AKP, Türk Sağı ve Referandum

Varsayalım ki 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinden Cumhuriyet Halk Partisi tek başına iktidar olarak çıksaydı ve yine varsayalım ki CHP dünya kapitalist sistemi ile bağları hiçbir şekilde koparmamakla birlikte, içeride “biraz daha farklı” bir siyaset izleseydi, bu, CHP’nin solunda yer alan siyasal özneler açısından nasıl bir anlam ifade ederdi?

Biraz daha farklı derken şunu kastediyorum: Örneğin CHP milli gelirden ücretli kesimlerin aldığı payı göreli de olsa artıran, yoksul köylüler lehine tarımsal politikalar uygulayan, örgütlenmeyi bir hak olarak kabul eden ve kolaylaştıran, Kürt sorununun barışçıl çözümü için çaba sarf eden, kendisinin solundaki siyasi öznelere de alan açan, örneğin yerelliklerde onlarla işbirliği içerisine giren bir siyaset izleseydi, kısacası Türkiye’de solun güçlenip serpilebileceği bir siyasal/toplumsal dönüşüm projesini hayata geçiren iktidar pratikleri geliştirseydi, bu sol açısından nasıl bir anlam taşırdı?

Niyetim geçmişe yönelik bir spekülasyon yapmak ya da olası bir CHP iktidarında CHP ile solun geri kalanı arasındaki ilişkiyi tartışmak değil, hatta bir CHP iktidarında yukarıda sıraladıklarımın hemen hiçbiri söz konusu olmayacak muhtemelen. Dolayısıyla soruyu başka bir şeyi açıklığa kavuşturabilmek adına soruyorum 8 yıllık AKP iktidarını ve onun sağın ve gericiliğin diğer unsurlarıyla olan ilişkisini açıklığa kavuşturabilmek adına.

AKP tam 8 yıldır iktidarda ve açık bir dönüşüm projesinin taşıyıcılığını üstlenmiş durumda. Peki, dışarıda küresel sisteme çok daha derin bir şekilde eklemlenme ve içeride bu eklemlenmeye uygun bir siyasi/iktisadi/toplumsal yapının yaratılması, yani yeni bir rejim inşası olarak tarif edebileceğimiz bu projeye sağın geri kalan unsurlarının özsel bir itirazı, köktenci bir karşı çıkışı söz konusu mu?

Sorunun yanıtının açık bir şekilde hayır olduğunu görüyoruz. Artık Demokrat Parti’de temsil edilen ve yaşayan bir ölü olduğunun bile farkında olmayan merkez sağı dışarıda tutarsak, MHP de dâhil Türk sağındaki bütün siyasal özneler, aktif ya da pasif, AKP iktidarını ve yeni rejim inşası sürecini destekliyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşananları hatırlamak dahi MHP’nin AKP’yi nasıl bir varoluşsal krizden kurtardığını anlamak için yeterli. Saadet Partisi istediği kadar neoliberalizm eleştirisi üzerinden AKP’ye vurmaya çalışıyor olsun, parti tabanının AKP’nin “vesayet rejimine karşı verdiği mücadele”de kimin yanında saf tuttuğu belli değil mi? Büyük Birlik Partisi Yazıcıoğlu’nun AKP’yi ve projesini küçük bir koalisyon ortağıymışçasına desteklemiyor mu? İsmailağa’sından Gülen’ine bütün tarikatlar ve cemaatler, Genç Siviller’inden 3H’sine bütün liberal sivil toplumcular, kendilerini iktidar bloğunun bir parçası olarak görmüyorlar mı?

Türk sağının ve gericiliğinin diğer unsurları AKP’ye bir “kar makinesi” payesi biçiyorlar. AKP, zaman zaman bu diğer unsurların benimsemeyeceği politikaları hayata geçiriyor olsa da, bu unsurlarla AKP arasında zaman zaman gerilimli ilişkiler olabilse de, Türk sağı AKP’nin kendisine yeni yaşam alanları, yeni iktidar adacıkları açtığının ve bu yaşam alanlarının ancak AKP iktidarı devam ettiği sürece varlığını devam ettirip genişleyebileceğinin farkında.

Bütün bir toplumsal yaşayışın muhafazakarlaştırılması, kamu ihalelerinden aktarılan rant, yerelliklerdeki patronaj ilişkileri, tarikat ve cemaatlere açılan alan, her türlü toplumsal hiyerarşiyi yeniden üreten sağ hegemonyanın tesisi, liberal ve muhafazakar entelijansiyaya medyada açılan ikbal kapıları, yeni rejimin meşrulaştırıcılarına devlet hazinesinden dağıtılan ulufeler vesaire…

Türk sağının diğer unsurları iktidara gelmelerinin imkânsız olduğunu anladıkları ölçüde, siyasal iktidarı AKP ve cemaate bırakıp, iktisadi ve toplumsal alanda kendi paylarına düşen yaşam alanlarına razı olmuş durumdalar. Ve AKP de kendi iktidarını devam ettirebilmesinin yolunun kendi dışındaki sağ unsurlara bu yaşam alanlarını, bu iktidar adacıklarını sağlamak olduğunun farkında. İşte bu nedenle de AKP ile Türk sağının diğer özneleri arasında sembiyotik ve varoluşsal bir ilişki var biri olmadan diğerinin varlığını devam ettirebilmesi söz konusu değil çünkü.

AKP ile Türk sağının geri kalanı arasındaki ilişkiyi anlamak, eğer AKP son anda bir sürpriz yapıp vazgeçmezse, önümüzdeki günlerde içine gireceğimiz referandum sürecinde yaşanacakları anlamak açısından da önemli. Muhalefetin AKP’ye yönelik bir güvenoyu yoklamasına dönüştürmek isteyeceği anayasa değişikliği referandumunu, AKP yeni rejimin unsurları ile eski rejimin unsurları arasındaki bir mücadeleye dönüştürecek ve ayrışmayı milliyetçi, muhafazakâr, mukaddesatçı, demokrat, sivil güçlerle yani bir bütün halinde Türk sağı ile onun dışında kalan herkes, yani laikler, Aleviler, AKP projesine dâhil olmayan Kürtler, din ve Türklük düşmanları, askeri vesayet rejiminin devamından yana olanlar, komünistler gibi kategoriler üzerinden gündeme getirecek, yani “karşı taraf”ın torbasına yeni rejim inşasına destek vermeyen bütün unsurlar yerleştirilecek.

Böylelikle Türkiye toplumunun iktisadi krize ya da AKP’nin icraatlarının bütününe yönelik bir tepki üzerinden değil de, o kadim mesele üzerinden yani din ve kültür üzerinden ayrışması sağlanacak. Bu ise beraberinde MHP’ninki de dâhil sağ siyasi partilerin tabanlarının önemlice bir bölümünün referandumda evet oyu vermelerini getirecek ve AKP referandumdan başarıyla çıkacak. Referandumda kazanılacak başarı ise seçime tahvil edilmek istenecek ve referandumun hemen ardından üçüncü kez tek başına iktidar hedefiyle seçime gidilecek, yeni rejimin anayasası ise ancak böyle bir üçüncü iktidar döneminde söz konusu olabilecek.

Böylesi bir konjonktürde AKP’nin birçok rolü birden oynaması gerekecek örneğin, hem statükoya karşı baş eğmeyen vakur ve muktedir demokrat rolünü, hem de statükonun karşısında gerçekten iktidar olamamış mağdur rolünü oynayacak. Hem desteklerini alabilmek için ABD’ye ve hatta İsrail’e yanaşacak ama hem de bu devletlere kafa tutuyormuş gibi yapacak, hem neoliberal politikalara devam edecek hem de sadaka devleti mekanizmasını genişletecek.

Geçen 8 yıl AKP’nin bunları bir arada yapabilecek kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösterdi lakin AKP’nin oyunu böylesine iyi oynayabilmesinin nedeni kuralların dışında oynamak isteyen bir oyuncunun sahneye çıkmamış olmasıydı. O halde oyunu bozmak için, oynanan oyunun mahiyetini doğru bir şekilde anlamış olan ama aynı zamanda oyunu sadece konulan kurallar dâhilinde oynamayan, kendi kurallarını karşı tarafa dayatmayı da hedefleyen bir oyuncunun sahneye çıkması gerekmektedir, meselemiz budur, sahneye çıkabilme imkânlarını aramak ve aynı zamanda yaratmaktır.