Ahmaklık, kekemelik ve dilsizlik üzerine

11-12 Aralık gecesi Mevlit Kandiliydi. Mevlit veya mevlid, Arapça “vld” kökünden geliyor. Bildiğimiz veled sözcüğü bu. Vld’in doğum günü ya da doğum zamanı demek daha uygun. Ne zaman? Rebiülevvel ayının 12. günü. Rebiülevvel, “evvel reb”, önceki bahar, daha iyisi ilkbahar demek. Şiiler için bu tarih Rebiülevvel’in 17. günü. Arada yaklaşık bir haftalık fark var. Hangisi doğru? İlk kutlamayı kim yaptıysa onunki…

Peki, ne zaman başlanmış kutlanmaya? Emevî - Abbâsî döneminde böyle bir uygulama yok. İki “İslam medeniyeti” de vur patlasın çal oynasın ilkesiyle hareket ettiklerinden, böyle uhrevi meselelere fırsat bulamamışlar. İlk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır'da, Şii-İsmaili Fatımi Devleti döneminde kutlanmaya başlanmış mevlit. Minareli ilk camilerin inşa edilmesi de sonradandır. Önce “scd”, secdeden türeyen mescid var ve başlangıçta üstü açık bir avludan ibarettir. Kandil? O bizim eklememiz. Osmanlı sultanı II. Selim mevlit gecesi minarelere kandil asılmasını emretmiş. “Mevlit”in “kandil”i Selim’in o kandili. Yoksa mevlit ile kandilin de bir ilgisi yok.

Peygamberin doğum tarihi, hicri takvimde 12 Rebiülevvel. Miladi takvimde 20 Nisan’a denk geliyor. Bizdeki doğum gününün doğum haftasına dönüştürülmesi uygulaması ilk 1989 yılında. Fakat orada da bir kesinlik yok. Bir dönem hicri, bir dönem de miladi takvim esas alınmış. Diyanet, 2007 yılında yayınladığı bir genelge ile kutlu doğum etkinliklerinin 14-20 Nisan tarihleri arasında yapılmasını emretmiş. Böylece biri hicri 1 günlük, diğeri miladi bir haftalık iki doğum günü kutlanmaya başlamış. Doğum gününü 11 Aralık’ı 12 Aralık’a bağlayan gece kutladık. Bir de gelecek yıl 14-20 Nisan tarihleri arasında kutlayacağız. Gerçek bir mucizedir bu…

***

Mevlit, minare, cami ve elbette kandil, “bidat”tır. Sonradan ortaya çıkmışlar, kabul görmüşler, gelenek haline gelmişlerdir. “İslam’ın şartlarından” değillerdir. Mehmet Şevki Eygi’nin sık sık yazdığı gibi, sonuna kadar açık hoparlörlerle ezan okumak dinin gereği değil, bizim Diyanet’in geleneğinin gereğidir. Mescitte minare yoktur. Minare mescide sonradan eklenmiştir. Minarede de hoparlör yoktur, bidattir. “Kubbe” dinin gereği değil, dönemin mimarisinin gereğidir. O zamanın teknolojisi ile geniş açıklıklar yapmanın tek yolu kubbedir. O şartlarda, beton ve demir icat edilmediğinden, çatı, ancak kubbe şeklinde örtülebilir.

Yani betonunuz ve demiriniz varsa, caminizin çatısı pekâlâ düz olabilir. Çatınız yeterince yüksekteyse, caminiz minaresiz olabilir. Sesiniz yetiyorsa hoparlör fazladır. Burada bir gelenek aranacaksa, bu gelenek ezanı çıplak sesle okumaktır. Yeni Müslümanının anlayacağı dilden söyleyelim, ezanı hoparlörsüz okumak “sevap”tır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, ülkenin neredeyse en yüksek bütçeli kurumu. Başkanı milyonluk otomobille geziyor. On binlerce insan çalışıyor, binlerce uzman mesai yapıyor. Yüz bine yakın camide on binlerce imam, müezzin, din görevlisi var. Devletten maaş alıyorlar. 15 Temmuz şeyinden sonra Perşembe akşamı ve Cuma günü namazdan önce sala geleneği icat ettiler. Sorulunca “eskiden vardı” diye cevapladılar. Böylece bir bidat daha icat ettiler. Dağ taş imam hatip, dağ taş ilahiyat fakültesi. Dini, ezanı, camiyi, mescidi, minareyi, bidati, Emeviyi, Abbasiyi, Fatımiyi, Şiiliği, Sünniliği, hilafeti, mimariyi bilen bir tek Allah’ın kulu yok aralarında. Sanki ilahi bir el gelip zihinlerini silmiş, her birini birer ümmiye dönüştürmüş. Öylesine bir cehalet hükmünü sürdüren…

***

E haliyle yeni normalleri oluyor ülkenin. İşte bunlardan biriyle daha yüz yüze geldik geçtiğimiz günlerde. AKP’li Kütahya Belediyesi yeni evlenen çiftlere eski Diyanetçi Hasan Çalışkan’ın kaleme aldığı “Evlilik ve Aile Hayatı” isimli kitabı dağıttı. Kitap demem sözün gelimi. O sözde kitapta, kadınlara “cinsel ilişki sırasında” uyulması gereken kurallar anlatılıyordu. “Cinsel ilişkide kadın da arzulu olmalıdır. Çünkü kadınlar arzulu olmadan cinsi ilişki kurulursa çocuk ahmak olur…” deniyordu mesela. “Kadınlarınızda cinsi münasebette bulunduğunuzda çok konuşmayın. Zira çok konuşmadan ötürü (sizlerde veya doğacak çocuklarınızda) dilsizlik-kekemelik oluşabilir” diye ekleniyordu.

Kılavuz bir kitaptı bu. Hangi yolun kılavuzu? Kadın çalışırsa işyerindeki yakışıklı erkeklere gönlü kayabilirdi. Çözüm dizini kırıp evinde, kocasının dizinin dibinde oturmasıydı. Kocası için süslenmeyen, erkeğin reisliğine itaat etmeyen kadın dövülebilirdi. Böyle dayak ilaç gibiydi. Erkeklerin için çok eşlilik yararlıydı, kadınları dize getirmenin bir yoluydu.

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, kitapla ilgili Meclis’te yapılan tartışmaya kendi üslubunca katıldı. Şöyle dedi; Laiklik, Türkiye’de AK Parti döneminde güçlendi. Eğer turizm 40 milyona çıkmışsa, turizm tesisleri artmışsa…” Ayrıca, dediğine göre vatandaştan kitapla ilgili bir şikâyet gelmemişti. Fikir özgürlüğü vardı memlekette.

İstanbul Erkek Lisesinde Noel yasağı haberi bu tartışma sırasında düştü ortalığa. Okul bir açıklama yaptı, Noel yasağı haberlerine “algı operasyonu” dedi. Açıklamada haberin gerçek olamayacağına kanıt olarak “İstanbul’un fethi” gösterildi, “İstanbul’u fetheden komutanın İstanbul Rumlarına karşı yayımladığı özgürlük ve inanç hürriyeti fermanı hala tarihteki parıltılı yerini korumaktadır” dendi. Noel'e karşıydı ama Rumlara karşı değildi âdem. Zaten karşı olacak bir Rum da kalmamıştı ortalıkta. Sen sağ ben selamet…

Tam iş kapandı derken AKP’li Mustafa Şentop, "Devlet okulunda misyonerliğe izin verilemez. Daha önce okulda Noel şarabı kaynatıp lise öğrencilerine içiren Alman öğretmenler varmış" dedi. Şentop’un eğitimle ilgili ilk isyanıydı bu. Ensar’da, şurada burada çoluk çocuk tecavüz edilirken hiç ortalığa çıkmamış, isyan etmemiş, kimseye haddini bildirmemişti.

Yani 40 milyona çıkan turizmle Fatih’in inanç hürriyeti fermanının güvencesi altında laiklik. AKP döneminde laik cumhuriyetin içine düşürüldüğü perişanlığın fotoğrafıdır bu. Laikliği tepelediler tepelemesine, yerine kurdukları dini düzen de şekilde görüldüğü gibi…

***

Laikliğe ve cumhuriyete sırtını döndün mü ahmaklaşırsın. Bilimsel delilleri var: Türkiye'nin eğitimde çöküşünü müjdeleyen PISA raporunun ardından, Ipsos MORI’nın düzenlediği “Eğitimsizlik Endeksinde" de Türkiye 40 ülke arasında en eğitimsiz toplumlar arasında yer aldı. PISA 2015 sonuçlarına göre Türkiye'nin fen, matematik ve okuma puanları 12 yıl önceki sonuçların bile gerisine düştü. Okuma-yazması olmayan insanlar ülkesine dönüştük bir on yıl içinde. Verilerin söylediği bu.

Ahmak, dilsiz ve kekeme oluyoruz özetle. Peki neden? İnsanın din görevlisi Hasan Çalışkan’ın kitabına inanası geliyor. Bunca ahmaklığın, bunca dilsizliğin, bunca kekemeliğin (doğuştan dilsizler ve kekemeler affetsin) bizim bilmediğimiz bir sebebi olmalı.

***

Tam yazıyı nereye bağlayacağımı düşünürken futbol yorumcusu, iktidar yandaşı Rıdvan Dilmen’in "Bir kulübe Osmanlıspor isminin verilmesine karşıyım" diye bir açıklama yaptığını gördüm haber sitelerinden birinde. “Hah işte” dedim, bunca çöküntüye, bunca cehalete rağmen aralarından aklını kullanan bir âdem çıktı, Cumhuriyetin önemine değiniyor.” Sevindim. Ama şeytan dürttü, gerisini de okudum. Okumaz olaydım. Cümlenin gerisi şöyle; "Tarihimizle gurur duyan birisi olarak Osmanlıspor adının bir futbol kulübüne verilmesine karşıyım. Bu isme karşı küfür de edilebilir." Sporunun da, yorumunun da gelmişine geçmişine sunturlu bir küfür sallayıp kapattım…

Yazıyı da bitiremedim haliyle. Boşuna yazıyorum hissine kapıldım. Paltomu giyip Kütahya Belediyesinin dağıttığı kitabı aramaya çıktım. Arıyorum hala…

Çok arzuluyum, çok istekleyim. Fazla konuşup dilsiz kekeme olmayayım, çözeceğim bu ülkenin sırrını sonunda!