Olur mu?

Fırat Tanış'ın "Olur mu?" başlıklı köşe yazısı 8 Aralık 2012 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Eee? Nasıl yazacağım? Böyle bir disiplinim yok benim. Yani sürekli yazmak, belli sınırlar içinde yazmak, hatta belli bir konu, bir gündem, bir başlık altında yazmak. Bu bir disiplin işi değil mi?” diye soruyorum, sükunet içinde ”Evet”, diyor.”Evet de” diyorum, “yani nasıl olacak bu olay?” Gözlüğünü burnuna ittiriyor bay editör, kollarını bağlıyor ve gözlerimin içine sıcacık bakıp “Oynadığın gibi yazarsan müthiş bir şey olur” diyor.

Oynadığım gibi yazarsam... Müthiş bir şey olur... mu?

Örneğin tiyatrodayız, Samuel Becket’in muhteşem oyunu Godot’u Beklerken’i oynayacağız. Bizim bay editör de oyuncular arasında, lakin hayatında ilk defa sahneye çıkacak. Ezberi de yok çünkü ona sayfa sayfa tiradlar “malum” olacak, bu yüzden ezbere de ihtiyacı yok, diyelim. Salon ışıkları alınıyor, kulis ışıkları açılıyor, içeriye seyirci giriyor yavaş yavaş. Öksürerek, aksırarak, mırıl mırıl bir uğultu ile koltuklarına yerleşiyor seyirci. Çıkan uğultudan anlıyoruz ki “oyun tutmuş”, salon tıklım tıkış.Anons yapılıyor: “Oyunun başlamasına on dakika var.” Bay editör eğilmiş portal deliğinden salona bakıyor. Sağ ayağı titriyor sanırım. Sonra hızla dönüyor, can havli ile birini aranır gibi, beni görüyor karşısında, koluma yapışıyor, korkuyla bakıyor gözlerime, “el aman” der gibi: “Eee? Nasıl oynayacağım? Böyle bir disiplinim (?) yok benim.Yani oynamak, belli sınırlar içinde (?) oynamak, hatta belli bir konu, bir gündem, bir başlık altında (?) oynamak. Bu bir disiplin işi değil mi?” diye soruyor, büyük bir sükunetle ”Hayır” diyorum. İfadesi asılı kalıyor. Bu cevabı beklemiyordu. “Hayır mı? Hayır mı? Cevap “evet” olmalıydı” diye geçiriyor aklından, duyuyorum. Bir şey söylemek istercesine ağzı açılıyor önce ama diyemiyor sözünü, söze başlamak için tuttuğu nefesini bir “hhh” ile veriyor. Un gibi olmuş yüzü. Gözlüğünü burnuna ittiriyor ”Evet, de nasıl olacak bu olay?”, sesi titriyor bunu sorarken (bay editörün içinde bulunduğu duruma psikologlar “performans anksiyatesi” diyor. Performans anksiyatesi yüzünden bayılanları, uzun süre klinikte tedavi olanları gördüm. Sırf bu sebepten bile kulis öldürücü olabilir. Buraya kadar gelmiş olduğuna göre cesur biri olsa gerek, diye düşünüyorum.) Ben de portaldeki delikten salona bakıyorum sakince, sonra bay editöre dönüp, elimi omuzuna dostça koyaraktan, gözlerinin içine sıcacık bakıyor, tüm inandırıcılığımla diyorum ki: “Yazdığın gibi oynarsan müthiş bir şey olur.” Sağ gözü seyiriyor.

Yazdığın gibi oynarsan... Müthiş bir şey olur... mu?

Örnekleri özneler ile çoğaltabiliriz:

“Mr. Beckham,iyi bir bina tasarlamanın sol ayağınızla çektiğiniz o müthiş şutlardan inanın bir farkı yok. Bir havaalanı modellemeyi düşünmez misiniz bizimle?”

“Sen koca Castro ol, “point”in bu kadar kötü olsun.Olacak iş değil”

“Mr. Armstrong, ‘benim için küçük ama Dostyevski için büyük bir adım,’ derken neyi kastettiniz tam olarak?Açıklar mısınız?”

“Evren Paşa çok geliştirdi kendini resim hususunda. Fırça darbeleri daha bir yerinde lakin gereksiz taramalardan kaçınmalı, derim.”

“Adam yüz nakli yapıyor,biyografi mi yazamayacak?”

“Sayın Ceylan,size mail yoluyla da ulaşmaya çalıştım ama gözünüzden kaçtı sanırım. Olabilir... Son filminizi tek seferde, pür dikkat izledim, nasıl heyecanlandım bilemezsiniz. Diyorum ki, geniş geniş, güzel güzel çektiğiniz o bozkırlar tadında bir bağlama konçertosu yazsanız nasıl olur?”

Olur mu?