Neden bir tiyatro okulu?

Fırat Tanış'ın "Neden bir tiyatro okulu?" başlıklı yazısı 19 Ocak 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Dil?
Evren sonsuz ama onu tanımlamak için yaklaşık -günlük- beşyüz kelimeniz var. Şakacı mısınız? Yani ya sınırsız bir evrende yaşıyorsunuz ya da beşyüz kelime ile anlatabildiğiniz bir evrende. Öyle mi? Siz hangisini seçerdiniz? Diyelim ki beşyüz kelime ile evreni tanımladınız, tanımlayabildiniz, helal olsun iyi de herkesin tanımı aynı mı bakalım? Şu “nokta” dedi, şu fersah. Biri “mor” dedi, biri Eflatun. Kimi “cinayet” dedi, kimi yanlışlık... Hepsi başka evrenlerin, başka tanımları. Değil sözcük, tek bir harf ile tanımlasak “F” tipi bir evreni? Orada yaşar mıydınız? Siz beşyüz kelime ile kaç evren tanımlardınız?
Tanımlar başka olunca, eylemler de değişiyor tabii.
Kaçmak başka, kovalamak başka ama ikisi de koşmak değil mi?
Gülmek başka, ağlamak başka ama aynı kasları çalıştırıyor.
Tehdit başka, fırsat başka ama ikisi de değiştiriyor dünyayı.
“Sana dert gelen, bana eğlence” diyor.
“Bir derdim var, bin dermana değişmem” diyor.
“Biz ayrı evrenlerin insanlarıyız, Mualla!” diyorum, anlamıyor.
Sayıların tanımladığı evreni bilmiyorum, kim bilir nasıl kendince bir büyüsü vardır ama iş tiyatro olunca evreni tebeşirle yere çizerim. İşte benim evrenim. Böylesi sonsuz bir dilin karşısında sanatı “muhafazakar” bir evren olarak tanımlamak, büyük fanteziydi hakikatten. “Devlet Tiyatrosu” nasıl geliyor kulağa?
“Sık yaşadığım bir karmaşa, sonunda çözüldü. Çok şükür:
“Anti-kahraman” ne demekmiş arkadaş? Biri de bir çıkıp açıklasın hele. “Anti-biyotik” var , biliyoruz”Anti-tank” mı demek istiyor? “Anti” (ant: ön-alın E. Yun.) sözcüğü ile “kahraman” sözcüğü ne ara geldiler, bir-ara? Geçen gün idi konuşurken bir sinemacı kardeşimle bu “Anti-kahraman” meselesini, ıkındık, sıkındık da sonunda “KARŞI-KAHRAMAN”, deyip hasret ile birbirimize sarıldık. Meğer ne çok hasret var imiş.
“Muhafazakar sanat” kavramı ya da ödenekli tiyatroların özelleştirilmesi gündeme geldiğinde, böylesi bir “tehdidi”, baştan aşağı bir tazelenme için “fırsat” olarak, tanımlayanları hatırlıyorum. Sonuç ne oldu peki? Bu insanlar aynı evreni tanımlamıyorlar mı idiler acaba? Gerçekten bir evrende “birlikte” mi idiler dersiniz ?
Tiyatro okulundan mezun olmuş bir oyuncunun (“oyuncu”nun tanımını bilen?) “dramatik oyunlardan” daha çok hoşlandığını, söylediği bir alanda (oyun zaten dramatik bir yapıdır, aslında trajik ya da acıklı demek istiyor arkadaş) hangi “tehdidin”, hangi “fırsata” dönüştüğünü tanımlayacağız?
Böyle olursa mesela bir oyuncu diğerini nasıl tanımlayacak? “Yavşak” diye bir tanımlama hatırlıyorum, hoşuna gidenler parmak kaldırsın. Ben “yavşak” diye tanımlanan bir evrende yaşamıyorum. Siz?
Okul, hele oyunculuk okulu özgün tüm tanımların, özgürce birleştiği ortak bir evren tasarısının ve bu yönde samimi, sahici, cesur, yalın bir eylem birlikteliğinin ilk adımıdır.
Okul dil falan bilmez, halden anlar.
Tanımlanacak evrenin bizzat kendisidir, okul. Bu sebeple bitmez, sonsuzdur bu sebeple okul var ise bize ölmek yok.
İşte bu sebeple “neden bir okul?”
Bir de çok kişisel bir sebepten ötürü “neden bir okul?”:
Ben okula aşık oldum arkadaş. Bu dünyaya doğduğumu anlatıyor bana okul .
Talep etmeye, istemeye aşık oldum.
İstemeyi öğreniyorum okuldan.
Güzel oluyorum, var mı ötesi?