Charlie Hebdo vesilesiyle Siyasal İslam 101

Charlie Hebdo dergisine yapılan alçakça saldırı üzerine hem Türkiye’de hem de dünyada epeyce tartışma döndü. Türkiye’deki tartışmaya damga vuran temalarda, tarafların pozisyon alışlarında ve ürettikleri argümanlarda beklenmedik bir durum yok.  Hükümet meseleyi diplomatik bir kınama ve artıklık bıkkınlık veren “gerçek İslam bu değil”cilikle geçiştirirken, artık hükümetten ayrı düşünülemeyecek anaakım medya yorumcularının İslamcıların elinden çıkma bir katliamı tartışırken sarıldıkları açıklama her ne hikmetse “İslamofobi” oldu. Kendisini diplomatik hassasiyetlerle sınırlandırmayan  “bir kısım” İslamcı taban ise  sosyal medyada çok daha samimi bir şekilde tavrını ortaya koyarak saldırılardan hoşnutluğunu gizleme ihtiyacı duymadı. Öte yandan, siyasal İslam’ın şiddet sicilini yakinen bilen Türkiye solunda hakim eğilim, ilk andan itibaren “Je suis Charlie” demekten imtina etmemek ve hem siyasal İslam’ı hem de cihatçı grupların boy atmasında büyük payı olan emperyalist politikaları teşhir etmek yönünde oldu. Mizah yazarlarını güpegündüz acımasızca katleden caniliğe şu ya da bu şekilde apoloji üreten yaklaşımlar Türkiye solunda güçlü bir karşılık bulmadı.

Ne var ki, Avrupa solundaki tartışmalarda benzer bir netliğin olduğunu söylemek güç. İslamcı şiddetin palazlanmasında rolü bulunan batılı iktidarların harcıalem ve ikiyüzlü “terörü lanetleme” gösterilerinin parçası olmama isteği, bu saldırıdan yeni bir göçmen karşıtı kampanya için vazife çıkaracak aşırı sağcı ve ırkçı gruplardan kendini ayırma çabası gibi faktörler, Avrupa solunda Charlie Hebdo saldırısı ve siyasal İslam’ın rolü konusunda bir kafa karışıklığı yaratmış durumda. Olayın şok etkisi geçtikten sonra, benzer bir kafa karışıklığının Türkiye’deki sol içi tartışmalara da sirayet edeceğini söyleyebiliriz. Böyle bir sirayetin hangi temalar ve argümanlar üzerinden kendisini meşrulaştıracağını tahmin etmek de güç değil. “Laiklik-dincilik eksenindeki çatışmaların asli (sınıfsal) çatışmaları geri plana ittiği, bu tür saflaşmaların AKP’nin elini güçlendirdiği, AKP tabanındaki emekçi kesimleri ötekileştireceği” vs, vs... Bu nedenle, hem dünya solundaki kafa karışıklığının arkasındaki nedenleri irdelemek hem de genel olarak dinselleşme özel olarak da siyasal İslam’ın yükselişine dair bazı noktaları hatırlatmakta fayda var.

Avrupa’da görmezden gelinemeyecek bir göçmen karşıtı rüzgar esiyor, doğru. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden gelen göçmenler bu rüzgardan paylarına düşeni alıyorlar, doğru. 11 Eylül sonrası yaratılan güvenlik histerisi ve düşman edebiyatı, bu grupların gündelik hayatlarında maruz kaldıkları ayrımcı ve ırkçı pratikleri yoğunlaştırmış durumda, doğru. Radikal İslamcılığın, özellikle de Körfez ülkeleri güdümündeki cihatçı çizginin güçlenmesinde ABD liderliğindeki  Irak ve Afganistan işgallerinin payı büyük, bu da doğru.

Tüm bunlar, Avrupa solunun bazı kesimlerinde (en belirgin şekilde Sosyalist İşçi Partisi ağında) siyasal İslam olgusuna dair en iyi ihtimalle naif denilebilecek bir anlayışın yerleşmesini sağladı. siyasal reflekslerini bir ölçüde politik doğruculuk, liberal çokkültürcülük ve kimlik siyasetinden mürekkep bir paradigma üzerinden şekillendiren bu kesimler İslamcı hareketlerde “boncuk bulma” yarışına girdiler. Hristiyanlık ve Yahudiliği sütten çıkmış ak kaşık sayıp İslam’ın özünde çağdışı ve şiddete meyyal bir inanç sistemi olarak gören oryantalist teze karşı çıkayım derken siyasal İslam’ın açıkça baskıcı yönelimlerini bir “kültürel fark”a indirgeyerek görmezden geldiler. İslamcı toplulukları güç ilişkilerinden müstesna ve homojen bir kitle olarak tasavvur eden bu tersinden oryantalizm ve “beyaz suçluluğunun” tuhaf bileşimi, işi burka destekçiliğine kadar vardırdı. Daha kötüsü, aynı kesimler özgürlükçülük adına Kaddafi ve Esad’a karşı silahlı İslamcı hareketleri desteklemekte beis görmedi.[1]

Batı solunda Charlie Hebdo saldırılarının ardından gelişen ikircikli tutumun arkasında böyle bir bağlam var. Bu tutuma karşı, siyasal İslam’ı tarihsel bir çerçeveye oturtacak bir analiz gerekli olmakla beraber bu yazının sınırlarını aşıyor. Birkaç noktayı vurgulamakla yetinelim.

Bir bütün olarak dinselleşme, özel olarak da dinsel fanatizm ve şiddetin yükselişi İslam’a özgü bir durum değil. İsrail’deki siyonist bağnazlar da, ABD’deki aşırı sağcı Hristiyanlar da, Ortadoğu’daki İŞİD barbarlığı da benzer dünya-tarihsel süreçlerin ürünü. 

Charlie Hebdo vakasında ilk bakışta görünenin aksine İslamcı şiddet ve emperyalizm açık bir şekilde aynı safta yer alıyor. Günümüzde birbirine organik olarak bağlı bu iki olgudan birine karşı mücadele, diğerine karşı mücadeleyi dışlamıyor.  

Charlie Hebdo saldırısı Siyasal İslam’ın ne olup ne olmadığını çok iyi özetleyen bir vaka. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelere kan kusturan emperyalist devletleri değil kaleminden başka silahları olmayan radikal çizerleri hedef alan bir siyasal hareketin “muhalif potansiyelinden” söz etmek abesle iştigal.  

Son olarak, vurgulamaya gerek yok diyebilmeliydik ama var, aydınlanma ve laiklik batı toplumlarına özgü kültürel kurumlar değil, hepimize lazım olan evrensel değerler.  

Benzer meseleleri ileriki haftalarda tartışmak üzere...

[email protected]

 

 

[1] Örneğin, bkz. Alex Callinicos, West’s role in dictator’s downfall shouldn’t stop us celebrating.