Liberal cenahın ekseninin büyük ölçüde kaydığı Ahmet Şık konusunda bile cephaneliğe odun taşımayı başarıyor.

Mustafa Armağan Zaman’da tarih ‘yazıyor’

Gerici kalemler tarih alanında meydanı herhalde hiç bu kadar boş bulmamışlardı. Yakın zamana kadar toplumun okumuş yazmış kesimlerinde alay konusu olan tezler, sakil bir “demokrasi” sosuna bulanıp büyük bir ciddiyetle servis ediliyor. İşin acıklı yanı ciddi tarihçilerin büyük bölümü bu acaiplikler yokmuş gibi davranıyor.

“Mısırlı Dr. Fehmi Şinnavi ise o gür sesiyle şöyle haykırıyor: ‘Günümüz Arap zirvelerinde temel mesele, İsrail'e ne kadar boyun eğileceği. Eğer Osmanlı'ya bunun binde biri kadar boyun eğebilseydik, şimdiye kadar elimize geçenlerin milyon katını kazanırdık.’”

Alıntı “Osmanlı’ya ihanet eden aileyi saran lanet çemberi” başlıklı bir yazının finali. Yazı “Kimi İslam ülkelerindeki hareketlilikler uzmanların dilini sonunda çözmüş görünüyor. Yerlisi yabancısı aynı şeyi vurguluyor: Bu olaylar, Osmanlı'nın arkasında bıraktığı büyük boşluğun hâlâ doldurulamadığını gösteriyor” saptaması ile başlıyor ve Ürdün’de yaşayan Haşimîlerin lanetli hikayesini anlatıyor.

Boyun eğmenin alternatifini yine boyun eğmek olarak tarif eden yazı Mustafa Armağan’a ait. Mustafa Armağan, 1995 yılından bu yana Zaman gazetesinde tarihi konu edinen yazılar kaleme alıyor. Aralarında Abdülhamit ve Osmanlı güzellemeleri de yer alan 10’u aşkın kitabı bulunuyor. Armağan Zaman’ın “popüler tarih” kontenjanını dolduruyor ama esas olarak Osmanlıcığı, islamcılığı, cumhuriyet düşmanlığı ile geçmişten bugüne daha aşina olduğumuz bir ekolün mensubu. Tezleri çok tanıdık. Yıllarca Türk islamcı lise tarih öğretmenlerinin memleketin dört bir yanında genç insanları tarihten soğuturken kullandıkları repertuarın biraz daha inceltilmişi denebilir. AKP Türkiyesi’nin ruhuna uygun alet edavatı kuşanıp “resmi tarih” yükünü kemalizmin sırtına yıkıp “alternatif” tarihçiliğe soyunma uyanıklığını gösteriyor. Hamaset yüklü tezlerine bir tutam güncel siyasi bağlantı iki ölçek belge ile biraz da liberallerden aşırma gevşek üslup ekleyince “ezber bozan” tarihçiler kervanına katılıyor.

Ekonomiden siyasete liberal destekten yararlanırken pek rahat görünen yandaş basın tarih alanında aynı rahatlığı sergileyemiyor. İlber Ortaylı ile tutmayan nikah, Osmanlı’nın zengin geçmişine kentli orta sınıfları ısındırmak için özenle hazırlanmış Muhteşem Yüzyıl projesine gösterilen tepkiler vs düşünüldüğünde iş popülerleşince gündelik hayatın içerdiği içki, cinsellik vs temalar pek hoşa gitmediğini gösteriyor. Gerçi bu durum gericiliğin ideolojik düzlemde özellikle tarih alanında liberal çalışmalardan muazzam bir şekilde beslendiği gerçeğinin üzerini örtmemeli. 12 Eylül sonrasında tarih alanını “sınıf”tan arındırıp devlet-halk karşıtlığını merkeze koyan liberal literatürün gelişimi olmasaydı gericiliğin ideolojik cephanesinin bu kadar dolu olması pek mümkün olmazdı.

Şık bir Karabekir gevezeliğiyle Ahmet Şık’ı pas geçelim
Liberal bir ismin taşıdığı dünyevi riskleri barındırmamasının yanısıra Armağan, gündeme “ısmarlama” yazılar yazmak konusunda garantili bir isim. Liberal cenahın ekseninin büyük ölçüde kaydığı Ahmet Şık konusunda bile cephaneliğe odun taşımayı başarıyor. Şık’ın basılmamış kitabının yasaklanması vesilesiyle 1930’lu yıllarda Kazım Karabekir’in el konulan kitabını hatırlatanlara büyük bir yüzsüzlük ve malumatfuruşlukla “O iktidar sizin iktidarınızdı, o mazlum da bizim mazlumumuzdu” mealinde ayar vermeyi becerebiliyor. (“Karabekir’in kitabını ‘Kızıl Pençe’ örgütü mü yaktı?”)

Haydarpaşa yangını da Ergenekon’un işi
Armağan, özellikle Ergenekon davası bağlamında son yılların en gözde konularından biri olan İttihat ve Terakki konusunda da yaratıcılıkta sınır tanımıyor. “Haydarpaşa Garı’nda 93 yıl arayla ikinci facia” başlıklı yazısında Armağan 1917’deki büyük yangının sorumluluğunu İttihatçılara yüklüyor ve akıllara geçtiğimiz aylardaki yangının da Ergenekoncular olduğu şüphesini getiriyor! Almanların içine sızmış bir Fransız casusun işi olduğunu uzun uzun anlattığı yangının nasıl olup da İttihatçıların işi olduğunu anlayamasanız da mesajı alıyorsunuz.

Abdülhamit’in wikileaks belgeleri Ergenekon’a ışık tutar mıydı?
İttihatçılar yakalarını Haydarpaşa ile kurtaramıyor tabii. 31 Mart’ın ardından “Abdülhamit’in wikileaks belgeleri”ni yani arşivlediği jurnalleri İttihatçıların korkudan nasıl yaktıklarını anlatıyor yazar: “Gazeteler jurnallerin basına açıklanması için bastırıyordu. Bunun üzerine Meclis-i Mebusan toplandı, bu konuyu görüştü. Bir Evrak Tetkik (İnceleme) Komisyonu oluşturuldu. Komisyon Yıldız Sarayı'na gidip jurnaller de dahil olmak üzere Abdülhamid'in bütün evrakını incelemeye başlamıştı ki, Mahmud Şevket Paşa'dan bir emir daha geldi. Paşa, Yıldız'daki bütün evrakın Harbiye Nezareti'ne (Savunma Bakanlığı) gönderilmesini emrediyordu. Komisyon da jurnalleri kimlerin verdiğini bir deftere geçirdikten sonra evrakı tam 330 sandığa doldurup Harbiye Nezareti'ne gönderdi.

Bu defterdeki isimler hiçbir zaman açıklanmayacaktı, zira koltukları sarsabilir, birilerini kimsenin yüzüne bakamaz hale getirebilirdi. Bunun için bir an önce belgelerin ortadan kaldırılmasına karar verildi.”

Bir yazıda ordunun darbecilikle 27 Mayıs’ta zehirlendiğini öne sürerken, bir başka yazıda darbecilik mikrobunun askerlere 150 yıl önce bulaştığını iddia etmek gibi tutarsızlıklar bir yana başlık ya da giriş cümlesindeki güncel mesajla ilgisi ne ya da bu anlatılanlar bunun altını nasıl dolduruyor diye düşündürten, tek açık yanı gericilik güzellemesi olan bir tarih yazıcılığı 2011 Türkiyesi’nde maalesef sadece sayfa doldurmakla kalmıyor...