Karanlık oda

Saptama Fatih Yaşlı’nın sanırım; İçinden geçtiğimiz olağanüstü dönemde olmasak merkez sağın önemsiz figürü olacak tip ülkenin en önemli muhalif yazarı haline geldiğinden söz ediyordu. Adedi 2 bin 500 liradan kitap basıp satıyordu haliyle. Kuyruktaydı müşterileri. Mevzu Atatürk. Ama şu düşük eski rejimin içini boşaltıp devrimsiz hale getirdiği zararsız Atatürk. Anti Kemalist bir Atatürkçülük bu. “Atam ne de güzel rakı içerdi, ne de güzel bakardı, ne de güzel yüzerdi” Atatürkçülüğü. Başka? Başkası yok. Her şey eskisi gibi olsa, biz de işimize gücümüze baksak halet-i ruhiyesi içinde kendiliğinden üremiş bir ideoloji bu. İş güç dedikleri kâr-kazanç gailesi. Haliyle Atatürkçülüğü güncellediler bir daha. “Cumhuriyeti biz kurduk, onu nakde çevirecek sizlersiniz” demiş rahmetli, bunlara emanet etmiş. Nakitte sorun yok ama emanetin hali ortada, baştan ayağa perişanlıktır.

Bunun tarikat cemaat evrenindeki karşılığı “yanmaz kefen kaymaz terlik” ticaretidir. Ücretini ödeyip terliği giydin, kefeni de üzerine geçirdin mi sen sağ ben selamet. Ne dini vecibelere uyma görevin var, ne iyi insan olmaya çalışman gerek. Çal, çırp, çocuklara tecavüz et, kadınları aşağıla. Mukadder olan gerçekleşti, ruhu teslim ettin diyelim, geldin sırat köprüsünün başına. Köprü kıl mıl ama terlik marifetiyle geçmen garanti. Varsayalım terliğin üfürüğü bitti, düştün baş aşağı harlı ateşe. Üstünde yanmaz kefen, uzat ayaklarını keyfine bak. Gerisini paraya kıyıp kefeni kapmayanlar düşünsün.

Saçma mı geldi. Onca tuhaf şeye inanıyorsun da sadece düşürmez terliğe, yanmaz kefene mi itirazın var? İnancın seni insan kılmamış işte, Atatürkçülüğün devrime yaklaştırmamış. Nakde dayalı her şey, verdin mi parayı cennete atılmayı umacaksın başka çare yok.

***

“Az konuşmak imandan, çok konuşmak nifaktandır” demiş efendisi hazretleri. Bütün hadisleri sahih bulmuş ama bu işine gelmemiş. Hâlbuki kabak gibi ortadadır mesajı. Yedi gün 24 saat konuşuyor, bu sayede televizyon yıldızı oldu, servet edindi. İnsan duyunca şaşırıyor ama profesör aynı zamanda. Uzmanlık alanı hadis. Yani kutsal kitap dışında kalan söylentiler, dedikodular. Kaynak dedikodu olunca gıybetin bini bir para tabii. Uydur uydur söyle, kim “aman hocam amma attın” diyecek?

Hayat yanlışladı zaten çok konuşmanın nifak olduğunu. Konuşa konuşa iman tazeledi, Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğü'ne atandı geçen hafta. Yeni görevinde uzmanlığıyla çakışan tek şey üniversitenin adına eklenen İslam. “Bilim ve teknoloji ne iş hoca” dedi cemaat haliyle. Alındı, kendisine yönelik eleştirilere Twitter'dan yanıt verdi: "Yıllardır aleyhime yazanlar, saldıranlar, hakaret edenler, iftira atıp yalan haberleri yayanlar. Hepinizle mahşerde karşılaşacağım."

Başına gelecekler malum olmuş olmalı, “Ahirette 'like'larınızın da hesabını vereceksiniz” diye tehdit etmişti cemaati. Biz hesap sadece Amerika’daki sunucularda tutuluyor sanıyorduk hâlbuki.

Like’lamak, paylaşmak, beğenmek yasak ama "teyzekızı, amcakızı, halakızı, dayıkızı" etrafta dişi varlık olan kim varsa serbest. Eşcinsellik hastalık, çıplak yıkanmak günah, hamile hamile sokakta dolaşmak sapkınlık. Ama imar işlerine gelince hadisin hükmü geçmiyor. Çok konuşarak kazandığı paraları Sultanahmet’te bir otele yatırdı. Haberlere göre fırsatını bulunca kaçak kat da çıktı üstüne. Kim çıkmıyor ki? Ama onu haber yaptılar niyeyse! Haberi yapanlara kızdı o da, “Mahkeme-i Kübra’da bu iftiracıların imanına talip olacağım. Bu yalan ve iftira haberlerini yapan, yayan, vesile olan kim varsa, asla hakkımı helal etmeyeceğim” dedi. Erken söylemeyeydi keşke. Haberleri yapanlar da kaymaz terlik ve yanmaz kefeni kaptıysa Mahkeme-i Kübra falan hepsi hikâye!

***

Yusuf Kaplan ise hem profesör hem köşe yazarı. Dünkü yazısında cinsiyet eşitliğini “sinsi proje” ilan etti ve “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkılması çağrısı yaptı. İstanbul Sözleşmesi dediği, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi.” Aklı başında bir insanın kadına ve çocuklara yönelik şiddetin önlenmesiyle ne derdi olabilir ki? Hem kim diyor ülkede cinsiyet eşitliği olduğunu?

Birkaç yıl önce “Erasmus değil ‘Orgasmus’ projesi” başlığıyla bir yazı yazmış, öğrenci değişim programını hedef almıştı. Erasmus bursu alan öğrenciler arasındaki gayr-ı meşru ilişkiden bir milyon çocuk doğduğunu öğrenmişti her nasılsa. Düşünün, bir milyon çocuk, iki milyon ana baba demek bu. Toplanıp bağımsızlığını ilan etseler al sana Orgasmusya!

Fakat modernizmin gözü kör olsun, yazısının yayınlanmasının ardından kızının Erasmus programıyla Sorbonne Üniversitesi'nde öğrenim gördüğünü hatırlattılar yazarımıza.

Olsun, "modern eğitim sistemi", "modern sağlık sistemi ve hayat tarzı"na karşı. Çünkü modernleşmenin "gönüllü fahişelik" olduğunu iddia ediyor. Şeytan dürttü biyografisine bakayım dedim. Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Ana Sanat Dalı'ndan mezun. Üniversite öğreniminden sonra tutmuş İngiltere'nin yolunu. East Angila Üniversitesi'nde yüksek lisan yapmış, "Story-Telling and Myth-Making Medium: Television" adlı bir de tez hazırlamış. Londra Üniversitesi ve Middlesex Polytechnic'te doktara yapmış. Baştan ayağa modernlik!

Ama onca okul, onca eğitimden sonra, yazıp çizdiği, ürettiği bu. “Camera obscura”dan bakıyor her şeye, gerçeğin tepetaklak bir hayalini görüyor haliyle. Tuhaf, ışık geçirmez bir karanlık odada duruyor, bulduğu tek delikten geçebilen ışığın duvardaki yansımasını görebiliyor. Dönüp kendine bakma şansı yok. Bütün cinsel sapkınlıklar seküler hayatın ürünü. Çünkü tarikat yurtlarında bebelere tecavüz eden karanlık yobazın görüntüsü yansımıyor duvarına.

***

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu başlayınca AKP Milletvekili Metin Külünk, soruşturmasının “günah işleme özgürlüğüne müdahale” olduğunu söyledi. Dinleme kayıtları ile bireylerin özgürlük alanları ortaya saçılmıştı. Hâlbuki Allah insana günah işleme özgürlüğü vermişti. Soruşturma ile işin böylesine derin olan felsefi boyutu ihmal edilmişti. Bu noktada Diyanet’e görev düşüyordu, yolsuzluğun ve rüşvetin felsefi boyutu gündeme getirmeliydi. “Günah işleyip tövbe edecek kul yarattım” demişti Allah. İnsanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edenler, Allah’ın hududuna müdahale etmiş oluyordu aynı zamanda. “Bu bireyin günah işleme özgürlüğüne müdahale, hayır sen günah işleyemezsin baskısıdır. Böyle bir rol kimseye yok” diye bağladı bu derin felsefi sohbetini.

“Ne felsefesi bu” diye sormayın, gayet açık, din felsefesidir. Felsefe dinden esinlenince yaklaşık böyle bir şeye dönüşür.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini yazanların bile hayal edemediği bu “günah işleme özgürlüğü”nün mucidi ise Hayrettin Karaman. O da profesördür. Uzmanlığı İslam hukukunda içtihat. İçtihat, bir kaynağa dayanarak hüküm çıkarmak demektir. “Günah işleme özgürlüğü” Karaman’ın içtihadıdır. Açıktır, fetva sayılır.

Yine AKP’nin köşeye sıkıştığı bir başka vakada da zaruri durumlarda rüşvet almanın haram olduğunu ama vermenin caiz olduğunu söylemişliği var. Aktarayım, eksik kalmasın: "Burada emirin, valinin veya sultanın, rüşvetinizle sizin evrakınıza imza atması, size isteğinizi vermesi, istediğiniz emri çıkarması hadisesi vukua gelmezse, siz hemen bir haftada veya 24 saat içinde ölmezsiniz; ama meşru bir menfaat elinizden gider ve siz artık ondan istifade edemezsiniz. Edemeyince, demek ki, fıkıh bunu bir zaruret olarak kabul ediyor ve bundan dolayı rüşvet verirsin diyor. Bu senin için caizdir. Ama karşı taraf için haramdır." İçtihattır ve gayet açık fetvadır

***

Bu ilahiyatçılar eski “modernist ve laik” rejimin üniversitelerinde yetişti. Belki öğrencilerine emir veya görev gereği Atatürkçülük bile anlatmışlardır. Ama tam da anlattıkları o Atatürkçülük yüzünden çöktü ülke. Artık anlatmıyorlar. Laiklik tepelendiği için zincirlerinden boşandılar üstelik. Saçma sapan Atatürkçülükten boşalan yeri saçma sapan hurafe yığını ile dolduruyorlar şimdi.

Artık anlatılmayan o Atatürkçülüğü satın almak için kuyrukta halkımız. Bastırıyor parayı, sarılıp el yapımı cildine, ağlayarak evinin yolunu tutuyor. Biçare, devrim yapacak değil ya!

“Atam ne de güzel rakı içerdi, ne de güzel bakardı, ne de güzel yüzerdi”,  sarıldığı kitabın içeriği bu. Yani Nutuk dışında kalan söylentiler, dedikodular. Din olsa resmen hadis sayılır, şükür ki değil!

"Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir" demiş Einstein. Gördüğünüz gibi laiki de dincisi de aynı şeyi yapıyor ama farklı sonuç bekliyor. Çöküş de delilik de böylesine nesneldir

Eski rejimin aydınlarını yazmıştık bir önceki yazıda, yeni rejimin maydınları da işte bunlar. Nereden bakılırsa bakılsın kolektif bir delilik halidir.

Çürüme derinleşiyor, düzen yıkıldı yıkılacak. Artık yazmak büyük ölçüde enkaz kaldırma işidir.