ABD’nin Asya’ya müdahalesi ve Türkiye’nin ikircikliği

Asya’daki gerilim ve çatışmalar, Keşmir sorunu yüzünden Pakistan ve Hindistan’ın sıcak bir savaşın eşiğine kadar gelmesiyle hız kazandı. Büyük ölçüde İngiliz emperyalizminin mirası olan Hindistan-Pakistan gerilimi Hindistan tarafındaki askeri güçlere radikal İslamcı bir grubun bombalı saldırısıyla tekrar alevlenmişti.

Benzer şekilde Myanmar(eskiden Burma)’da Müslüman azınlığın sorunları batı medyasının en gözde konuları içinde bulunuyor.

Çin’e bağlı Sincan-Uygur Özerk Bölgesi de aynı şekilde radikal İslamcılığın faaliyet alanlarından biri olarak Batı emperyalizminin bir operasyon sahası olarak dikkat çekiyor.  Kısa bir süre önce Türkiye’nin sürece bir kez daha müdahil olduğu ve Çin’in tepkisini çektiği biliniyor.

Henüz IŞİD’in ismi yokken, bundan 5-6 yıl önce Irak hükümeti kimse kulak asmasa da ABD ve İngiltere’nin İslamcı militanlara silah yardımı yaptığını anlatmaya çalışıyordu. Şimdi ise İranlı yetkililer bir sağırlar ordusuna karşı ABD’nin IŞİD’i Afganistan’a taşıdığını söylüyor.

İran’da askeri kuvvetlere karşı bombalı saldırıların artışına tanıklık ettik ve bu nedenle Pakistan ve İran arasında gerilimin yükseldiği görüldü.

İlk olarak, bu coğrafyada azınlıkların ve Müslüman halkların insan haklarını savunur gözüken batı emperyalizminin aslında nasıl kan içmeye alışık olduğu ve kendi çıkarlarından başka bir şeyi gözünün görmediğini biliyoruz.

İkinci olarak ise, radikal İslamcı akımlar –nedeni başka bir tartışma konusu olmak üzere- batı emperyalizminin en kolay kullandığı araçlar haline geldi. Bu nedenle radikal İslamcı hemen her eylemde özellikle ABD’nin parmak izini bulabilirsiniz.

Ama neden Asya’nın yukarıda saydığımız bölgelerinde dine ve mezheplere dayalı bir kışkırtma yaşanıyor?

Birinci nedeni aşağıdaki harita üzerinden daha iyi anlayabiliriz. Son 30 yılda bir dünya fabrikası haline gelen Çin dünya petrolünün ve hammaddelerinin nedeyse beşte birinden fazlasını tüketiyor. Haritada özellikle hâlâ Çin için yaşamsal değeri olan petrolün Körfez ülkelerinden ve diğer coğrafyalardan deniz ulaşımına bağlı olarak izlediği rota görülüyor.  Haritada işaretli Malakka Boğazı bu nedenle büyük bir stratejik önem kazanıyor. Oysa Pasifikteki ilk uluslararası gerilimde Çin bu yolu en azından bir süre için kaybedebileceğini biliyor ve alternatif yollar arıyor. Çin’in Malakka boğazını aşarak Hint okyanusuna ulaşabileceği iki rota bulunuyor, biri Myanmar, diğeri Pakistan’ın Gvadar limanı.

Ve ABD her iki coğrafyayı da kışkırtıyor ve kuşatmaya çalışıyor.

Haritada Çin’e taşınan petrolün rotası ve Malakka Boğazı’nın neden stratejik değeri olduğu görülüyor. Çin’in Hint Okyanusuna ulaşmak için Pakistan ve Myanmar (Burma) koridorlarının neden önemli olduğu anlaşılıyor.

Aşağıdaki harita ise bize batı emperyalizminin opresyonlarının diğer nedenini anlatıyor. Haritada Çin’in bir hegemonya alanı olarak ileri sürdüğü İpekyolu Ekonomik Kuşağı izleniyor. Yapılmış veya inşa halindeki demiryolları ve boru hatları ve haritada görülmeyen Çin kredileri ile kuşağın önemli bir kısmı izleniyor. Aslında Çin bu projeyle hegemonyasını yaymaya çalıştığı coğrafyadaki ülkelerin sermaye sınıflarına pazar ve rant olanakları sunuyor. ABD ise bu çıkara dayalı hegomonya şemsiyesine karşı ülkelerin sermaye sınıflarına bir ekonomik alternatif sunamadığı için sürekli olarak geriliyor ve mevzi kaybediyor. Yapacak tek şey kalıyor: Bölgeyi istikrarsızlaştırmak.

Haritada İpekyolu Ekonomik Kuşağı’nın orta Asya’da izlediği karayolu görülüyor. Yol boyunca Sincan-Uygur Özerk Bölgesi, Keşmir, Pakistan, Afganistan, İran bunların hepsi Batı emperyalizminin kışkırtma alanları olarak izleniyor.

Şimdi Türkiye sermaye sınıfının ikircikli pozisyonunu anlamak daha kolay olacak:

Türkiye bir NATO ülkesi ve ABD müttefiki olarak bu kışkırtmalarda rol mü almalı ve bunu pazarlık masasına mı koymalı,

yoksa kendine ait bir hegemonya alanı yaratmak için doğrudan bu bölgedeki yüz milyonları bulan Müslüman nüfusa mı oynamalı,

bu da değilse Çin’in sunduğu kâr ve rant alanından pay mı kapmalı?

Sermaye sınıfı içinde bu yaklaşımların tarafları olduğu görülüyor. Ancak sermayenin bu gönül kayışları için uluslararası ortam hiç de bir oyun çevirmeye uygun değil.

Öte yandan alternatiflerin hiçbiri emekçi sınıflar tarafından kabul edilemez, hiçbiri emekçi sınıfların çıkarlarına uymuyor. Aksine bütün bölgedeki emekçi halklar için bir felaket örülüyor.

Bu tablo emperyalist sistemin olağanüstü derinleşen krizini bize gösteriyor.

Doğru olan tek şey dünyayı birbirine bağlayan bütün ekonomik yolların emekçi sınıfların eline geçmesidir. Bu kriz ancak bir sosyalist devrimler silsilesi ile aşılabilir.