AKP usulü cihat

27 Mayıs 2010. AKP’nin 16 yıllık iktidarının ortaları. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı sert ambargo insani bir drama dönüşmüş, tepki büyük. “Anti Siyonizm” ile yetişmiş ve “İslam dünyasının lideri olma” hayaliyle başı dönmüş AKP İsrail’e kafa tutmaya karar veriyor. Erdoğan’ın bir yıl önce Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e karşı yaptığı "van münüt" şovunun etkisindeler hala. Fakat savaş açacak halleri yok, yapılabilecekler sınırlı. Düşün taşın son çare İHH adlı yandaş “yardım derneği”nin organizasyonu ile bir gemiye doluşup, İsrail ambargosunu delmekte karar kılınıyor. Riski az, çok çok gemiler geri çevrilir. Sonuç ne olursa olsun hem AKP, hem de İHH kazanmış olur. 

Bu amaçla kiraladıkları gemi Antalya limanından devlet töreni ile hareket ediyor. Fakat geminin önü 30 Mayıs gecesi Akdeniz açıklarında İsrail donanması tarafından kesiliyor. Sabaha karşı müdahale. Helikopterden gemiye inen İsrail komandosu direnmeye kalkışanlara ateş açınca, o gece gemidekilerin dokuzu ölüyor. Eylem AKP’nin hiç hesap etmediği bir şekilde nihayete eriyor.

Dedik ya, İsrail velinimetleri, savaş açacak halleri yok. Geriye kalan tek çare, Türk mahkemelerinde dava açmak. Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı dâhil dört İsrailli yetkili hakkında şikâyetçi olunuyor. Fakat dava görülürken dış politikada sıkışan AKP yardımına ihtiyaç duyduğu İsrail’le anlaşmaya karar veriyor. Meclis’e getirilen anlaşma yasa tasarısı AKP’li vekillerin oylarıyla kabul ediliyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan ivedilikle onaylıyor. Savcı anlaşmayı gerekçe göstererek davanın düşürülmesini istiyor. Saldırıdan altı yıl sonra dava düşüyor, İsrail temize çıkarılıyor. 

AKP böylece 20 milyon dolarlık “sus payı” karşılığında kışkırtıp bir gemiye doldurduğu yandaşlarını yüzüstü bırakarak Mavi Marmara Davası’nın ve Gazze ablukasının üzerini örtmeyi kabul ediyor. Mağdur yakınları tepki gösteriyor haliyle. Tayyip Erdoğan tepkilere çok öfkeleniyor, “Giderken bana mı sormuştunuz?” diye kükrüyor. 

Ülkenin dışişleri sanırsınız, AKP usulü cihattır. 

***

24 Kasım 2015. Mavi Marmara faciasından beş yıl sonra Suriye sınırında seyreden Rus savaş uçağına Türkiye sınırından ateş açılıyor, uçak düşüyor. Paraşütle atlayan pilot cihatçı katiller tarafından yakalanıp linç ediliyor. AKP bu kez Suriye üzerinden Moskof’a karşı cihattadır. Zafer naraları atılıyor AKP gurubunda. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu o havanın etkisiyle “emri ben verdim” diye övünüyor. Hatta emri kimin verdiği Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında hafif bir sürtüşmeye bile neden oluyor.  

Fakat Rusya uçağın düşürülmesine çok sert tepki veriyor. Tepki vermekle kalmayıp Türkiye’ye ağır bir ambargo uyguluyor. AKP sıkışıyor, çark etmeye başlıyor. Önce uçağın hükümetin bilgisi dışında düşürüldüğü iddia ediyor. Olmayınca suç tetiği çeken pilotlara atılıyor. Pensilvanya’dan emir alıp eylemi yapmış olabileceği, amaçlarının da hükumeti zor durumda bırakmak olduğu iddia ediliyor, pilotlar tutuklanıyor. “Emri ben verdim” şişinmesiyle açılan müsamere, Erdoğan’ın "Rusya, bir pilotun yaptığı hataya Türkiye'yi feda etti" sözleriyle kapanıyor. 

Ülkenin dışişleri sanırsınız, AKP usulü cihattır. 

***

Ekim 2016. ABD'li Rahip Brunson İzmir'de "terör örgütü adına suç işlemek ve casusluk” iddiasıyla gözaltına alınıyor. İki ay sonra Fetö’ye üye olma iddiasıyla tutuklanıyor. Anlayacağınız, AKP bu kez büyük şeytan ABD’ye karşı cihatta. Ama nihayetinde ABD sebep-i hikmetleri, savaş açacak halleri yok. Mecbur papaz pazarlığı ile durumu idare edecekler. AKP, rahibi Fethullah Gülen’in iadesi için koz olarak kullanma niyetini belli ediyor. Erdoğan, “Bu fakir bu görevde olduğu müddetçe o teröristi alamazsın. Sen bunu vermiyorsan bundan sonra sen bizden her hangi bir teröristi istediğin zaman bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın” diyor. “Ver papazı al papazı”, cihadın mottosu böyle. 

Fakat ABD Başkanı Trump cihatçılarımızın bu tavrına çok öfkelenince papaz mecburen evde hapse alınıyor. İşe yaramayınca geçen haftaki son duruşmada üç yıl hapse çarptırıp saldılar. O sırada “fakir” hala görevdeydi. AKP’nin son cihadıdır.

Nedir AKP usulü cihadın esası? “Fakir”in elinden sökerek aldığı papazı Beyaz Saray’da ağırlayan Trump anlattı; müzakere etmişler, fidye ödemeyeceklerini söylemişler, serbest bırakılmazsa çok kötü şeyler olacak diye tehdit etmişler.  Bildiğiniz AKP usulü cihat işte!

***

Bu olaylardan iki hafta önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ankara’da Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok'la bir araya geldi. Buluşmanın konusu bozulan iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden ele alınmasıydı. Çavuşoğlu’ndan kısa süre önce de Tayyip Erdoğan Almanya’ya gitmiş, Merkel’le görüşerek bozulan ilişkileri düzeltmeye çalışmıştı. Krizin sebebi AKP’nin seçimlerde bu ülkelerde şov yapmaya kalkması, fakat izin alamaması. 

Çavuşoğlu görüşmeden sonra açıklama yaptı, “Ne ben ne de Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hollanda hükümetini ya da halkını Nazi olmakla suçlamadık. Hollanda halkı için Nazi benzetmesi yapmadık. Sadece o dönemdeki Hollanda hükümetini eleştirdik” dedi. Hâlbuki her şey herkesin gözü önünde söylendi. “Nazi kalıntısı” olarak tanımladığı Hollanda’ya “Bakalım bundan sonra senin uçakların Türkiye’ye nasıl gelecek?” diye seslenmişti reisi. Almanya’ya da "Sizin şu andaki uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil, bunu böyle biliniz" demişti. 

Ne zaman söylendi bunlar? Geçen sene bu vakitler. Çavuşoğlu ne zaman inkâr etti söylenenleri? İki hafta önce. Dayak yenilip dönülen cihatlarda kafaya alınan seri ve sert darbelerin yol açtığı bildik hafıza kaybıdır bu. Unutmayıp ne yapacaksın, savaş mı açacaksın? Rahip özel uçakla Almanya’ya hareket ettiği sırada şöyle söyleniyordu Dışişleri Bakanı; “Kimse Türkiye’den baskıyla, yaptırımla netice alamaz.” Durumları bu kadar vahimdir. 

Kriz içeride vurdukça, dış politika dışarıda duvara tosladıkça AKP kıvırıp duruyor. Baş döndürücü bir hızda dönüyorlar. İsrail’e kafa tutmaları ile özür dilemeleri arasında saniyeler var. ABD önünde diz çökerek isyan etmeye kalkışmalarını derin bir pişmanlık izliyor. Suudi Arabistan’a çıkışmayı denediler geçen hafta. Kral Selman aradı, ne dediyse, yelkenler anında indi. Karşıdaki hem dinin, hem de petro-dolarların kralı, savaş açacak halleri yok ya!

***

Biliyorsunuz iktidarlarının ilk yıllarında kadrolaşmakta en çok zorlandıkları devlet departmanlarından biriydi Dışişleri. Çünkü okuma yazması yüksek memurların toplaştığı bir bölümdü. Reisleri, zorlanınca “monşer” diye aşağıladı Dışişleri diplomatlarını. Zamanla oturttu iktidarını, Dışişleri artık bildiğiniz AKP ilçe örgütü. Monşerlerden arındırılmış Dışişlerindeki mevcut durumu şöyle özetleyeyim:

Türban direnişi kahramanı eski milletvekili Merve Kavakçı Malezya Büyükelçisi. AKP eski milletvekillerinden Murat Mercan Tokyo, Abdülkadir Emin Önen Pekin, Tülin Erkal Kara Makedonya, Zekeriya Akçam Cakarta, Şaban Dişli Hollanda Lahey Büyükelçisi. Aile ve Sosyal Politikalar eski Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın kız kardeşi Ayşe Sayan Kuveyt Büyükelçisi… İlahiyat Profesörü Kenan Gürsoy Vatikan’da, Dış Ticaret eski Müsteşarı Tuncer Kayalar Nairobi’de, DPT eski Müsteşar Yardımcısı İbrahim Akça Lefkoşa’da, TİKA eski Başkanı Musa Kulaklıkaya Moritanya’da, Kani Torun Mogadişu’da, Vali Niyazi Tanılır Karadağ’da, YÖK eski Başkanı Yusuf Ziya Özcan Varşova’da, Ankara Vali Yardımcısı Şentürk Uzun Gana’da, Dış Ticaret Uzmanı Faruk Doğan Kamerun’da. 

Yani “Monşer” kalmadı Dışişlerinde, imamlar, eski vekiller, türbanlı ablalar gırla. AKP’nin arka bahçesi oldu olmasına fakat gitmiyor araba. Başlarında Çavuşoğlu, krizden krize sürüklenip hep birlikte çırpınıp duruyorlar. 

AKP usulü cihadın biri bitmeden diğeri başlıyor. Dün müftüleri toplayıp küçüğünün bittiğini büyüğünün başladığını müjdeledi. ABD ve İsrail olmadan cihat olur mu? Alamadan, verdiler papazı haliyle. “Fakir” sevinçli. Süpürülmeyeceğini anladı bir süre daha, zaman kazandı. Dışişlerinde ak günlere bir çentik daha atıldı.

***

Sonuna yaklaşıyoruz İslamcı fantezisinin. Emperyalistlere yalvarmak, patronlara yaranmakla geçti iktidarları. 16 yılda düşürdüler koca ülkeyi. Açlık ve yoksulluktan başka bir numaraları yok!