Yeni rejim ve elitleri I

Her rejim kendi siyasi elitlerini yaratıyor, o siyasi elitler üzerinde yükseliyor, onlarla yönetiyor. Birinci Cumhuriyet kendi elitlerini yaratmıştı ve şimdilerde yeni rejimin de kendi siyasi elitlerini yarattığını, onlarla yükseldiğini görüyoruz. Eski rejimin elitleri tarih sahnesinden çekildiler ve yenisinin elitleri artık ülkeyi yönetiyorlar.

Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtuluş, Mehmet Şimşek ve diğerleri. 45-65 yaş arasında, erkek, Sünni ve muhafazakârlar. Milli Görüş hareketinin Erbakan, Recai Kutan, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk gibi birinci kuşak temsilcilerinden sonra gelen ikinci kuşağı da diyebiliriz onlara. Büyük olasılıkla önümüzdeki on yıl boyunca da düzen siyasetinin kilit noktalarında yer almaya, yeni rejimin yeni elit kuşağı olarak devam edecekler.

Peki nereden çıktılar, nasıl bir konjonktürün ürünüydüler, hangi kurumlarda örgütlendiler, nasıl bir örgütlenme ağının içerisinde yetiştiler, iktidara nasıl yürüdüler?

Bu soruları yanıtlamak için tarihsel bir arkeoloji yapmamız gerekiyor, bu nedenle de bakacağımız ilk yer, en üstteki, yani bugüne en yakın olan katman olacak: Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV). İslami sivil toplum örgütlerinin bir tür çatı örgütlenmesi olarak görebileceğimiz TGTV 1994 yılında Birlik Vakfı tarafından kuruldu. Halen, MÜSİAD’dan İlim Yayma Cemiyeti’ne Anadolu Aslanları İşadamları Derneği’nden İsmail Ağa Camii İlme Hizmet Vakfı’na kadar İslami sermayenin çeşitli fraksiyonları ile cemaat ve tarikat örgütlenmelerine ait vakıf ve dernekler TGTV çatısı altında bir arada bulunuyorlar.

TGTV’nin kuruluş çalışmaları 1991 yılında yapılan bir istişare toplantısıyla başladı. Sabahattin Zaim’in sözleriyle “Türkiye’deki bütün milliyetçi, muhafazakâr, sağcı dernek ve sendikalar”ın davet edildiği ve Birlik Vakfı’nın öncüsü olduğu bu toplantının düzenleyicisi Aydınlar Ocağı’ydı. Oturumun adı “Değişen Dünya ve Türkiye” olarak belirlenmişti ve sağ entelijansiyanın Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir projeksiyon yapma çabasını yansıtıyordu.

Aydınlar Ocağı ile birlikte TGTV’nin kuruluşunda rol oynayan Birlik Vakfı’nın Türkiye siyaseti üzerindeki etkisi üzerinde pek durulmamıştır. Oysa Şerif Mardin’e göre Recep Tayyip Erdoğan’ın kariyeri boyunca sahnenin arkasında, “Anavatan Partililer tarafından kurulan ve muhafazakâr politikaların teşviki için ortak kültürel ideolojileri yeşerten” ve “siyaset-üstü” bir nitelik taşıyan bu vakıf bulunmaktaydı.

İkinci katmanı oluşturan Birlik Vakfı ancak Türkiye muhafazakârlığının üç ana yapılanmasına/örgütlenmesine bakıldığında, dolayısıyla daha alt katmanlara inildiğinde doğru bir şekilde analiz edilebilir: Aydınlar Ocağı, Nakşibendî İskenderpaşa Dergâhı ve Milli Türk Talebe Birliği.

Aydınlar Ocağı’nın temelleri 1967 yılında MTTB’nin öncülüğünde yapılan “Birinci Milliyetçiler Kurultayı”nda atıldı. Kurultayın başkanlığını sonradan Türk-İslam sentezi formülasyonunu geliştirecek olan ve 1944 Irkçılık-Turancılık Davasının sanıklarından Zeki Velidi Togan’ın öğrencilerinden İbrahim Kafesoğlu yapıyordu. 1969 yılında ise “Milliyetçiler İkinci Büyük Kurultayı Milliyetçiler İlmi Semineri” İstanbul’da yine İbrahim Kafesoğlu’nun başkanlığında toplandı ve Aydınlar Ocağı bu kurultayın ardından 1970 yılında kuruldu.

Ocağın ilk başkanı olan İbrahim Kafesoğlu, 27 Mayıs sonrasında kurulan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün yayın organı Türk Kültürü’nün en önemli yazarıydı. MHP’nin 1980 öncesindeki önemli isimlerinden olan ve aynı zamanda MİT ajanı olarak görev yapan Enver Altaylı, İrfan Ülkü tarafından yazılan biyografisinde, söz konusu enstitünün kurulmasında dönemin MİT müsteşarı Fuat Doğu’nun etkin bir rol oynadığını, enstitünün başbakanlığın örtülü ödeneğinden finanse edildiğini ve amacının “dış Türklerle” ilgili çalışmalar yapmak olduğunu söylüyordu. Dış Türklerle kastedilenin Sovyet Cumhuriyetlerinde yaşayan Türkî kökenli halklar olduğu ve ABD’nin bu halklar üzerinden anti-Sovyetik faaliyetler gösterdiği biliniyor, ayrıca Fuat Doğu’nun CIA eğitimi almış olması ve dönemin CIA Türkiye şefi Ruzi Nazar’la olan bağlantıları düşünüldüğünde enstitünün bir Soğuk Savaş kurumu olarak yapılandırıldığı açıkça görülüyor.

Kafesoğlu, Togan’ın ve Nihal Atsız’ın 40’lardaki Türkçü faşizminden etkilenmişti ama onun komünizmle mücadele açısından kitleleri yeterince mobilize edici, hareket geçirici olmadığını düşünüyordu. Bu nedenle de seküler nitelikleri olan Türkçü faşizm yerine milliyetçilikle dinin, Türklükle İslam’ın sentezlendiği yeni bir ideoloji tasarımına girişti. Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan bu ideoloji özellikle 12 Eylül darbesinin ardından resmen kabul gördü ve adeta resmi ideoloji haline geldi.

Aydınlar Ocağı 1970’ler boyunca Türk-İslam sentezi aracılığıyla egemen blok ile Türk sağının merkezde yer almayan unsurları arasında bir mutabakat zemini oluşturmaya çalıştı. Bu zemin devletin Türk-İslam sentezinin önüne açacağı alanla doğru orantılıydı kuşkusuz. Ocak, birinci Milliyetçi Cephe hükümetinin kuruluşunda da önemli rol oynadı. Ocak mensubu akademisyenler bu doğrultuda bir çağrı yayınladılar ve MHP’nin de koalisyona dâhil edilmesi için büyük çaba gösterdiler.

Aydınlar Ocağı 12 Eylül darbesini doğrudan destekledi. Ocak mensupları Süleyman Yalçın’ın sonradan anlattığı üzere Necdet Üruğ gibi ordudan kimi isimlerle zaten görüşüyorlardı. Darbeden sonra, hem darbecilere kendi anayasa taslaklarını sundular hem de özellikle Tercüman gazetesinde yazdıkları yazılarla darbeyi övdüler ve darbecilere yapılması gerekenlerle ilgili kimi önerilerini ilettiler. Darbeciler de Aydınlar Ocağı mensubu akademisyenleri Türk-İslam sentezine ve karşı-devrimci projeye uygun bir şekilde ihya etmekte gecikmediler elbette.

Ocağın genel başkanlığını yapan isimlerden Salih Tuğ İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne, üyelerden Ahmet Sonel Ankara Üniversitesi’ne, Ümit Akkoyunlu ise Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne dekan olarak atandılar. Ayhan Songar, Leyla Elbruz ve Zeynep Korkmaz ise TRT yönetim kurulu üyesi yapıldılar. Ocağın yakın çevresinde bulunan isimlerden Tarık Somer Ankara Üniversitesi rektörlüğüne, Erol Cansel Ankara Üniversitesi rektör yardımcılığına, Hikmet Tanyu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığına, Erol Güngör Konya Selçuk Üniversitesi’ne Halil Cin ise Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nin rektörlüğüne atandılar. Bu isimler, YÖK’ün de yardımıyla, üniversiteye asistan ve öğretim üyesi olarak aldıkları binlerce kişiyle, Türkiye üniversitelerini baştanbaşa saran milliyetçi-muhafazakâr ve İslamcı kadrolaşmanın mimarları oldular.

Ocak, Özal şahsında aradığı gerçek lideri buldu, en azından 80’lerin ikinci yarısına kadar bulduğuna inandı. Özal, kapitalizmin refah devletine ve 68 isyanına karşı küresel ölçekte yürürlüğe koydu karşı-devrimci projenin Türkiye mümessiliydi. 24 Ocak Kararları henüz ortada yokken, Aydınlar Ocağı’nın “Türkiye’de Sosyal ve İktisadi Problemleri” başlığı ile Nisan 1979’da düzenlediği konferansta, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları” isimli sunumunda, neo-liberal tezlerini dile getirmişti ve Nevzat Yalçıntaş’ın söylediğine göre, bu tezler 24 Ocak Kararları’nın altyapısını oluşturmuştu.

Ocak 1980’ler boyunca Özal’ı destekledi ancak hem kurumsal anlamda giderek etkisizleşti hem de Refah Partisi faktörü ve MHP’nin yeniden siyasete girişi ile birlikte bir tür bölünme yaşadı. 90’lardan itibaren ocağın üyeleri kendilerini hem dernek/vakıf hem de parti anlamında başka örgütsel çatılarda ifade etmeye başladılar. Aydınlar Ocağı’nın en önemli isimlerinin, Birlik Vakfı’nın kurucusu olduğu TGTV’nin “Değişen Dünya ve Türkiye” panelinin oturum başkanlıklarını yapmaları ve 1991 seçimlerinde Refah Partisi-Milliyetçi Hareket Partisi-Islahatçı Demokrasi Partisi ittifakının mimarlığını üstlenmeleri bunun en önemli kanıtlarından biriydi. İçlerinden kimi isimler ise daha sonra, AKP’nin ortaya çıkış sürecinin en etken failleri olacaklardı.

İskenderpaşa Dergâhı ve MTTB’yle birlikte, AKP’ye giden yolu ve muhafazakâr elitlerin serüvenini önümüzdeki hafta anlatmaya devam edeceğiz.