AKP’nin sonsuz sayılı günleri

Woody Allen, Hannah ve Kız Kardeşleri adlı filminde bir karaktere şöyle dedirtir: “Az evel Auschwitz üzerine çok sıkıcı bir program izledim. Bir sürü şaşkın entellektüel milyonlarca insanın sistematik bir şekilde katledilişi karşısında nasıl da hayrete düştüklerini anlattılar. ‘Böyle bir şey (soykırım) nasıl mümkün olabildi’ sorusuna cevap verememelerinin nedeni belki de sorunun yanlış olmasından kaynaklanıyordur. İnsanların ne olduğunu düşündüğümüzde, doğru soru ‘neden daha sık olmuyor’ olmalıydı.” 

Gazeteci Nuh Köklü’nün arkadaşlarıyla karın keyfini çıkarırken camına kartopu gelen bir esnaf tarafından kalbine bıçak saplanarak katledilmesi olayı bu repliği hatırlatıyor. Doğal olarak ilk akla gelen “nasıl olur da bir esnaf camına kartopu geldi diye birisini sokak ortasında öldürecek kadar zıvanadan çıkar?” sorusuydu. AKP Türkiyesini düşündüğümüzde belki de doğru soru  “neden daha sık olmuyor” olmalı. Zira, AKP iktidarının besleyip büyüttüğü toplumsal gerilimler uzun süredir bu tür saldırıları teşvik edecek bir alarm düzeyinde seyrediyor.    

Geçtiğimiz haftaya damga vuran olaylar iktidarın ve arkasındaki toplumsal tabanın yeni bir saldırganlık evresine geçtiğini  gözler önüne serdi. Özgecan’ın ve Nuh’un katli ve ardından yaşananlar bu saldırganlığın uç örneklerini temsil ediyorlar. Her ikisi de adlı adınca politik cinayetler. Ama artık bunun da ötesinde bir tür “düşük yoğunluklu iç savaş” habercisi niteliğinde olaylar. Bu iç savaşın bir tarafında, Nuh’un arkadaşlarının ifadesiyle “neşeli, kadınlı erkekli gezen insanlardan nefret eden meymenetsiz faşist sürüsü” bulunuyor. Antalya’da kısa etek giyen öğrencilere karşı taciz timi kuran akla ziyan müdür yardımcısı da karma yurda saldıran gerici güruh da arızi örnekler değil, bu iç savaş habercisi durumdan vazife çıkaran ve gayet bilinçli bir şekilde hareket eden “akıncılar”.

Taban bu tür hareketlere girişirken yukarıdakiler de boş durmadı elbette. Mecliste, süreklileşmiş ve resmileşmiş bir olağanüstü hal rejimi inşasında kritik bir adım olan iç güvenlik yasa tasarısı görüşmeleri ak-vekillerin muhalif parlamenterleri tekmeyle, tokatla, çekiçle, tokmakla “ikna etme” çabalarına tanık oldu. Anlaşılan o ki “milli irade” şu sıralar kendisini ancak böyle ifade edebiliyor.Entellektüel desteği Etyen Mahçupyan, Elif Çakır ve Hilal Kaplan seviyesine inmiş bir rejimin her düzeyiyle, her kurumuyla zorbalığa abanmasında şaşırtıcı bir yan yok. Şaşırtıcı olan meclisin hala açık olması.  

Bir taraftan bakınca her gün canımıza kasteden, yasasıyla, kolluğuyla, güruhuyla üzerimize çöken sonsuz bir karanlık. Diğer taraftan bakınca ise geri sayımın başladığını hisseden, karşısına çıkacak muazzam toplumsal kabarışı bastırmak için ne yapacağını şaşırmış, telaş içerisinde kaçınılmaz sona doğru ilerleyen bir diktatörlük. Böyle bir rejimin adını koymak için akıncıların svastikalar kuşanmalarını ya da kara gömlekler giymelerini beklemeye gerek yok.İlla analoji gerekiyorsa, bir Reichstag yangınımız eksik. Yandaş basın Sümeyye suikastı haberleriyle onun da pişirilmekte olduğunun sinyalini verdi. Yakında kokusu çıkar. Ne denebilir ki? Yok başka bir faşizm, yaşıyorsunuz işte!