Dünyayı İşçi Sınıfı Kurtaracak

Marx ve eseri söz konusu olduğunda sıkça dile getirilen Althusser’den mülhem bir “epistemolojik kopuş” tezi vardır. Buna göre “genç Marx” yabancılaşma, ahlak, adalet gibi “ideolojik” kavramlar kullanırken, “olgun Marx”ta bunlara rastlanmaz. Marx olgunluk dönemiyle birlikte artık ekonomi-politiğin, yani “bilim”in diliyle konuşmaya başlamış, teorisinin merkezine üretim tarzı, üretim ilişkileri, meta, artı-değer vs. gibi kavramlar yerleşmiştir: Genç Marx’tan olgun Marx’a, ideolojiden bilime geçiş.

Ekonomi-politiğin keşfi ve söylemin merkezine ekonomi-politikten hareketle oluşturulmuş kavramların yerleştirilmesi Marx’ın düşünsel üretimi açısından bir dönüm noktasıdır kuşkusuz artık esas amaç kapitalizmin işleyiş yasalarını açığa çıkarmak ve buradan da hareketle bütün bir toplumsal tarihi açıklama gücü ve iddiasına sahip bütünlüklü bir teorik çerçeve kurmaktır.

Düşünsel ilgi ve üretiminin zamanla başka bir alana kaymasına rağmen, genç Marx’tan olgun Marx’a, Marx’ın düşünsel üretim faaliyetinin bütününe damgasını vuran esas kaygının hiç değişmediğini, Marx’ın düşüncesinde herhangi bir “kopuş” olmadığını söylemek gerekir. Bu kaygı, insanın tahakkümü altında bulunduğu dışsal güçlerden nasıl kurtulacağına, yani nasıl özgürleşeceğine ilişkindir ve bu nedenle de Marksizm insanın özgürleşmesine dair bir projedir.

Marx’ın henüz 26 yaşındayken yazdığı ve 1844 El Yazmaları’nda yer alan aşağıdaki satırlarda bu özgürleşme projesi şu şekilde betimlenir:
“Komünizm (…) insanla doğa ve insanla insan arasındaki çatışmanın kesin çözümüdür- varoluşla öz, nesneleşme ile kendini-pekiştirme, özgürlük ile zorunluluk, birey ile tür arasındaki kavganın gerçek çözümüdür. Komünizm tarihin çözülmüş bilmecesidir ve kendisinin bu çözüm olduğunu bilir.”
1844 El Yazmaları’ndan Kapital’e, kavramsal kategorilerin değişmesi ve dönüşmesine rağmen Marx için esas sorunsal özgürleşmedir hem insanların insanlar üzerindeki hâkimiyetinin hem de nesnelerin özneler üzerindeki hâkimiyetinin sona erdirilmesi anlamında özgürleşme.

Marx’ın başyapıtı olan Kapital, bir ekonomi-politik kitabı olarak bize hem kapitalist üretim tarzının analizini hem de burjuva ekonomi-politiğinin bir eleştirisini sunar. Ancak Kapital kati surette bundan ibaret bir kitap değildir. Kapital’de aynı zamanda 15. yüzyıldan itibaren önce İngiltere’de ve sonra bütün Avrupa’da kitlelerin mülksüzleştirilerek nasıl proleterleştirildikleri ve sermaye birikiminin nasıl sağlandığı anlatılır. Bu, “zorla toprakları ellerinden alınan, evlerinden atılan ve işsiz-güçsüz serseriler haline getirilen tarımsal nüfus”un, “kırbaçlanarak, damgalanarak, müthiş yasalar yoluyla işkence edilerek, ücret sisteminin getirdiği disipline” sokuluşlarının tarihidir.

Kapital’de, bir yandan emeğin mülksüzleştirilişinin ve disiplin altına alınışının tarihi yasa metinleri, iş raporları, gazete haberleri vs. üzerinden ayrıntılı bir şekilde anlatılırken öte yandan kapitalizmin işçiyi makinenin tahakkümü altına sokuşundan ve onu makinenin bir parçası haline getirişinden uzun uzun söz edilir. Aşağıdaki satırlarda bu süreç müthiş etkileyici bir şekilde betimlenmektedir:

“[sermaye] insan bedeninin büyümesi, serpilip gelişmesi ve sağlığının devamı için gerekli olan zamanı gasp eder. Temiz hava ile güneş ışığının tüketilmesi için gerekli olan zamanı bile çalar. Yemek zamanına el koyarak elinden geldiğince onu da üretim sürecine katar böylece ocağa kömür atılır, makineye yağ verilir gibi, işçiye de, üretim aracıymış gibi yiyecek verilir. Bedensel gücün yerine gelmesi, derlenip toparlanması, tazelenmesi için gerekli sağlıklı uyku süresi, tamamen tüketilmiş bir organizmanın şöyle böyle canlanması için kaçınılmaz birkaç saatlik uyuklamaya indirgenmiştir.(…) Emek gücünün ömrünün uzunluğu sermayeye vız gelir. Onu ilgilendiren tek şey, bir işgünü boyunca akışı sağlayabilecek emek gücüdür. Bu amacına, tıpkı açgözlü bir çiftçinin, toprağın verimliliğini tüketerek ondan elden geldiğince fazla ürün koparması gibi, işçinin yaşamını kısaltarak ulaşır.”

Sermayenin varlığını devam ettirebilmesi ve büyüyebilmesi için işçilerin yaşamını gasp etmesi bir zorunluluktur. Marx bunu vampir metaforuna başvurarak anlatır: “sermaye ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir ve ne kadar çok emek emerse, o kadar çok yaşar.”
Kapitalist sömürünün ve tahakkümün üzerinden gerçekleştiği esas sınıf olma özelliğine sahip olan işçi sınıfı, potansiyel olarak bu sömürü ve tahakkümü ortadan kaldırma gücünü bünyesinde taşır, bu nedenle de Manifesto’da “kapitalizmin mezar kazıcısı” olarak tarif edilmiştir. Kapitalizmin mezar kazıcısı olarak işçi sınıfı, kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırarak sadece kendisini değil, aynı zamanda bütün bir toplumu, dünyayı ve hayatı kurtarır, bu nedenle de “evrensel sınıf”tır.

Evrensel sınıf olarak işçi sınıfı kendi sömürü ve tahakküm koşullarını, yani kapitalist üretim tarzını yıkarken, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ortadan kaldırarak üretimi toplumsallaştırır, böylelikle üretim sürecinin kendisi kar odaklı olmaktan çıkar ve toplum odaklı olur. Bu, insanın insan tarafından sömürülmesinin sonu olduğu gibi insanın nesnenin, makinenin, sistemin kölesi olmaktan da kurtuluşudur aynı zamanda. Yani işçi sınıfı kendisiyle birlikte bütün bir insanlığı kurtarır.

Evrensel sınıf üretim araçlarını ve üretim sürecini toplumsallaştırarak kapitalist üretim tarzının yarattığı ekolojik tahribatı da durdurur. Üretim piyasa tanrılarının yönettiği kar odaklı bir faaliyet olmaktan çıkarılıp kolektif insan aklı tarafından planlanan bir veçheye kavuştuğunda doğa da bunun bir parçası haline gelir toprak, ormanlar, nehirler artık basitçe birer üretim girdisi değil, insan varoluşunun ve insan-doğa ilişkisinin bir parçası haline gelirler. O halde işçi sınıfının kurtuluşu, doğanın ve bütün dünyanın da kurtuluşudur aynı zamanda.

Evrensel sınıf olarak işçi sınıfı kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırarak sınıfları ve sınıflı toplumu da ortadan kaldırır bu, işçi sınıfının kendisini işçi sınıfı haline getiren koşulları yok etmesi demektir. Demek ki işçi sınıfının tüm insanlığı kurtarabilmesi için onu bir sınıf haline getiren koşulları yani kapitalizmi ve kapitalizmle birlikte kendisini de ortadan kaldırması gerekmektedir. O halde insanlığın kurtuluşunun ancak işçi sınıfının yok olmasıyla mümkün olduğu söylenebilir. Bu anlamıyla işçi sınıfının tüm insanlığın kefaretini omuzlarına yükleyen ve ancak ölümüyle tüm insanlığı kurtarabilecek olan Mesih olduğu iddia edilebilir fakat burada gökten inen ve sonra tekrar göğe yükselen bir Mesih yoktur Mesih, yani işçi sınıfı, maddi üretimin ve toplumsal ilişkilerin bağrından çıkmıştır, bu nedenle de bütünüyle maddi, bütünüyle bu dünyaya aittir.

Her gün iş cinayetlerine tanık olduğumuz, işçilerin üçer beşer öldüğü günümüz Türkiye’sinde buradan hareketle bir işçi sınıfı tanımı yapmak mümkün görünmektedir: İşçi sınıfı, tek tek mensuplarının ölümünü engelleyebilmek için, bir sınıf olarak kendisini var eden üretim ilişkilerini ve kendisini yok etmek, bir sınıf olarak kendisini öldürmek zorunda olan sınıftır insanın ve dünyanın yaşaması onun ölümüne bağlıdır.