en önemli gazetecisi itirafçı, ilk polis imamı itirafçı, gazeteci ve yazar örgütünün başkanı itirafçı, jandarma imamı itirafçı, genç subayları itirafçı, generalleri itirafçı, polisleri itirafçı, yargıçları, savcıları itirafçı…

Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki. Onur yok bu oyunda, insan yok, vicdan yok. İtaat etmeyi alışkanlık edinmiş olanların zalim karşısında boyun eğip diz çökerek küçülüşünü izlemekteyiz. Her oyuncu “pişmanım” diye inleyerek rolünü tamamlayıp çekiliyor sahneden.

Zaman gazetesinin “gözü kara” kalemşoru Mümtazer Türköne, “O camiayla olduğum için pişmanım. Darbeciler idam edilsin” dedi. İdam edilmesini istediği darbeciler yoldaşlarıydı.

Ergenekon-Balyoz operasyonunun cemaatin talimatı üzerine başlama vuruşunu yapan Ankara Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, “Gülen cemaatini dini bir cemaat sanmıştım, pişmanlığın zirvesindeyim” dedi. Oysa tutup içeri tıktıklarından hiçbiri böyle bir pişmanlık beyanında bulunmamıştı.

Darbe girişiminin ardından tutuklanan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan ifadesinde suçlamaları kabul etti, itiraflarda bulundu ve pişmanım dedi.

Cemaat'e yakın Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak gözaltına alınıp serbest bırakıldı. İçeride pişmanım demeyi unuttu. O da yazılı bir açıklama yaptı, "FETÖ örgütüne, geçmişte iyi niyet ve sadece vatanseverlik duygusuyla yaptığımız yardımları düşününce bugün kahroluyoruz" dedi.

Cemaatin amansız savunucusu gazeteci Nazlı Ilıcak, "Yanıldığımı, bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim karşısında yer alırdım" dedi.

Öte dünyaya inan, mehdiye inan, kutsal kitaba inanan, şehitliğe inanan, mehdinin ağzını sildiği peçeteye inan, mehdinin kirli donuna, kılına, tüyüne inanan, bilemediğimiz bilcümle saçma sapan şeye inanan ve ömrü boyunca Allah yolunda ölmeye hazırlanan bu insanlar arasında bir tek kişi çıkıp “bu dava benim davam, geri adım atmam, haklıyım” demedi, diyemedi. Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.

xxx

Yıllarca solculara, komünistlere dinsiz, imansız, inançsız, ahlaksız, maddiyatçı diye saldırdılar. Saldırdıkları o insanların binlercesi, on binlercesi günlerce, aylarca süren ağır işkencelerde işkencecisine adlarını bile söylemediler, direndiler. Davaları için, örgütleri için, yoldaşları için biricik hayatlarını gözlerini bile kırpmadan feda ettiler.

Bütün tarihsel misyonları direnen solculara saldırmak olan “manevi değerlerle yüklü” arkadaşların o solcular o zulme karşı direnirken emekli vaizin ağzını sildiği peçeteyi kapıp yeme yarışı yaptıkları anlaşıldı. E haliyle, peçete gitti yoldaşlık bitti.

Sıradaki türküyü onlar için gönderiyoruz bu durumda:

“Şu karşı ki dağda kar var duman yok

Benim sevdiceğimde din var iman yok…”