Bildiğimiz AKP’nin Sonu

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerisindeki çatlaklar giderek daha belirgin hale geliyor. Dahası, parti içerisindeki gerilim artık kamuoyundan gizlenebilir boyutları çoktan aştığı gibi her geçen gün yeni  gerilim eksenleri ortaya çıkıyor. Sadece geçtiğimiz hafta yaşanan bir dizi olay dahi sözkonusu gerilimleri iktidar partisinin tarihinde hiç olmadığı kadar ayyuka çıkarmış durumda. Bir süre önce resmen milletvekilliği adaylığı için MİT görevinden istifa eden Hakan Fidan’ın adaylığını geri çekip görevine dön(dürül)mesi, Gül’ün Erdoğan’ın aktif siyasete dön çağrısını reddetmesi ve elbette Erdoğan ile Babacan ve Merkez Bankası yönetimi arasındaki “şimdilik tatlıya bağlandığı” iddia edilen faiz oranı-döviz kuru tartışmaları parti içi fay hatlarının en güncel görünümleri. Biraz daha geriye gidersek Mehmet Ali Şahin’in Yüce Divan oylaması sonrası sarf ettiği “Bir siyasetçi asgari ücretin daha yeni bin liraya çıktığı bir ülkede 700 bin liralık bir saat alamaz” sözlerini, yine Gül’ün “İç Güvenlik paketi gözden geçirilmeli” açıklamalarını hatırlayabiliriz. Tüm bunları nasıl yorumlamalıyız?

AKP başından beri  bir koalisyon partisi olageldi. 12 yıldır ülkeyi yöneten parti Milli görüş kökenli kadrolar, merkez sağın devletlü isimleri, soldan devşirilen Ertuğrul Günay gibi isimler ve diğer bazı vitrinlik transferlerin bir bileşimi halinde yoluna devam etti. Buna elbette zamanında bir süre öncesine kadar beraber yürünülen Gülen Cemaati’nin ve  liberal entellektüellerin dışarıdan desteğini de eklemek gerekiyor. “Böyle geniş bir koalisyon içerisinde görüş ayrılıklarının olması doğal” deyip geçebilir miyiz? Ya da bir yandan başkanlık sistemi bir yandan çözüm süreci bir yandan “paralel yapıyla mücadele” gibi netameli gündemlerde adım atan bir partide olur böyle şeyler” değerlendirmesinde bulunabilir miyiz? Ya da son günlerde şiddetlenen iç gerilimi doların dünya ölçeğinde değerlenmesinin yarattığı acil önlem ihtiyacının ve seçim sathı mailine girilirken yaşanması kaçınılmaz tartışmaların iktidar partisinde neden olduğu konjonktürel ve dolayısıyla gelip geçici dalgalanmalar olarak görebilir miyiz?  

Bu sorulara evet yanıtı vermek mümkün gözükmüyor. Öncelikle basit fikir ayrılıklarından değil derin çatlaklardan bahsediyoruz. Kamuoyuna yansıyan tartışmalar, işlerin AKP için tıkırında gittiği zamanlarda sözgelimi Arınç’ın zaman zaman merkezden farklı görüş bildirmesiyle kıyaslanacak düzeyde değil. Benzer şekilde, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı dönemindeki iyi polis Gül- kötü polis Erdoğan işbölümünü andıran bir stratejinin varlığından bahsetmek de zor. Adlı adınca, partinin ikinci adamının fiilen partiyle yollarını ayırmasından, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısının kamuoyunun gözü önünde “Erdoğan’ı dinlemeyin” açıklaması yapmasından söz ediyoruz! Dahası, tüm bunlar muhtemelen buzdağının görünen kısmı. Kamuoyuna yansımayan iç tartışmaların çok daha keskin geçtiğini tahmin etmek güç değil. 

Çatlakların derinleşmesinde elbette doların yükselişinin ya da seçim atmosferinin doğrudan etkisi var. Tüm bunlara Erdoğan’ın özellikle de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra parti içi dengeleri kontrol altında tutmakta zorlanmasını ve yönetme tarzının giderek başlı başına bir kriz dinamiği haline gelişini de ekleyebiliriz. Lakin, mesele bu tür  dışsal ya da psikolojik faktörlerle açıklanabilecek boyutları çoktan aşmış durumda. O yüzden de ortada “tatlıya bağlanmış” bir sürtüşme filan değil artık ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak yapısal sınırlarına dayanmış ve ancak bir tür “suni denge” halinde bir arada durabilen bir iktidar aygıtı var. Bu yapısal sınırları daha iyi ortaya koyabilmek  için sadece son 7 ayı değil AKP dönemini bir bütün olarak değerlendiren bir analize ihtiyacımız var. Bu konuyu bir sonraki hafta değerlendirmek üzere bırakalım ve şimdilik bir sonucun altını çizmekle yetinelim. 

Karşımızda dış politikada epik başarısızlıklara imza atmış, yerli ve yabancı sermayenin güvenini büyük oranda yitirmiş, alarm veren ekonomiyi derme çatma yollarla ayakta tutmaya çalışan, bir dizi temel meselede günü kurtarma dışında  stratejik bir yönelim sergliyemeyen bir iktidar var. AKP giderek züccaciye dükkanındaki fili andırıyor. Dahası, stratejisizlik yalnızca Erdoğan liderliğine özgü değil. Görünüşe bakılırsa ne AKP içerisindeki diğer odaklar ne diğer düzen partileri ne emperyalist aktörler ne de sermaye sınıfı dört başı mamur bir “geçiş” kurgusuna sahipler. Bildiğimiz AKP’nin sonuna geldik ancak sonrasında ne geleceği herkes için büyük bir soru işareti olmaya devam ediyor.