Köle

Çok garip, yaşadığımız topraklarda 150 yıl öncesine kadar köleliğin var olduğunu, insanların birer mal olarak alınıp satıldığını unutuyoruz, hatırlamak istemiyoruz. Halimizden memnunduk, kaldırmayı hiç istemedik ama İngiliz rüzgarına kapılıp sürüklendik. İngilizler 1807’de Afrika’dan köle ticaretini kaldırdı. İmparatorluğun merkezinde kapitalizm baş göstermişti, onlara artık ipini boynuna kendi geçiren gönüllü köleler gerekiyordu. Sonunda, 20 yıl sonra yeni fikirler Sultanın topraklarını da etkisi altına aldı. Halbuki Osmanlılar köleliğin varlığını kabul etmekle birlikte bunun Yeni Dünya’dakine benzemediğinden emindiler. Onlar, Amerikalıların tersine kölelerini seviyor, şefkatli davranıyorlardı. 

Merhamet zalimin erdemidir… Bu akıl yürütme sonraki kuşaklara o zamanlardan miras kaldı. Bugün hâlâ Osmanlıda kölelik yokmuş gibi davranabilmeyi o mirasa borçluyuz. 

Madeline C. Zilfi “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar” adlı çalışmasında İstanbul Esir Pazarı’nın ancak 1846 gibi çok geç bir tarihte kapatıldığını haber veriyor. Sultan fermanıyla Basra Körfezi’nde Afrikalı köle ticaretinin yasaklanması bir yıl sonraya rastlıyor. Bütün Osmanlı topraklarında yasaklanması için aradan 10 yıl daha geçmesi gerekti. Fakat Müslüman Hicaz halkı “kölelik isteriz” diye ayaklanınca Arap yarımadası bu yasaktan muaf tutuldu. Köle ticareti devam etti. 

Hakkını verelim “modern” ABD’de köleliğin yasaklanması ancak 1865’te mümkün olmuştur. Osmanlının geriliği, coğrafyasına görelidir.

Osmanlılar köleliğe çok yatkındı ve içselleştirmişti. Zilfi’nin deyişiyle, Osmanlı mülkünde birinin kölesi olmak herkesin kölesi olmak anlamına gelmiyordu. Sultanın kapı kulları sultanın kölesiydi ama sıradan halk Sultanın kölelerine de kölelik yapıyordu. Saraya yakınlık derecesine göre karmaşık bir silsile kurulmuştu. Literatür oldukça gelişmişti haliyle: Esir, abd, kul, bende, rıkk, -tabii- köle, kölemen, gulam, karavaş, cariye, hepsi ayrı bir kölelik durumuna ve hukukuna işaret ediyordu. 

Sözde özgür kadınların durumu cariyelerden halliceydi. 17. ve 18. yüzyıl sokağa çıkan kadınların yaydığı ahlaksızlıkların önlenmesi çabalarıyla geçmişti. Alınıp satılanın ahlakı olmaz. Alınıp satılanın sevilmesi de gerekmez… Bazı sultanlar kadınlardan hoşlanmadıklarını açıkça belli ediyordu. III. Osman sarayda gözden ırak olmalarını emrettiği kadınlarla tesadüfi karşılaşmaları engellemek için ayakkabılarına pençe çaktırmıştı. Kadınlar Sultan Osman’ın geldiğini çok uzaklardan duyabiliyordu. Şehirde gezeceği günlerde de kadınların sokağa çıkmasını yasaklıyordu. Halbuki kadın kılığına girmiş erkeklere, köçeklere bayılıyordu! Kendine erkeklerden oluşan bir dünya kurmuştu ve bu dünyanın içinde oldukça mutlu görünüyordu.

Erkeklerin kadınlara âşık olacağı bir düzlemin ortaya çıkması için 1908’de hürriyetin ilan edilmesini beklemek gerekiyordu. Köleliğin kaldırılması ile kadının özgürleşmesi birbirine bağlıdır.

***

İslamiyet veya Hıristiyanlık, dinde kölelik hep var. Dinler tarihinde buna karşı bir devrim bulma, Türkiye’nin laik döneminin ürünüdür. Öyle olmasını umdular, abarttılar. İsa’nın veya Muhammed’in kölelikten çıkışta, ilerletici rolü çok abartılıdır. Evet, efendilerden kölelerine merhamet göstermelerini dilemişlerdir; merhamet muktedirin meziyetidir.

“İlerleme” iddiasında şöyle bir doğruluk payı var: Arap soyluları Bedevilere boyun eğdirmek ve kabileleri birleştirmek için bu yeni dini kullanışlı bulmuştu. “İlerlemek” için birleşmeye ihtiyaçları vardı. Peygamberin Arapların aralarındaki ihtilafları çözmeye ve tek bir din altında birleşmeye çağırması bu ihtiyaca denk geldi. İslam, adı üstünde “teslim olan” anlamına geliyordu. Yeni din özel mülkiyeti kutsuyor, zenginliği koruyordu. Yoksulların payına düşen ise sadece sabırdı. 

Buna karşılık iki dinin de devletle özdeşleştiği yüzyıllar boyunca kölelik ortadan kalkmamış, tam tersine varlığı gelişerek sürmüştür. Karşılaştıkları halkları köleleştirerek ilerlediler. İslam’da köle “memluk”tür, yani mülktür, sahibinin malıdır. Sahibi o mala iyi davranmalıdır, çünkü köle değerli bir maldır. Azad edilmiş köleler olsa bile bu, her köle sahibine vergi değildir.

Hıristiyanlık ise köleliğe karşı hiçbir itirazda bulunmadığı gibi, erkek ve kadın, bütün kölelerin sahiplerine mutlak itaatini vazetmiştir. Kilise de kölelerin hizmetinden yararlanmaktan geri durmamıştır. Bu din, kölelerden merhameti bile esirgemiştir.

Araplar yeni dinin yardımıyla bir devlete dönüşüp başka halkları işgale girişince, önde gelenleri köle zengini olmuştu. Bir şehir fethedildiğinde ele geçen bütün erkekler, kadınlar ve çocuklar esir alınır, ganimet aralarında İslam hukukuna göre taksim edilir, efendiler paylarına düşenlerin boyunlarına ip geçirerek sürüyerek götürürlerdi. Aralarında köle sürüsü binlerle ifade edilenler vardı. 

Merhamet zalimin meziyetidir, zalimden merhamet dilenen mazlum köledir.

***

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım, Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.” Böyle diyor “istiklal” marşımız.

Doğru olmadığını biliyoruz. Arap ve Farslarda “Türk köle” edinme geleneği vardı. Mehmet Zeki Pakalın, sözlüğünde, “Ezcümle İranlılar muharebelerde Türklerden esir aldıkça birbirine hediyye ederlerdi…Tarihin bu kabilden zikrettiği malumattan olmak üzere Hüsrev Perviz’in Rum İmparatoru Moris’e gönderdiği hediyeler cümlesinde olarak Türk beylerinin oğullarından kulaklarında inci ile müzeyyen altın küpeli yüz gulam vardı” diyor. Yaygın bir iştir ve Türkler işe pek yatkındır. 

Araplar Türklerden çok köle aldılar ve kurumsallaştırdılar. Esir alıp köleleştirdikleri Türk ve Çerkez oğlanlardan eli yüzü düzgün olanları asker yaptılar. Bu güzel genç oğlanlar zamanla ilerledi, başına geçtikleri ordulara dayanarak sahiplerini alaşağı etti. Mısır ve Trablusgarp’ı yönetir oldu. Tarihe “Taçlı köleler” olarak kaydedilmişlerdir. Memluk veya Kölemen olarak biliyoruz. Kavalalı Mehmed Ali Paşa vali olarak gönderildiği Mısır’da iktidara göz diktiğinde Mısır hala Memluk beyleri tarafından yönetiliyordu. Bir gece yemek daveti ile toplayıp hepsini kılıçtan geçirdi. Bildiğimiz ilk “Vak'a-i Hayriyye”dir. 

***

Cariye, dişi köledir. “Devrimci” İslam dinine göre cariye önemli bir gereksinimi karşılamakta, erkeğin “helal olmayan yol”a sapmamasını sağlamaktadır. Yani Müslümana helaldir.

Bu yoldan yürüyen Osmanlılarda son zamanlara kadar sarayı ve konakları cariyeler dolduruyordu. Saray binlerce cariyenin hapishanesi olmuştur. Yüzlerce cariyesi olan vezirler vardır. Mesela Kanuni’nin sadrazamı İbrahim Paşa’nın, meşhur Sokullu Mehmet Paşa’nın konakları cariye ve kölelerle doluydu. İstanbul ve taşranın büyük şehirlerinde esir pazarları -avrat pazarı- kuruluyordu, oralarda köleler ve cariyeler alınıp satılıyordu. Cariye yetiştirme sanatıyla uğraşanların da kazançları yerindeydi. Sahipleri dilediği gibi kullanır, bazen de gerekli mercilere hediye edip gönüllerini alırdı. 

Evet aralarında bazıları işveli davranarak ve çocuk doğurarak valide sultanlığa, bazıları da marifetleriyle vezirliğe kadar yükselmişlerdi, ama böylelerinin sayısı pek azdı. 

***

Merhamet zalimin erdemidir. Aralarından bazıları kölelerine merhamet gösterdi diye bütün zalimleri akladık. Haliyle dinde “devrim”, Osmanlıda “ilerleme” bulabiliyoruz artık. İçinden geçtiğimiz derin gericilik döneminin iki büyük sapmasıdır. 

İslam ve Osmanlı diye diye geldiler, köleliği ve esareti ortadan kaldıran bütün kazanımları sildiler. Erkekleri köle, kadınları cariye haline getirmek istiyorlar yeniden, saklamıyorlar. Esir pazarları kuruyorlar büyük şehirlerin ortasında…

İşte tarih… Merhamet zalimin erdemidir; merhamet istemiyoruz, merhamet dilenmiyoruz. Zalimi bu tarihten sileceğiz, bunu diyoruz…