Yeni Soğuk Savaş ve Yeni Türkiye

CIA’nın Türkiye masasının eski şeflerinden Graham Fuller 2008 yılında Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitabında şöyle yazıyordu:

“Bugün Türkiye’nin Müslüman dünya ve Rusya’daki şöhreti, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar iyidir. Görünür derecede bağımsız olan bir Türkiye, Arap dünyasına belirli politika reçetelerinin savunusunu yapacak olursa, eski sıkı Batı yanlısı Türkiye’ye kıyasla daha büyük bir dikkatle dinlenecektir. Bu, Arapların Türkiye’yi tarafsızlaştırması değil aksine onların, Washington ve Kudüs ile iletişim kurmalarını kolaylaştırabilen ve Müslüman dünyanın kuşatılmışlık duygusunun hafifletilmesine yardım edebilecek bir dost kazanması olayıdır. Hem Doğu hem de Batı dünyasına gerçek anlamda uzanan bir Türkiye, Doğu için de Batı için de değerli bir varlık olacaktır.”

Fuller, henüz ortada bir Arap Baharı yokken Türkiye’nin bölgesel aktörlüğünü, yani yeni-Osmanlı misyonunu tarif ediyordu AKP’nin soyunduğu taşeron imparatorluk rolü, dünya politikasına dair ABD’de yapılan projeksiyonlarda denkleme çoktan dâhil edilmişti.

Buna rağmen aynı tarihlerde Türkiye’de bir eksen kayması tartışması başlatılacak ve Türkiye’nin giderek Batı bloğundan uzaklaştığı muhafazakâr çevreler tarafından övgüyle, batıcı çevreler tarafından ise kaygıyla dile getirilmeye başlanacaktı. O tarihlerde, Radikal 2’de yayınlanan “Yeni Osmanlıcılık, AKP, Gazze” isimli yazımızda şöyle bir tespitte bulunmuştuk:

“AKP’nin “yeni Osmanlıcılık” olarak da adlandırılan bir şekilde Sünni İslam’ın liderliğine oynaması Türkiye’nin herhangi bir şekilde Batı dünyasından kopması ya da bağımsız bir dış politika izlemesi anlamına gelmiyor. Bilakis AKP, Obama ile birlikte yeni bir veçheye kavuşacağını düşündüğü ABD’nin bölgeye yönelik planlarında (Yeni Ortadoğu Projesi’nde) daha aktif bir şekilde yer alabilmek adına Türkiye’ye “alt-emperyalist” bir rol biçiyor, yani yeniden açılacak olan Ortadoğu ihalesinden pay kapmaya çalışan bir taşeron gibi davranıyor. Etkin bir ılımlı İslam ülkesi olmayı Batı bloğundan kopmak olarak algılayanlar/algılatmaya çalışanlar, batılı stratejistlerce Türkiye’ye çizilen ve Ergenekon Operasyonu’yla birlikte kristalize olan yeni “tarihsel blok”un da kabul ettiği yol haritasından ya haberdar değiller ya da öyleymiş gibi yapıyorlar.” ( Radikal 2, 8 Şubat 2009)

Medya eliyle yaratılan eksen kayması efsanesinin çöküşünü görmek için ise bu yazının yayınlanmasından aylar sonra yapılacak olan NATO’nun Lizbon Zirvesi’nde alınan kararlara bakmak gerekecekti. Zirvede aslında bir ABD projesi olarak ortaya çıkan füze kalkanı sistemi bir NATO projesine dönüştürülüyor, sistemin Doğu Avrupa toprakları yerine NATO’nun güneydoğu kanadına, yani Türkiye ve Akdeniz’e yerleştirilmesi kararı alınıyor ve Asya coğrafyası hedef tahtasına konuluyordu.

Yeni-Osmanlıcılığın önemli ideologlarından Cengiz Çandar, zirvenin ardından yazdığı 21 Kasım 2010 tarihli “Eksen Kaymasından NATO’da Etkili Türkiye’ye” isimli yazıda şöyle diyordu:

“Lizbon Zirvesi'nde Türkiye'de ‘eksen kayması’ iddialarına da bir nokta konmuş olması gerekiyor. Zira, Türkiye, Genel Sekreter Rasmussen'in “tarihi” diye nitelediği ‘Stratejik Konsept’ belgesinin tüm isteklerine uyan bir içerikle kabulüyle ‘temel ekseni’nin NATO üyesi demokrasiler olduğunu tescil ettirmiş sayılabilir. Uçakta gelirken ve Lizbon'da yaptığımız sohbetlerde, ‘eksen kayması’ tartışmalarına, Türkiye'ye yönelik bir ‘psikolojik savaş’ yürütüldüğü gerekçesiyle karşı çıkan ve ‘Türkiye asıl şimdi eksenini bulmuştur’ diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün keyfinin sebebi de anlaşılabiliyor.”

Fuller’ın 2008’de yazdıklarıyla Çandar’ın 2010’da yazdıkları birlikte okunduğunda, eksen kayması olarak adlandırılanın aslında ABD ve İsrail’in bölgesel çıkarlarına uygun uzun vadeli bir planın parçası olduğu çok net bir şekilde anlaşılıyor. Türkiye egemen sınıfı, ilkinin bitişinin ardından, Yeni Soğuk Savaş’ta da Atlantik ekseninin ileri karakollarından biri olma görevini üstlenmeye hazırlanıyor ve Abdullah Gül’ün veciz bir ifadeyle ifade etmiş olduğu üzere “asıl şimdi eksenini buluyor.”

Bu noktada, yaşanan süreci daha iyi anlamak için dünkü gazetelerde yayınlanan üç habere odaklanmamız gerekiyor. Haberlerden ilkine göre Yeni Soğuk Savaş sürecine uygun olarak, İran, Çin ve Rusya ortak bir füze kalkanı sistemi kurmak için görüşmeler yapıyorlar. Çin ve Rusya’nın, sadece İran ve Kuzey Kore’nin değil, kendilerinde de Atlantik ekseninin hedefinde olduklarını bilmeleri böyle bir sistemi bu ülkeler açısından kaçınılmaz kılıyor. O halde tekrarlamakta fayda bulunuyor Türkiye ilkinde olduğu gibi Yeni Soğuk Savaş’ta da en erken cephe ülkelerinden biri haline geliyor.

İkinci haber ise Çin ordusundan bir grup subayın Türkiye’ye ziyaretine ilişkin. Habere göre Çin özel kuvvetleri mensubu subaylar önce Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi’ni (BİOEM) ziyaret ediyorlar, sonrasında ise gizli tutulan kimi temaslar gerçekleştiriyorlar. Kamuoyunda adı pek duyulmayan Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezinin “vizyon”u, internet sitesinde şöyle açıklanmış: “NATO, BİO ve Akdeniz Diyaloğu çerçevesinde icra edilen her türlü eğitim ve öğretim faaliyetinin NATO ve Ortak Ülkelerin Harekât İhtiyaçları doğrultusunda yönlendirilerek, diğer NATO BİOEM’lerine de örnek teşkil edecek şekilde, dünyada BİO konusunda bir cazibe merkezi haline getirilmesi ve bunun sürekli gelişiminin sağlanmasıdır.”

Yeni Türkiye’nin inşası ile Yeni Soğuk Savaş arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu ve birinci cumhuriyetin unsurlarının tasfiye sürecinin de bu bağlantıyla ilişkilendirilerek okunması gerektiğini sıkça dile getiriyoruz. TSK’nın geçmişte yapılmış anlaşmalar kapsamında Çin gibi Atlantik ekseninde olmayan ülkelerle gerçekleştirdiği temaslara bakarak, tasfiye operasyonunun nihai hedefine ulaşamadığını söyleyebilecek durumda mıyız, bunu ise henüz bilemiyoruz. Fakat -haber eğer doğruysa- ABD’nin de süreci yakından takip ettiğini ve TSK’dan bilgi talebinde bulunduğunu görebiliyoruz.

Üçüncü haber ise PKK’ya yönelik sınır ötesi operasyon ile ilgili. Bülent Arınç’ın yaptığı açıklamaya göre TSK’ya sınır ötesi operasyon yetkisi veren tezkere 17 Ekim 2011 tarihi itibariyle bir yıl daha uzatılacak. Bu haber Mehmet Ali Birand’ın “PKK ile Müzakere Dönemi Bitti Mücadele Dönemi Başladı” isimli dünkü köşe yazısı ile birlikte okunduğunda daha da anlamlı bir hale geliyor. Birand ABD dönüşü uçakta Erdoğan’a “Dikkat ediyorum hep savaştan söz ediyoruz, Barış artık kalmadı galiba” diye sorduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Evet, artık barış için müzakere etme, barış için ortam hazırlama dönemi bitmiş. ‘…Müzakereler artık rafta. PKK silahı bırakana kadar bu mücadele sürecek’ dedi. “

Bir yanda Yeni Soğuk Savaşın ilk cephelerinden biri haline geliş, öte yandan ise Kürt sorununda askeri çözüm konseptinin yeniden uygulamaya sokulması… Yeni Türkiye’yi simgeleyen sözün “Yurtta savaş dünyada savaş” olacağı şimdiden anlaşılıyor.