Gerçek İskoç bu değil

Herhangi bir münazarada yapılan belli başlı mantık hatalarının belki de en yaygını, “gerçek İskoç bu değil” olarak tercüme edebileceğimiz “no true Scotsman” önermesidir. Buna göre, karşı taraf sizin yaptığınız genellemeye uymayan bir örnek sunarsa, o örneğin genellemedeki “gerçekliğe” tekabül etmediğini iddia edip puan toplayabilirsiniz. Mesela, diyelim “bütün İskoçlar viski sever” diye muhabbete girdiniz. Karşıdan biri dedi ki “ben İskoç’um ve viski sevmiyorum, ne olacak?” O zaman siz de hiç geri adım atmadan cevabı verirsiniz: “olabilir, ama gerçek İskoçlar viski sever!” Buradaki uyanıklığın güzelliği, sizin iddianızın yanlış olma olasılığının peşinen ortadan kalkıyor oluşudur. Örneğin yarın bütün İskoçya viskiye tövbe etse, pişkince diyebilirsiniz ki “onlar zaten gerçek İskoç değildi”. Tanıdık geldi mi?

“AKP’yi İslami bir parti olarak tanımlamak yanlıştır ... Ortada bir İslamileştirme hareketi falan yok”. Çarşamba sabahı Selahattin Demirtaş’ın bu sözleri söylediği sıralarda, AKP grup toplantısında parti üyeleri hep bir ağızdan tekbir getiriyor, Davutoğlu da onlara şöyle cevap veriyordu: “İnşallah o tekbir sesleri Suriye topraklarında albayrak ile yükselecek!” Tesadüf bu ya, birkaç saat sonra Erdoğan yine bir takım “İslami olmayan” açıklamalar yapıyordu: “Varsın onlar inadına dekolte inadına mini etek desinler. Biz ... inancına kültürüne sahip gençler üretmeye devam edeceğiz”. Bu arada yine aynı gün içinde, Konya’da Osmanlı kostümlü AKP milletvekili adayı peyda oldu ve Van’da Şeriat Derneği açıldı. Peki birkaç saat içinde bile defalarca yanlışlanan Demirtaş haksız mı demek oluyordu bu? Tabii ki hayır. Çünkü bunların hiçbiri “gerçek İskoçluğa” ait örnekler değildi.

Demirtaş bunu şöyle ifade etti: “Türkiye’de İslami hareketler var, yok değil. Ama hiçbir zaman iktidara gelmediler ... AKP İslam’ı, dini özünden saptırmış, hırsızlık ve rant yolunda bir örtü olarak kullanmıştır”. Üstelik kendisinin ilk “gerçek İslam” açılımı da değildi bu. Yalnızca son birkaç ayı hatırlarsak: Demirtaş, AKP’yi din üzerinden eleştirerek, “İslam’ı yüceltmek istiyorsanız ... IŞİD’le mücadele edin, gerçek İslam’ın bu olmadığını tüm dünyaya gösterin” demişti (21 Kasım 2014). AKP’nin İslam’a IŞİD ve Boko Haram kadar zarar verdiğini vurgulamıştı (18 Aralık 2014). “Keşke içlerinde Allah korkusu olsaydı da insan öldürmeselerdi, hırsızlık yapmasalardı” diyerek AKP’yi suçlamıştı (21 Aralık 2014). Kobanê’de İslam’la savaşmadıklarının altını çizmiş, “kimse Kürt halkına İslam’ı öğretmesin ... Orada İslam kaybetmedi. Var olacak İslam’dır” demişti (28 Ocak 2015).

PEKİ KİME GÖRE İSKOÇ?

İskoç örneğinden yola çıkarak, “Demirtaş mantık hatası yapıyor” gibi saçma bir iddia peşinde değilim. Zira her önemli kavramsallaştırmada olduğu gibi, İslam’ın da ne olup olmadığı siyasal ve toplumsal bir mücadelenin konusudur. Charlie Hebdo sonrası iyice sıklaşan “gerçek İslam bu değil” söylemi, her ne kadar kabak tadı vermiş olsa da, İslam’ın anlam ve pratiği üzerine verilen mücadelenin hem ülkemizde hem de uluslararası alandaki canlılığına işaret ediyor. Demirtaş ve partisi de, özellikle seçim öncesi bu meydanı boş bırakmayarak, İslam’ın AKP’nin tekeli ve seçmenine hapsolmaması adına bir takım söylemsel ve stratejik müdahalelerde bulunmaya çalışıyor. Tabii ki kendisinin ve partisinin vereceği bir karardır.

Ancak burada iki ilginç nokta öne çıkıyor. Birincisi, çoğu meselede anlaşamasalar da, HDP ile CHP’nin “gerçek İslam” konusunda izledikleri “meydanı boş bırakmama” siyasetinin birbirinden çok da uzağa düşmüyor oluşu. Yine son konuşmasında Demirtaş, CHP’yi İslam karşıtlığı üzerinden siyaset yapmakla suçlamış, “özellikle Kemalist laiklerin AKP'ye bu kadar İslamcı bir kimlik vehmetmeleri bir hatadır. Buradan bir muhalefet yapılması da bir hatadır” beyanında bulunmuştu. Ama CHP’nin buradan muhalefet yaptığını söylemek biraz haksızlık olmuyor mu?

Aksine, “laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum” (22 Eylül 2010) ile başlayan Kılıçdaroğlu dönemi, kendisinin “halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu” belirtmesiyle devam etti (1 Mart 2014). CHP Ardahan milletvekilinin Kılıçdaroğlu’nun peygamber soyundan geldiğini iddia etmesi (21 Kasım 2014) ise bu süreci zirveye ulaştırdı. Bunlara ek olarak, Kılıçdaroğlu’nun AKP için “dindar değil, din tüccarı” (8 Ağustos 2014) demesi ve “Müslümanlık harama ortak olmak değildir; İslam yolsuzluk dini değildir” (16 Kasım 2014) şeklinde uyarıda bulunması da, CHP’nin “gerçek İslam” yarışında “ben de varım” demesine işaret ediyor.

“KENDİ HİKÂYEMİZİ YAZMAK”

Bu da bizi ikinci ve daha önemli noktaya getiriyor: yani HDP ve CHP’nin “gerçek İskoç” stratejisinin Birleşik Haziran Hareketi’ne getirilen laiklik eleştirileri bağlamında nereye oturduğu. Hatırlanacağı gibi, laiklik meselesini ön plana çıkarmanın AKP’nin hegemonyasına ve gündemine sıkışmak anlamına geldiği iddia edilmişti. Halbuki solcular vurguyu emek-sermaye çelişkisine yaparak işçi sınıfının bölünmesini engellemeliydi. “Kendi hikâyemizi yazmak” ancak böyle olabilirdi (sistematik ifadesi için, bkz. Tanıl Bora, Birikim, 10 Aralık 2014; Başlangıç, 5 Ocak 2015).

Amacım bu yazılara cevap vermek değil; HDP ve CHP örneklerini akılda tutarak sormak: laikliği önemsizleştirip “gerçek İslam” yarışına katılanlar acaba kimin hikâyesini yazıyorlar, ya da kimin hegemonyasına sıkışıyorlar? Üstelik emek-sermaye vurgusu da hazır. Demirtaş’ın konuşması şöyle devam ediyordu: “Soldan muhalefet yapılması lazım, emek teorisi üzerinden, antikapitalist teori üzerinden muhalefet yapılması lazım. Anti-İslamcı tez üzerinden değil” (25 Şubat 2015). Kılıçdaroğlu’nun “bana göre asıl tehlike laiklik değil, sosyal devlet eksikliğidir” (22 Eylül 2010) demesi de kendi mecrasından aynı yere varıyordu.

Bu stratejinin kaçınılmaz sonucu, sola ait değerleri dahi AKP’nin çerçevesini çizdiği bir “gerçek İslam” iddialaşması ile piyasa sürmektir. Sosyal demokrasi mi istediniz? Kılıçdaroğlu: “Sosyal demokrasinin ana felsefesi ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ görüşüdür. Siyasal açıdan da dini açıdan da baktığınız zaman karşılığı var” (20 Ağustos 2012). Yolsuzlukla mücadele mi istediniz? Demirtaş: “Bunlarda gerçekten İslam ahlakı olsaydı, tek bir kuruş hırsızlık yapandan hesabı öyle bir sormalıydılar ki, ... insanlar ‘gerçekten de İslam’ın adaleti rahatlatıcıymış’ demelilerdi” (25 Şubat 2015). Devrim mi istediniz? Kılıçdaroğlu: “Hz. Muhammed en büyük devrimcidir. Mütedeyyin insan Hz. Muhammed’e inanıyorsa artık o da devrimcidir” (20 Ağustos 2012). Laiklik mi istediniz? Demirtaş: “Bunlar İslamcı olsalardı en azından ‘dinde zorlama yoktur’ ilkesi uygulanırdı ve Türkiye'de asgari bir laiklik gündemde olurdu” (25 Şubat 2015).

Örnekler uzatılabilir. Ancak bu kadarı bile gösteriyor ki, laikliği mücadele başlığı olarak gündemden düşürmek ile “gerçek İslam” çekişmesine girmek arasında çok uzak olmayan bir mesafe var. Üstelik burada sözünü etiğimiz herhangi iki parti değil; Türkiye’nin en köklü laik toplumsal birikime sahip meclis partileri olan HDP ve CHP. Bu iki partinin iktidarın “hegemonyası” ya da “hikâyesi” içine hapsolmalarının sebebi AKP’nin İslami dayatmalarına karşı durmaları değil, bizzat içinde yüzmeye çalışmaları.

Tanıl Bora, söz konusu Birikim makalesinde “aklımızı, fikrimizi, düşlerimizi, dilimizi, uğraşımızı, iktidarın markajından kurtarmaktan” söz ediyordu. Katılmamak elde değil. Ancak bunu yapabilmek için, laikliği kaderine terk etmek yerine; onu solun kamucu, eşitlikçi, özgürlükçü değerleriyle bütünleştirerek kapitalizm karşıtı bir mücadelenin konusu haline getirmeyi deneyebiliriz. Eğer illa bir “gerçek İskoç” tartışmasına gireceksek ben oyumu bundan yana kullanıyorum.