Kimsiniz

Fırat Tanış'ın "Kimsiniz" başlıklı yazısı 02 Şubat 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Tren yarım saattir duruyor. Erzincan-Güllübağ arası bir yerdeyiz. Tek başıma bir kompartmandayım. Sağımızda kel bir yamaç, solumuzda dik kayalar var. Mevsim yaz, güneş sarı, hava sıcak, hava trenle birlikte durmuş gibi. Hava durmuş gibi. Hava durmuş. Durmuş. Gözüm masadaki kahve fincanına dalmış. Bakışım, bilmem ne kadardır, masadaki kahve fincanına dalmış. Gözüm durmuş. Gözüm dalmış. Dalmış.

Aklımdan hızla dün gece geçiyor: Güllübağ’da dün gece üstümüzden Samanyolu aktı. Dev bir yıldız bulutu geceyi aydınlattı. Ömrü İstanbul’da geçen biri olarak ne kadar şaşırdım, anlatamam. Bir elimde çay bardağı, bir elimde sigara, ağzım açık, ensem geride, tepemdeki 4 milyar yıllık resme, baktım, baktım, baktım. Yıldızlar milyarca ve ufacıktı. Dün gece gözüm Samanyolu’na daldı. Gözümde 4 milyar yıl uzaktan kendime baktığım resmi, canlandı. Milyarca ve ufacıktım.

Dün gece Samanyolu’na dalan gözüm, şimdi masadaki fincana dalmış. Dalmış. Bir kıl, kahvede yüzüyor. Bıyığımın bir teli. Bir sinek fincanın kulbuna konmuş. Durmuş. Durmuş. Kompartımana girmiş bir sinek için kozmik bir yolculuk olacak, diye düşünüyorum. Gözüm sinekte kalmış, gülüyorum. Üç beş çocuk koşarak geçiyor koridordan. Arkalarından bir kadın, bir adam telaşlı ve hızla geçiyorlar. Adam kadına “Dur hele... Kız... Dur hele..”, diyor. Kadın durmuyor -sinek uçuyor bu arada- arkalarından biletçi ve tren servis amiri gidiyor, kadın ve adamın. Bir telsiz “şşşşşşşırdıyor”. Bir şey oluyor. İyi bir şey değil. Kafamı kapıdan uzatıp gittikleri yöne bakıyorum. Başka insanlar da benimle birlikte bakıyorlar kafalarını uzatıp kapılardan. Vagonun kapısı açılıyor –sesini duyuyorum- bir düdük sesi geliyor yakından, bir benzeri ileriden, bir benzeri daha uzaktan. Birden vagon sarsılıyor. O kadın ve adam trenden inmişler, trenin geldiği yöne doğru koşuyorlar. Tren hareket ediyor. Tren geri gidiyor. Geri. Az önce geçen çocuklar, biletçi ve servis amiri ve arkalarından başka meraklı insanlar, trenin gittiği yöne doğru gidiyorlar telaşla, koridoru geçerek. Tren geri geri gidiyor. Geri geri. “N’olmuş dayı?“, “Çocuk düşmüş, çocuk.“ Düşmüş çocuk, çocuk. Çocuk, çocuk. Tren geri gidiyor. Geri. Sinek kompartımandan çıktı, trenin tersi yöne uçuyor. Sinek İstanbul’a uçuyor. Tren geri gidiyor. Kadın ve adam çocuğa gidiyor, ileri. Tren onların yanından gidiyor. 15 dakika, yarım saat, 40 dakika.

Tren duruyor. Biletçi ve servis amiri trenin arkasına doğru koşuyorlar. Koridora çıkıp camdan bakıyorum. Bakıyoruz. Kimse yok.

Tren duruyor. 15 dakika, yarım saat. Tren yarım saattir duruyor. Erzincan–Güllübağ arası bir yerdeyiz. Sağımız, solumuz kel bayır. Hava sıcak, hava durmuş. Kompartımanda oturuyorum. Oturmuş, kel bayıra bakıyorum. “Bulmuşlar mı çocuğu dayı?“, “Bulmuşlar, bulmuşlar.” Adam ve kadın geçiyor vagonun yanından. Ağlıyor kadın, bir çocuk bedeni taşıyor. Şişmiş, kan içinde kalmış kafasını göğsüne bastırmış. Vagonun kapısı açılıyor –sesini duyuyorum– bir düdük sesi geliyor yakından, sonra ileriden, sonra daha uzaktan. Vagon sarsılıyor, tren gidiyor. İleri. Sinek giriyor kompartıman kapısından içeri.

Dün gece üzerimden Samanyolu geçti.

Siz bu hikayede kimsiniz?