Dersim Üzerine

1- Dersim’de 1937-1938 yılları arasında yaşananlar tartışmasız bir şekilde katliamdır.

2- Erdoğan’ın Dersim özrü araçsaldır. Dersim, iki amaç için kullanılmıştır: Amaçlardan ilki ve özel olanı CHP içerisindeki hizipleri birbirine düşürmek ve böylelikle CHP’yi bölünmeye kadar gidebilecek bir kaosa sürüklemek, ikinci ve genel amaç ise Osmanlı-Türkiye modernleşmesini bir bütün olarak itibarsızlaştırma ve tasfiye sürecine sokmaktır. Önümüzdeki günlerde Jön Türklerden Kemalizm’e uzanan çizgi ve hilafetin kaldırılmasından harf devrimine kadar yaşanan bütün tarihsel olaylar, yakın tarihle hesaplaşmak görüntüsü altında, topyekûn bir şekilde böyle bir operasyona maruz kalacaktır.

3- Sol, bu operasyona iki nedenle dâhil olamaz, olmamalıdır. İlk olarak, operasyon açık bir şekilde AKP iktidarına ve liberal-muhafazakâr hegemonyanın güçlenmesine hizmet edecektir. İkinci olarak ise sol, Osmanlı-Türkiye modernleşmesini, liberallerin ve muhafazakârların yaptığı gibi, devlet-toplum karşıtlığı, merkez-çevre mücadelesi gibi ikilikler üzerinden okuyup elinin tersiyle bir kenara itemez. Sol bu süreci sınıfsal bir bakış açısıyla analiz eder ve eleştirir. Kapitalizm ve emperyalizm kavramlarının kullanılmadığı eleştiri ve analizler sol değildir.

4- Sol, genel olarak modernite ve aydınlanmayı, özel olarak ise Osmanlı-Türkiye modernleşmesini ve aydınlanmasını, modernite ve aydınlanma karşıtı, gerici, postmodern argümanlarla eleştiremez. Aydınlanma ve modernite, tıpkı Marx ve Engels’in yaptığı gibi, aydınlanma ve modernitenin içerisinden eleştirilir.

5- Modern devlet inşası, dünyanın her yerinde “merkezileştirme” anlamına gelmiştir. Modern devlet, üzerinde egemenlik kurmak istediği topraklarda yerel ve dini otoritelerin hüküm sürmesine izin vermeyeceği gibi, o toprakların her bir parçasının ulusal pazara dâhil olmasını sağlamaya çalışır. Ayrıca yurttaşlarından vergi toplar ve onları askere alır. Aynı zamanda yönettiği nüfusu etnik ve dini açıdan olabildiğince homojenleştirmek ister.

6- Dersim’de yaşananların ilk boyutunda bu modernleşme zihniyeti vardır. Devlet, Dersim’deki ağaları ve seyitleri kendi merkezi otoritesine bir meydan okuma olarak görmüş ve ortadan kaldırmıştır. Bunun yanı sıra Dersim’i ulusal pazarın bir parçası haline getirmek, Dersimlilerden vergi toplamak ve onları askere almak istemiştir. Katliam, katledilenlerin ve sürgüne yollananların Zaza ve Alevi olmaları nedeniyle, dini ve etnik homojenleştirmeye de hizmet etmiştir.

7- 1937-38’in ikinci boyutunda ise Osmanlı-Türk modernleşmesinin karanlık yüzü diyebileceğimiz (ki bu, birinci cumhuriyetin de sonunu getirmiştir) Sünni-Muhafazakâr damar vardır. İttihat-Terakki için de Kemalist rejim için de makbul vatandaş her daim Sünni-Türk vatandaş olmuştur. İttihat-Terakki’nin de Kemalist rejimin de Dersim’le ilgili olarak hazırladığı raporlarda, Aleviliğin sapkın bir inanç biçimi olduğuna dair çokça ibareye rastlamak mümkündür. “Tedip ve Tenkil Harekâtı”nın böylesi kanlı bir şekilde gerçekleşmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden biri tam da bu Sünni-Muhafazakâr damardır hiyerarşi zincirinde aşağı doğru inildikçe, görevlilerin mezhep bilinci kendilerine verilen görevi daha iştahlı bir şekilde yapmalarını sağlamıştır.

8- O halde şöyle söyleyebiliriz: Dersim’de görev başında olan sadece modernleşmeci zihniyet değil aynı zamanda Osmanlı’dan devralınan Sünni-muhafazakâr zihniyettir de.

9- Tam da bu nedenle, liberallerin ve muhafazakârların iddia ettiği gibi, mesele basitçe ceberut, modernleşmeci devletin halka zulmetmesi ve katliam yapması değildir, en az onun kadar etkili başka bir faktör daha vardır: 500 yıldır devam etmekte olan Alevilere yönelik katliam geleneği. Türk sağının ise, liberali, muhafazakârı ve milliyetçisiyle bu gelenekle hesaplaşması mümkün değildir.

10- Tıpkı liberaller ve muhafazakârlar gibi ulusalcılar da katliama damgasını vuran Sünni-muhafazakâr zihniyeti görmezden gelmekte bu nedenle de meseleyi, cumhuriyetle feodalite ve gericilik arasındaki bir mücadele olarak görmektedirler. Oysa cumhuriyetin feodalizmle de gericilikle de radikal bir mücadele içerisine girmemiş olduğu bir gerçeklik olarak ortadadır ve ulusalcı literatürde de bu gerçeklik “Kemalist devrimin eksikleri” başlığıyla ifade edilmiş durumdadır. Buna ek olarak, araştırmalar Dersim’de örgütlü ve ideolojik rotası belli bir karşı-devrimci kalkışmanın söz konusu olmadığını göstermektedir. Bu nedenle de Dersim’de 37-38 yılları arasında devrimci güçlerle karşı-devrimci güçlerin tarihsel bir hesaplaşma yaşadıklarını söylemek fazlasıyla zorlama bir yorum niteliği taşımaktadır.

11- Böylesi bir hesaplaşma söz konusu olsaydı bile, bu, yaşanan katliamı meşrulaştırmazdı elbette ama yukarıda bahsettiğimiz üzere, meselenin cumhuriyet-feodalizm mücadelesi argümanını aşan bir boyutu, Sünni-muhafazakârlıktan beslenen ve gerici diyebileceğimiz bir boyutu daha vardır. Bu boyut, Osmanlı-Türkiye modernleşme sürecine dair yapılacak bütün analizlerde denkleme dâhil edilmelidir.

12- Türkiye solunun tabanında Kürtlerin ve Alevilerin önemlice bir yer kaplaması ve Tunceli’nin de Türkiye’de solun kalelerinden biri olması nedeniyle, Dersim İsyanı ve Seyit Rıza, kimi sol çevrelerce bir tür yüceltmeye tabi tutulmaktadır. Oysa Dersim isyanı Kürt ulusçuluğuna dayalı bir isyan olmadığı gibi, Baba İshak, Baba İlyas ya da Şeyh Bedrettin isyanlarına benzeyen eşitlikçi ya da komünizan bir isyan da değildir. Söz konusu olan, halkın bir bölümünün modernite öncesi yaşayış biçimini ve yaşam alanını korumak için başlattığı ve araştırmalara göre resmi belgelerde iddia edildiği kadar güçlü olmayan bir isyandır. Bu nedenle de Dersim halkına yapılanların katliam olması gerçekliği bir yana, Dersim isyanı ve isyanın sembol ismi Seyit Rıza Türkiye ilericiliğinin mücadele tarihinin bir parçası olarak görülemez.

NOT 1: Hüseyin Aygün’ün Zaman gazetesine verdiği mülakatın ardından yoğunlaşan Dersim tartışmaları, Erdoğan’ın özrüyle yeni bir boyut kazandı. Dersim’de 1937-38 yılları arasında yaşananlara ve bugünkü tartışmalara dair bu yazıda, konunun hassasiyeti nedeniyle, meramımı olabildiğince yalın cümlelerle ve maddeler halinde sıralayarak anlatmayı tercih ettim. Yazının kendi kişisel görüşlerimin bir yansıması olduğunu ve sadece beni bağladığını da ayrıca belirtmek isterim.

NOT 2: Ankara’daki Hopa protestolarında gözaltına alınan öğrenciler aylar sonra ilk duruşmalarına çıkarılacaklar. 9 Aralık Cuma günü Ankara Adliyesi’nde yapılacak olan bu duruşmada arkadaşları, dostları ve hocaları olarak onları yalnız bırakmayalım.