Orhan Gökdemir

Bu İdris-i Bitlisilerin, bu Yavuz Selim özentilerinin, bu Kızılbaş düşmanlığının, Nakşiliğin, şeyhliğin, şıhlığın ortalığa doluşması laik cumhuriyetin yıkılması nedeniyledir. İşte tarihi, İdris-i Bitlisi planı ile gidilecek yol kalmamıştır. 

İdris-i Bitlisi planı

Orhan Gökdemir

Numan Kurtulmuş, Meclis Başkanıdır, 19 Mayıs'ta Şırnak Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada 1514 Çaldıran Savaşı öncesinde, İdris-i Bitlisi marifetiyle Yavuz Selim ve Kürt Aşiret reisleri arasında Safevilere karşı kurulan ittifakı övdü. Dediği şu; “1514'te Çaldıran'da o ittifakımız, Anadolu'daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasına neden olmuştur.” Övdüğü Bitlisli Kürt İdris’in şahsında Osmanlı-Kürt Aşiretleri ittifakıdır. Tabii, bu ittifakın hedefi de Şah İsmail nezdinde Kızılbaşlardır. Yavuz Selim ve Bitlisli İdris birer Kızılbaş kasabıdır çünkü.

Bu eski ittifak övgüsünün gündeme Abdullah Öcalan ile yaptıkları yeni ittifak vesilesiyle gelmiş olduğunu biliyoruz. Demek ki yeni bir İdris-i Bitlisi buldukları kanısındadırlar. Onun yönetimindeki Sünni Kürtlerle İran sınırına dizilecekler ve Suriye içlerine fethe çıkacaklar. Bu durumda içerideki Kızılbaşları ayıklama şartı var. 16 yüzyıla kesin dönüş planıdır.

Tabii, Kurtulmuş’un Şah İsmail’i ve onun safında Osmanlıya karşı savaşan Kızılbaşları “Müslüman” saymaması yerindedir. Nihayetinde Kızılbaşlar konar-göçerdir, Müslüman ise yerleşik-oturaktır. Osmanlı oturakların imparatorluğudur, Safeviler konar göçerlerin. Ünyeli Numan, Bitlisli İdris övgüsüyle, Kürt-Türk İslam Sentezi ittifakının Kızılbaşlığa yer bırakmayacağını haber vermektedir.

Peki Abdullah Öcalan’dan İdris-i Bitlisi olur mu? Cevabı solu silik ve Aleviliği düşük PKK tarihindedir. Önce Süleymaniye’de Nakşi-Halidi tarikatını tanıdılar, sonra o tarikatın en önemli uzantısı olan Şeyh Sait’i ve Said-i Kürdi’yi ululadılar. Kürt İslam Sentezine geçiş İdris-i Bitlisiliğe kesin dönüştür. 

***

İdris-i Bitlisi veya Bitlisli İdris, Kürt kökenli bir Osmanlı Kapıkuludur. Mevlânâ İdris, demek ki aslı molladır, olarak da anılıyor. Devlette yükselmesi “sofu” Bayezid zamanında. Bayezid İran’dan göçüp gelen Şah İsmail kaçkını, haliyle Şiiliğe düşman bu mollayı keşfetmiş, ödüllendirmiş. Bir padişahlar tarihi, “Heşt Bihişt”, yazması için özendirmiş. Sonra, saray içi çekişmeler nedeniyle kızağa çekilmiş, Mekke’ye göçmüş. Bayezid ölüp tahta Selim çıkınca, Şii Safevi Devletinin Anadolu Kızılbaşlığı üzerindeki etkisini kırmak üzere sınıra bir duvar örmeye karar vermiş. Duvar Sünniliktir. Bitlisli İdris’in bu planı hayata geçirmek için en uygun adam olduğunu söylemeye gerek yok. Selim’le ortak noktaları Kızılbaş düşmanlığıdır. 

İdris’in ilk işi Safevilerle Osmanlı arasında seçim yapmakta zorlanan Kürt beylerini ikna etmek oldu. Duvar örüldükten sonra Anadolu içlerine Kızılbaş avına çıkıldı. Bu avda 40 ila 70 bin arasında Kızılbaş’ın halledildiği iddia ediliyor. İdris, kurduğu duvarı tahkim etmek üzere Selim’i halifelik ilan etmeye de ikna etmişti. Mısır’a sefer düzenlediler, kendini halife sanan bir zavallıyı İstanbul’a getirip halifeliği Selim’e devretmeye ikna ettiler. Şiiliğe karşı duvarın son tuğlasıdır.

İdris, Yavuz Selim’le aynı yıl, 1520’de öldü. Mezarı, Eyüp sırtlarında İdris Köşkü Caddesi'nin kıyısına gömüldü. Her ne kadar bir tarikata mensup olmadığı söylense de Ünyeli Numan’la birlikte Nakşibendi Tarikatı hanesine yazabiliriz. Ülkenin bugünkü halinin kısa tarihidir. 

***

Osmanlının Sünnileşmesinin ve İran’ın Şiileşmesinin dramatik bir tarihi var. Safevi Tarikatı şeyhi İsmail, Akkoyunlu Emiri Mirza'yı bertaraf ettikten sonra kendisini Şah ilan etti. Böylece Safevi Tarikatı bir devlete dönüşmüş oldu. Şah İsmail Osmanlıdan korkuyordu, Şiiliği devletinin mezhebi ilan ederek Osmanlıya karşı bir duvar ördü. Mezhepler ve tarikatlar, birer inanç olmaktan çok birer duvardır. 

Yalnız Şiilik de Osmanlının altını oymak anlamına geliyordu. Safevi Devleti kurulunca Anadolu’da konar göçer Türkmenler “şaha gitmek için” yola düştü. Osmanlı gitmelerini istemiyordu, engel olmaya çalıştı. Haliyle ona da Safevi Devletine karşı bir duvar gerekiyordu. İlk iş, sınıra Sünni Kürtleri yerleştirmek oldu, sonra Sünni tarikatları destekledi ve konar göçerlere, haliyle Kızılbaşlara, düşman oldu. 

Şah İsmail’in ve Yavuz Selim’in o korkuları İran’da ve Türkiye’de iki halkın hayatını etkilemeyi sürdürüyor. İran’da Şiilikten esinlenen şeriatçı bir rejim var ve Türkiye Sünniliği tahkim etmeyi, Aleviliği itip kakmayı sürdürüyor. 

Yavuz Selim’in hayatı Şah İsmail ile didişerek geçti. Bu, sınırlar ötesindeki tehditten kaynaklanan olağan gerilimlerden biri değildi. Mülkü olan topraklarda yaşayan konar-göçer Türkmen-Kızılbaş nüfus kendisini Osmanlıdan çok Safevilere yakın hissediyordu. Selim bu nedenle ayaklarının altındaki toprağı hep kaygan hissetti. Öyleydi. Kızılbaş isyanları iktidarını zorluyordu. Selim, her hareketinde arkasından emin olmaya çalıştı, her dış seferi bir iç sefere dönüştü. Sınıf savaşının din ve mezhep savaşı gibi göründüğü bir zaman aralığıdır. Ezilenler Türkmen Kızılbaşlardı, bu nedenle, iktidarına karşı bütün hareketler Sultana ayrımsız bir Kızılbaş ayaklanması olarak görünüyordu. Gerisinde kendi halkına düşman olan bir imparatorluk tarihi var. 

O tarihin izinden gidiyoruz. “Etrâk-ı bî-idrâk”, akılsız-aptal Türk, tabiri 16. yüzyılın Şeyhülislamlarından Sadettin Efendi’den miras kalmıştır. Hocanın “Tacü’t-Tevârih” adlı eseri Türk ve Türkmenlere hakaretlerle doluydu. “Başına tac aldı çıkdı ol pelid/ İtdi bî-idrak Etrak’i mürid” diyordu eserinde. Bugünün Türkçesiyle, “O pis adam başına taç takarak ortaya çıktı. Kendine akılsız Türkleri mürit yaptı” demekteydi. Başına taç takan pis adam Şah İsmail'di. Akılsız Türkler ise Şah İsmail’e katılmak isteyen Anadolu Türkmenleri, Kızılbaşlarıydı.

Bu düşmanlığın maddi temelleri var. Osmanlı göçebelere karşı yerleşik Müslümanların ve Hıristiyanların devletiydi. Göçebe aşiretlerle bağını koparmıştı. Ordusu kozmopolitti; devşirmelerden, paralı askerlerden, Hıristiyan Rumeli köylülerinden oluşmaktaydı. Aynı nedenle Bizans da göçebelere karşı Osmanlıları desteklemişti. Anadolu’nun devlet denetimindeki bölgesi Roma’ydı, göçebelerin yaşadığı Bizans kontrolü dışındaki bölgeler ise “Türkiya”. Yerleşik göçebeyi, göçebe yerleşiği hor görüyordu. Göçebe, oturak ve tembel yerleşiği küçümsüyor, yerleşikler ise göçebeleri İslam ve uygarlık düşmanı olarak görüyordu. Neo Osmanlı Numan Kurtulmuş’un bilinçaltının şifreleridir.

***

Sünni kökenli Safevi Hanedanın Şiiliğe ve Kızılbaşlığa meyletmesi Şeyh Cüneyt, oğlu Haydar ve torunu İsmail zamanında oldu. Böylece Şiilik ve Kızılbaşlık uçlarda birbirine karışmaya başladı. Bu heterodoksinin ortak noktası Ali’ye duyulan olağanüstü saygıydı. Şahlar da izleyicileri tarafından Ali’nin vücut bulmuş hali olarak görülüyordu. Bu inanç Anadolu içlerinde yayıldı. Şah bir tür yeni Tanrıydı. Türkmen kökenliler kırmızı başlıklarıyla ayır ediliyordu, Kızılbaş diye adlandırıldılar. Böylece, Osmanlı’nın tersine, göçebe Türkmen aşiretlerine dayanan Safevi Devleti bir Türk devleti olarak ortaya çıktı. Anadolu’nun dışlanmışları “Şah’a gitmek için” kapıları zorluyordu. Haliyle İran uzun süre Osmanlıdan daha çok “Türkiya” oldu. Yerleşik ve Sünni Müslümanlara yaslanan Osmanlı ile göçer ve heterodoks İran’ın kavgası aslında budur. 

Bu itiş kakışta bir de Kızılbaş-Kürt savaşı var. Şah İsmail Osmanlı sınırındaki Kürt aşiretlerinin topraklarına el koyup onları Kızılbaş aşiretlerine zimmetliyordu. Şiilik devlet dini haline gelince Sünni Kürtlerle Şii-Kızılbaş Şah askerleri arasındaki maddi düşmanlığa bir de din düşmanlığı eklendi. Bu durumda Sünni Kürt aşiretleri de Osmanlıdan yardım istedi. Böylece uçlarda bir Kızılbaş-Kürt savaşı başladı. Yavuz Selim bu savaşın en Türk düşmanı karakterlerinden biridir. Gerisi henüz yazılmamış Kürt-Türk Aşiretler savaşıdır. Martin Van Bruinessen’den özetledim. 

***

Cumhuriyet çözmüştü, laiklik gelince, yurttaşlıkta birleşmiştik. Bu İdris-i Bitlisilerin, bu Yavuz Selim özentilerinin, bu Kızılbaş düşmanlığının, Nakşiliğin, şeyhliğin, şıhlığın ortalığa doluşması laik cumhuriyetin yıkılması nedeniyledir. İşte tarihi, İdris-i Bitlisi planı ile gidilecek yol kalmamıştır. 

Bizim ise birleşmiş bir halkın başını dik tutmasını sağlayacak başka bir planımız var. Yıkılan cumhuriyetin yerine daha eşitlikçi, daha laik olan yenisini kurarız, o gün 16. yüzyıl mahsulü bütün hortlakları kovarız. Bölünerek değil birleşerek gelir barış.