Boykot, laiklik ve karşı hegemonya

Sosyalist hareket Haziran Direnişi’nden bu yana yeni bir kitlesel çıkışın olası mecraları üzerine strateji tartışmaları yapıyor. Bu tartışmalara damga vuran en önemli temalardan biri de laiklik meselesi. Birleşik Haziran Hareketi’nin merkezinde durduğu çizgi Haziran esinli yeni bir kitlesel hareket oluşturmak için aydınlanma ve laiklik odaklı bir mücadele hattı önerirken, buna karşı çıkan bir hat ise laiklik meselesini ön plana çıkarmanın bir hata olacağını iddia ediyordu. Tanıl Bora’nın Birikim’deki Hegemonya yazısı ve Başlangıç Dergi’de konuyla ilgili olarak çıkan bir dizi makalede en sistematik ifadesini bulan bu pozisyona göre, gericilik-laiklik ekseninde bir mücadele hattı tam da AKP’nin belirlediği mecraya sıkışmak anlamına geliyordu. Böyle bir hat, AKP’nin kültür savaşı stratejilerinin kritik unsuru olan “tuzu kuru laikler-mazlum mütedeyyinler” eksenli bir kutuplaşmayı keskinleştirerek yoksullar üzerindeki  AKP hegemonyasının konsolide olmasına yol açıyordu. AKP’nin toplumsal hayatı dinselleştirme konusunda attığı her yeni adıma laf yetiştirmeye çalışan sol, hem hareket inisiyatifini AKP’ye teslim etmiş oluyor, hem de AKP’nin etkisi altındaki geniş yığınları baştan gözden çıkarmış oluyordu. Halbuki bir sol çıkışın yolu mücadeleyi sosyalistlerin asli mecrası olan emek-sermaye çelişkisine yoğunlaştırmaktan ve böylelikle AKP’nin yarattığı laik-mütedeyyin kutuplaşmasını kesen bir sınıfsal seslenme kanalı yaratmaktan geçiyordu.  Zaten, eskiden beri anaakım siyasal aktörlerin envanterine kayıtlı olan laiklik teması, Türkiye’de sosyalistlerin ayırdedici bağımsız gündemlerini oluşturmaları için elverişli bir zemin sunmuyordu.

Kabaca böyle özetlenebilecek bu pozisyona dair teorik çerçevede bir dizi karşı argüman geliştirildi, daha da geliştirebilir. Ne var ki, Birleşik Haziran Hareketi’nin öncülüğünde gerçekleştirilen 13 Şubat Boykotu bu laiklik eksenli mücadele hattına dair itirazları pratikte de geçersizleştirmiş bulunuyor.

Birincisi ve en önemlisi, AKP’nin laiklik talebinin merkezinde durduğu bir siyasal çağrıya karşı ne bağışıklığının ne de doğal bir üstünlüğünün olduğu açık bir şekilde ortaya çıktı. Boykot öncesinde ve sırasında yaşananlar, AKP iktidarının bu alanda gücü elinde bulundurmayı bırakın, gözle görülür bir panik, telaş ve beceriksizlikle hareket ettiğini gösterdi. Teyakkuza geçen valiliklerin boykot çalışmalarını alelacele yasaklama girişimleri, hareketin sözcülerini gözaltına alarak beyhude bir korku atmosferi yaratma çabaları, bakanlığın öğretmenlere, müdürlerin öğrencilere bol keseden tehditleri bu panik havasının en somut örnekleri.

İkincisi, boykot, mutlak olarak AKP’nin hamlelerine endekslenmiş kamuoyu gündemine kısa ama etkili bir müdahalede bulundu. Televizyon medyasındaki İç Güvenlik Yasası, Başkanlık, Hakan Fidan tartışmalarının olağan akışını bozarak araya giren boykot tartışmaları AKP’nin inisiyatifinin sınırlarını göstermekle kalmadı, boykota karşı çıkan yandaşların pespayeliklerini de gözler önüne serdi. Dahası,   sosyalistlerin, somut ihtiyaçlara ve doğru temalara dokunduğu takdirde, mütevazi denilebilecek örgütsel kaynaklarla, ses getiren, kitlesel ve yaygın eylemlilikler örgütleyebileceğini gösterdi.

Dördüncüsü, AKP’nin eğitim politikalarına salt bir protesto olarak değil aynı zamanda laik ve bilimsel eğitim talebinin nasıl bir alternatif oluşturabileceğini gösterme amacıyla kurgulanan şenlikler, bir karşı hegemonyanın ipuçlarını ortaya koyar nitelikteydi.

Son olarak, boykot çalışması, öncesinde laiklik ve aydınlanma gündemiyle çok da içli dışlı olmayan özneleri bu ekseni sahiplenmeye zorladığı gibi bu alanda sosyalistlerin ideolojik üstünlüğünü konsolide etmeyi de becerdi.

Özetle boykot, Haziran sonrasında yeni bir toplumsal hareketlenme için laiklik eksenli bir mücadele hattının somut ihtiyaçlara denk düşen etkili bir kaldıraç işlevi görebileceğini pratikte kanıtladı. Şimdi bu yoldan yürüme zamanıdır.