Şeriat çoktan geldi, hem de faiziyle!

“Çok hüzünlüyüm. Bir âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” Bakan Soylu, Bitlis’te öldürülen Abdülkerim Çevik adlı bir Nakşi şeyhinin ardından böyle bir taziye mesajı yayınlandı. Biz de bu vesileyle Çevik’in “Norşin Medresesi Baş Müderrisi” ve “bölgenin önde gelen kanaat önderlerinden biri” olduğunu öğrenmiş olduk. 

Öğrendiğimiz başka bir şey ise bölge insanının zaman zaman aralarındaki ihtilafları çözmesi için Çevik’e başvurduğu, yani bir tür şeriat hukukunun yürürlükte olduğu, onun da bu ihtilafları şeriat hükümlerine göre çözüme kavuşturduğuydu. Gazetelerde yer alan haberlere göre, ölümüne de böyle bir ihtilaf sebep olmuş, bir alacak-verecek meselesinde taraflardan biri verilen kararı beğenmemiş ve Çevik’i kurşunlayarak öldürmüştü.  

Çevik’in ölümü sadece Soylu’yu hüzne boğmadı, hükümet ve artık aynı anlama gelmek üzere devlet ricalinden de ardı ardına benzer açıklamalar geldi. Cenaze törenine ise Bingöl’de devleti temsil eden kim varsa katıldı; vali, iktidar partisinin Bitlis milletvekilleri ve il başkanı, cumhuriyet başsavcısı, belediye başkanı ve bürokrasinin farklı yerlerindeki isimler oradaydı. 

Hayır, tüm bunlardan yola çıkarak “Türkiye Cumhuriyeti, anayasasında laik olduğu yazan bir devlet değil mi, nasıl oluyor da böyle şeyler olabiliyor” diye bir soru sormayacağım; on yedi yılın sonunda fazlasıyla naiflik olur bu. Türkiye’de anayasa ve anayasal düzen çoktan askıya alınmıştır ve anayasal yargı da yoktur, rejim ise herhangi bir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde değişmiş durumdadır. 

Bu örnekten, yani paralel bir hukuk sisteminin (şeriat mahkemeleri) ve paralel bir eğitim sisteminin (medreseler) mevcudiyetinden yola çıkarak varmak istediğimiz yer ise esas olarak “Türkiye’ye şeriat gelir mi” sorusu etrafında yürütülen tartışmalardır.

Çok açık bir şekilde söyleyelim; eğer şeriatın gelmesiyle kastedilen, devleti yönetenlerin anayasaya “Türkiye bir şeriat devletidir” yazıp, anayasanın diğer maddelerini ve kanunlarını bu doğrultuda değiştirip düzenlemeleri, toplumsal ve siyasal yaşayışı da bu hükümlere tabi kılmaları ise Türkiye’ye şeriat gelmez. Türkiye kapitalizminin gelişkinlik ve dünya sistemine entegrasyon derecesi de, Türkiye sosyolojisi de buna izin vermez. Zaten tepedekiler de bunu iyi bildiklerinden, -eğer akli melekelerini tamamen yitirmemişlerse- böyle bir işe kalkışamazlar.

Peki bu içimizin rahat olması gerektiği anlamına mı gelir?

Türkiye bir siyasal İslam tehlikesiyle karşı karşıya değil midir, dinci gericilik Türkiye’yi tehdit etmemekte midir? 

Karşımızda siyasal ve toplumsal yaşamın dinselleştirilmesini hedefleyen bir proje yok mudur? 

Bilakis, şeriat bize ancak böyle, yani ancak fiili olarak, ancak adı konulmadan, ancak gündelik hayatın pratikleri içerisinde tecrübe edebileceğimiz bir şekilde gelebileceğinden ve hatta gelmiş olduğundan, belki de resmi olarak ilan edilmesine nazaran çok daha büyük bir tehlike ve tehdit söz konusudur. 

İktidarı ve yandaşları dışarıda tutarak soracak olursak:

Bugünün Türkiye’sinde kim bürokrasinin farklı cemaat ve tarikatlar arasında pay edildiğini inkâr edebilir?

Kim toplumsal ve siyasal alanın üst ilkesi din olan bir anlayış çerçevesinde dönüştürülmek istenmediğini, böyle bir sürecin yaşanmadığını söyleyebilir? 

Kim eğitim sistemindeki dinselleşmeyi, zorunlu din derslerini, Kuran kurslarında ya da tarikat evlerinde küçücük çocukların başına gelenleri görmezden gelebilir? 

Diyanet’in devasa bir yapıya dönüşerek giderek devlet içerisinde devlet haline gelmesi nedensiz midir? 

Türkiye’nin bugünkü dış politikası İslam dünyasının liderliği, hilafet, İhvancılık vb. söylemler üzerine kurulmuş durumda değil midir? 

Sorular çoğaltılabilir ama ne denilmek istendiği anlaşılmış olmalıdır; şeriatın gelip gelmeyeceğine dair tartışma artık abes bir tartışmadır, Türkiye’ye şeriat çoktan gelmiştir, Türkiye’de şeriat ancak bu haliyle var olabilir ve bu iktidar işbaşında kaldığı sürece ancak bunun derecesine dair bir tartışma yapılabilir. 

Türkiye’ye şeriat çoktan gelmiştir ve de üstelik faiziyle birlikte gelmiştir! 

Artık iyiden iyiye bir tür şeyhülislamlık makamı gibi hareket eder hale gelen Diyanet’in “TOKİ tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dini hükmü nedir” şeklindeki soruya verdiği yanıt tam olarak şöyledir: 

“İslam'da faiz, kesin olarak haram kılınmıştır. Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir. İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler de bu kapsamdadır ve caiz değildir.

TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ise devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır.

Bu itibarla, devlet TOKİ’nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkânı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir.”

Açıklamadan anladığımıza göre ev ya da araba satın almak için birinden ya da bankadan faizle kredi almak caiz değildir, ama söz konusu olan TOKİ konutuysa, krediyi de kamu bankasından alıyorsanız herhangi bir sıkıntı yoktur, hakem “oyna devam” demektedir. 

“Türkiye’ye şeriat gelir” mi sorusunun yanıtı “Türkiye’ye şeriat çoktan gelmiştir” diye verilmelidir ama bu da yetmez, Türkiye’ye şeriatın neden geldiğini de bilmek, görmek ve anlatmak gerekmektedir.

Türkiye’de dinselleşme, hem rejimin bekası hem de serbest piyasa ekonomisi için bir zarurettir. Türkiye toplumunun ve siyasetinin dinselleştirilmesi ile Türkiye ekonomisinin liberalleşmesi birbirine bağlı olarak ilerleyen süreçlerdir. Türkiye kapitalizmine ve yeni rejime sürüleştirilmiş, cahil bırakılmış kitleler gerekmektedir ve bunun için elde dinselleşmeden daha iyi bir araç yoktur. Greve değil camiye giden, sendikalı değil tarikat/cemaat mensubu olan, yurttaş değil kul olması istenen, tevekkül eden, biat eden, isyan etmeyen kitleler ancak böyle imal edilebilir. 

Türkiye’ye şeriat gelmiştir ve az önce söylemiş olduğum üzere hem de faiziyle birlikte, sermaye düzeninin ihtiyaçları doğrultusunda gelmiştir. 

Tam da bu nedenle, Türkiye’de artık sermaye düzeniyle mücadeleden ayrı bir dinci gericilikle mücadele programı da, dinci gericilikle mücadeleden ayrı bir sermaye düzeniyle mücadele programı da mümkün ve hayata geçirilebilir değildir. Solun, ikisini birden karşısına almak dışında başka bir seçeneği yoktur, buradan yürümenin zemini ise belki de hiç bu kadar müsait olmamıştır.