Sadeleşiyoruz. Yönümüzü cumhuriyete değil devrimci bir cumhuriyete dönüyoruz. Eşitlik yurttaşlık değil, eşitliği tam bir yurttaşlık istiyoruz.
Devrimci cumhuriyete ve yurttaşlığa giriş
Orhan Gökdemir
“Eşit yurttaşlık” hoş kelime. Kim aksini söyleyebilir ki? Doğrudur, bir ülkenin sınırları içinde yaşayan her yurttaş eşit olmalıdır.
Fakat sorun şu ki yurttaşlık eşitlikten doğmuştur. Yurttaşlık “a priori” eşitliği varsayar. Eşitsizlikte yurttaşlık bulamıyoruz. Teoride kalsa bile, eşitlememişse yurttaşlık imkansızdır. Bu durumda “eşit yurttaşlık” tamlaması bir totolojidir. İçindeki “eşitlik” yurttaşlığa yeni bir anlam katmamaktadır çünkü.
Tabii “eşit yurttaşlığı” yurttaşlıkla çelişkili hale getiren bir sorun daha var. “Eşit yurttaşlık” kimliklere eşitlik talep etmektedir. Kimliklere eşitlik değildir yurttaşlığın esası; kimlikleri ortadan kaldırmak ve ortak yaşamı esas alan yeni bir kimlik oluşturmaktır. Haliyle şu etnik grubun veya bu dinsel inancın ötekisiyle eşit olup olmaması değil, varlığı yurttaşlıkla çelişir. Böylece “eşit yurttaşlığı”, “yurttaşlık” olarak sadeleştirmiş oluyoruz.
***
Kökeni Antik Yunan şehir devletlerine dayanıyor. “Citizen” veya “citoyen”, “şehrin sakini” demekti. Ancak henüz bütün şehirliler “citoyen” değildi, köleler ve yabancılar dışındaydı. Başlangıçta içinde eşitlik yoktur demek ki. İçine eşitliğin sızması devrimle birliktedir.
Gerçi Fransız Devrimi’nde de istisnaları vardı. “Yurttaş”a kadınlar dahil edilmemişti örneğin. Sonra burjuvalar yoksulları da dışında tutmak istedi, yurttaşlık haklarını sadece mülk sahibi Fransızlar kullanacaktı. “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi”ndeki hukuksal eşitlik burjuvaziye rağmen kabul edilmiştir. Yurttaşlık da o eşitlikle şekillendi. Devrim soyluluk unvanlarını kaldırdıktan sonra, devrimciler birbirlerine “yurttaş” diye seslenmeye başlamıştı. Artık kimse ötekinden üstün değildir demekti bu. Düşük Kral XVI. Louis’ye “Yurttaş Louis Capet” diye seslenmeleri bundandı. Yıllar sonra bir başka devrimde de devrik II. Nikolay'ın muhafızları ona “Yurttaş Romanov” diye sesleneceklerdi. Yurttaş varsa kral yoktur. Devrim, kral olmasın, herkes yurttaş olsun diyedir.
***
Bugünkü sorun yaratan hali ulusçuluk ve ulus devletten kaynaklanıyor. Ulus devlet diğer soyları bir üst soy içinde eritmeyi hedefliyordu çünkü. Kendini kurarken ötekileri eritme, olmadı ezme ihtiyacı vardı.
Bakmayın tabu haline getirilmesine, Avrupa uluslarının keşfedilmesinin şunun şurasında iki yüz yıllık bir tarihi var. Bizdeki “Türkçülüğün” ömrü daha kısa, bir yüzyıldan az bir zaman önce keşfedildi o da. Daha önce “Türk” birkaç Osmanlı “tarih”inde hakaret niyetine kullanılan bir kelimeden ibaretti.
P.J. Geary, “Uluslar Miti ve Avrupa Kimliği” adlı çalışmasında şöyle diyor: “19. yüzyılda doğan Modern Tarih, Avrupa milliyetçiliğinin bir enstrümanı olarak yaratıldı ve geliştirildi. Milliyetçi ideolojinin bir aracı olarak Avrupa milletlerinin tarihi büyük bir başarıydı; fakat bu tarih geçmişe dönük kavrayışımızı etnik milliyetçilik zehri ile doldurulmuş bir zehirli atık çöplüğüne çevirdi ve bu zehir, popüler bilince sızdı.” Demek ki elimizde “milliyetler ve onunla örtüşen siyasi sınırların var olduğuna” değgin herhangi bir veri yoktur. Bugünkü halklara kültürü ve dili miras bırakmış eski “halklar”, (Germenler, Gallo-Romenler, Keltler, Franklar) ile bugünküler arasında kurulan bağlar da birer 19. yüzyıl mitolojisidir. Avrupa bugün olduğu gibi dün de birer halklar ve diller mozaiğiydi. 20. yüzyılın başında bile Fransa’da Fransızca konuşanların sayısı nüfusun yüzde 50’sinden fazla değildi. Yani, etnik kökene dayalı milletler oluşmamış, tersine icat edilmişlerdir. “Uluslar Miti”nden aktardım.
Kökeninde kapitalizm ve bu canavarı beslemek üzere çıkılan kıtalar arası sömürge seferleri var. Pazar gelişmişti ve onu korumak üzere “milli sınırlar”a ihtiyaç vardı. 18. yüzyılda, bir yandan halkların kökenini öte yandan da “Batı Uygarlığı”nın temellerini tartışmaya başladılar. Üstünlüğü artık açık olan bu uygarlığın kökenleri Greko-Romen uygarlığa dayanıyordu. Ama onun da kökleri uzakta, Asya’daydı. Mesafenin aşılmasının yolu da “barbar istilalarında” bulundu. Barbar fetihleri ile uygarlık Avrupa’ya doğru taşınmış ve yeni bir senteze ulaşılmıştı. Şaşırtıcı değil, elde “sınıf” kavramı olmadığında tarih ve toplum böyle de görünebilir. Düğümü Marx ve Engels çözdü: Kavga ne etnik ne de dinseldi, derinlemesine sınıfsaldı.
Batılı, dünyaya yayılıp daha fazla bölgeyi kontrol altına aldıkça “beyaz adamın” üstünlüğüne daha fazla inanılmaya başlanmıştı. Temel hazırlanmıştı. 19. yüzyılda Avrupa’nın her yerinde “kıta ırkçılığı” boy verdi. Fransız düşünür Joseph-Arthur Gobineau, uygarlıkların yazgısını ırksal bileşimlerin belirlediğini işte böyle bir iklimde ileri sürecekti. Şöyle diyordu: “Tarih, yalnızca beyaz ırkların ilişkisinden doğar.” Nietzsche’den Hitler’e uzanan ve bütün Avrupa uluslarını içine alan bir kıta ırkçılığının ilk ve kaba formülasyonuydu bu. Ulus-devlet, ırkçı-milliyetçiliğin üstünde gelişiyordu ve nüfuz ettiği hemen her yerde yeni ırklar ve yeni milletler keşfediliyordu. Jakobenizmle faşizm arasındaki kısa Avrupa tarihidir.
***
Bu arayışın türevi “Türkçülüğün” de, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında keşfedildiğini biliyoruz. Irka dayanan siyasi bir Türk milleti teşkili “devleti kurtarma çaresi” arayan aydınlar arasında bir fikir jimnastiği tonundaydı. Bu ırki Türkçülüğün kaderini belirleyecek olan şeyin kendi olgunlaşması olmadığı daha o zamandan belliydi. Çünkü İslamcılık ve Osmanlıcılık siyasetlerinin kurtuluş umudunu yeterince desteklemediği noktada Türkçülük bir son çare olarak belirebilmekteydi. Arkasında kimse yoktu, bir siyasal hareket değildi. Türkçülük akımı yüzyıl önce bu kadardır. “Türkler” henüz “Türk olduklarını” bilmemektedir.
Bir millete mensup olmak, her durumda, sonradan öğrenilen bir durumdur. Almanlar Alman olduğunu, Fransızlar Fransız olduğunu sonradan öğrenmişlerdir; biraz geç olmakla birlikte Türkler de Türk olduğunu öğrenmişlerdir. Kürtlerin Kürt olduğunu öğrenmesi ise yenidir. Haliyle “eşit yurttaşlık” talebinde bir geç kalmışlık var.
***
Bizim aydınlanma tarihimizin esası da tebaadan yurttaşa dönüşmek üzerinedir. İlk kez 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de kayda geçirdik. Buna göre "Devlet-i Osmaniyye Tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine hangi din ve mezhepten olur ise olsun bila istisna Osmanlı tabir olunur” denilmektedir. Böylece yurttaşlık tanımından din ve ırk çıkarılmış olmaktadır.
1924 Anayasasındaki özgürlük tanımı, doğrudan 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesinden alınmadır; “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir.” “Türk” ırksal temelli değil, yurttaşlık temellidir yani.
Tabii bu durumda “nationalite” ile “citoyen” terimleri birbirine karışmaktadır. Aynı zamanda halk ile ulusun birbirine karışması halidir bu. Oysa bunlar birbirinden ayrıdır. Ulus belli sınırlar içinde yaşayan belli bir soya, halk o sınırlar içindeki ortak yaşama yaslanır. “Yurttaş” için çıkış noktamız halktır. Bize ortak yaşama dayalı bir halk ve yurttaş tanımı gerekiyor demek ki. Etnik kökenden ve inançtan bağımsız her bireyin yurttaş sayılabileceği yeni bir çerçeveden söz ediyoruz.
***
Tabii yeni bir yurttaşlığa ulaşmanın pek çok zorluğu var. Bunların başında onu var eden devrimci-ilerici iklimin değişmiş olması geliyor. Büyük Fransız Devrimi’nin esası Jakoben Devrimci Diktatörlüğüdür. Bu kralsız, kraliçesiz, kilisesiz bir düzen demektir. Kısaca Cumhuriyet diyoruz. Halkın silindiği, yurttaşlığın kaldırıldığı, herkesin tebaaya, kula, ümmete çevrildiği yerde, sermaye sınıfı diktatörlüğünde, eşitlik olmaz.
Aynı zamanda Jakobenizmden Faşizme evrilen bir sürecin tartışması demek ki bu. Burjuvazi, ilkinde eski düzenin egemen sınıflara karşı bir terör rejimi kurdu, kapıyı dönüşlerine kapatmak istiyordu; ‘Jakoben Terörü’dür. İkincisi, üzerine gelen yeni bir düzene kapıyı kapatmayı hedefliyordu, ‘Faşizm’ diyoruz. İlki kapıyı geçmişe, ikincisi geleceğe kapatmak içindir. İlkinin ilerici, ikincisinin gerici olması bundandır. Yurttaşlığı Jakoben Terörü ortaya çıkarmıştı, Faşist Terör bozmuştur. Haliyle Sermaye sınıfının egemen olduğu bir düzlemde eşitliği de yurttaşlığı da var edemeyiz. Demek ki “eşitliği” tam bir yurttaşlık için bize yeni-ilerici bir diktatörlük gerekmektedir.
Sadeleşiyoruz. Yönümüzü cumhuriyete değil devrimci bir cumhuriyete dönüyoruz. Eşit yurttaşlık değil, eşitliği tam bir yurttaşlık istiyoruz.