Zehrimiz: Sol düşmanlığı

Her şey 3 Kasım 2002’de başlamadı, bu işin bir tarih öncesi var.

Yeni Türkiye eski Türkiye’nin içerisinden çıktı, onun en çürümüş, en köhnemiş yerlerinde hayat buldu, eski Türkiye’nin üzerinde yükseldi. 

Bugünlere 3 Kasım’la gelmedik, Türkiye toplumu 3 Kasım’a kadar ağır ağır zehirlendi, yeni Türkiye o zehirlenmenin bir ürünüdür.

Türkiye yönetici sınıfı, sol düşmanlığıyla, sol korkusuyla toplumu zehirledi, ona dincilik ve milliyetçilikten oluşan bir deli gömleği giydirdi.

Zehrimizin adı sol düşmanlığı, giydiğimiz deli gömleğinin adı da milliyetçiliğiyle, muhafazakârlığıyla, İslamcılığıyla sağcılıktır. 

Çürümüşlüğü de, köhneleşmeyi de yaratan bu düşmanlık, bu zehir, bu deli gömleğidir.  

2. Dünya Savaşı bitip Soğuk Savaş başladığında Türkiye yönetici sınıfı hızla emperyalizmin, ABD’nin kollarına koştu, siyasetin merkezine antikomünizmi, sol düşmanlığını yerleştirdi, bugünlere oradan gelindi.

Yeni Türkiye’nin tarih öncesi, sol düşmanlığının, sosyalizm korkusunun, antikomünizmin Türkiye toplumunu zehirlemesinin tarihidir. Dinselleşme, yeni rejim, Saray, hepsi bu zehirlemenin doğal bir sonucudur.  

Sol düşmanlığı Türkiye’de devleti, siyaseti, ekonomiyi, üniversiteyi, orduyu belirledi; Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte bütün bir siyasal, iktisadi, toplumsal yapı, merkezinde sol düşmanlığının bulunduğu bir perspektife göre yeniden biçimlendirildi.

Çok partili hayata geçilirken önce sınıf esası üzerine parti kurulmasına izin verilmesi, sonra da bundan vazgeçilmesi, bu biçimlendirmeyle ilgilidir. Türkiye yönetici sınıfı çok partili hayata geçilirken, sosyalizmi siyasal alandan dışlamış, komünizmin adını dahi duymak istememiş, solu kriminalize etmiş, solcu olmayı bir suç haline getirmiştir. Solsuz “demokrasi” bir tercihtir ve zehirlenmenin başlangıcıdır.

Aynı yıllarda Tan Matbaası ve Dil Tarih Coğrafya Fakültesi baskınlarıyla sol, fikir hayatımızdan ve akademiden kovulmuştur. Düzenin solsuz bir fikir hayatı, solsuz bir akademi arayışı… Solcu aydınlara, solcu yazarlara, solcu üniversite hocalarına yapılan büyük, çok büyük zulümler… Zehirlenmenin başlangıcı buradadır.

Sol düşmanlığı ve antikomünizm, dinselleşmeyi kaçınılmaz kılmıştır. Soğuk Savaş’a iştahla dâhil olmayla eğitimin tekrar dinselleşmesinin çakışması, Kuran kurslarının, imam-hatiplerin, din derslerinin geri dönüşü bir tesadüf değildir. Sola karşı “kininin ve dininin sahibi nesiller” yetiştirme çok eski bir projedir. Dinselleşme sol düşmanlığı adlı zehrin, bugünün iktidar kadroları da o zehirlenmenin bir ürünüdür.

Sol düşmanlığı, bağımsızlığın yitirilmesi demektir. Soğuk Savaş’a dâhil olmayla IMF, Dünya Bankası ve NATO üyeliklerinin aynı tarihsel döneme denk gelmesi elbette ki bir tesadüf değildir. Sol düşmanlığı emperyalizme entegrasyonu beraberinde getirmiştir. Bugünkü bağımlılık ilişkilerinin kökeni o günlerde aranmalıdır. Türkiye, sol düşmanlığıyla zehirlendikçe bağımsızlığını yitirmiş bir ülkedir.

Emperyalizme entegrasyonla dinselleşmenin iç içe geçmesi, kesinlikle bir tesadüf değildir. Bağımlılık, sürüleştirilmiş kitlelere ihtiyaç duyar, din ise sürüleştirilmiş kitleler yaratmak için muazzam bir araçtır. Emperyalizmle bağımlılıkla dinselleşme arasında varoluşsal bir ilişki vardır ve bu ilişki Türkiye toplumunu rehin almıştır. 

Ancak dış yardımlarla, sıcak parayla, krediyle, borçla ayakta kalabilen bir ekonomik yapı, Türkiye’ye Soğuk Savaş’tan kalma bir mirastır. Sanayileşmeye, kalkınmaya, planlamaya dayalı bir ekonomi yerine yarı-sömürge bir ekonomik yapıya sahip oluşumuz, ABD’ye yaranma arayışının, yerli ve uluslararası sermayenin isteklerinin karşılanması zorunluluğunun bir sonucudur. Sol düşmanlığı Türkiye’yi bu hale getirmiştir.

Soğuk Savaş’la birlikte ordu bir NATO ordusuna dönüşmüş, darbeler yapmış, 12 Mart ve 12 Eylül’de Türkiye toplumunun tepesine iki büyük balyoz indirmiş, dinselleşmenin önü ordu eliyle açılmış, sol düşmanlığıyla açılan kapılardan girenler kendilerine o kapıları açanları da tasfiye etmiş ve kendi rejimlerini inşa etmeye girişmişlerdir.

Sol düşmanlığıyla birlikte bu ülkenin en önemli aydınları, akademisyenleri, gazetecileri, bu ülkenin en güzel çocukları kontrgerilla ve tetikçileri tarafından katledilmiş, ülke çoraklaşmış, bir çöl haline gelmiştir. Cehaletin saltanatının başlangıcı buradadır, sol düşmanlığındadır. 

Velhasıl, “yeni Türkiye” denilen ucube, sol düşmanlığının, sol korkusunun, toplumun bu düşmanlık ve korkuyla zehirlenmesinin bir ürünüdür ve çıkış da tam olarak bu zehirlenmeden kurtulma arayışındadır. 

Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu çok boyutlu krizden, yaşanan büyük yoksulluktan, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizlikten, işsizlikten, ekonomideki, eğitimdeki, hukuktaki büyük çöküşten, cemaat-tarikat yapılanmalarından, yaşanan bu derin çürümeden ancak sol kurtarabilir, ancak sosyalizm topluma geleceğe dair bütünlüklü bir kurtuluş projesi sunabilir.  

Türkiye toplumu yüzünü sola döndükçe hakiki bir umudun sahibi olabilecek, sol umut haline geldikçe Türkiye toplumu yüzünü sola dönebilecektir. Çıkış tam olarak buradadır.