AKP: Bir mafyalaşma öyküsü

Tarihsel sosyolog Charles Tilly, çokça alıntılanan bir makalesinde devlet ile mafya arasında bir benzerlik kurar[i]. Tilly’e göre bu iki yapılanmanın ortak yanı, bir takım tehditlere karşı güvenliği sağlamak vaadiyle bizden “koruma ücreti” talep etmesidir. Üstelik iki oluşum da tehdit algısını sürekli canlı tutarak koruma hizmetinin “gerekliliğinden” dem vurur. Zira eğer herhangi bir tehdit yoksa, mafyanın da devletin de kendi nüfuzunu pekiştirmesi mümkün değildir. Öyleyse tehdit algısını devamlı diri tutmak, hatta gerektiğinde tehdidi yaratmak gerekir.

Tabii ki arada farklar vardır: Devlet yalnızca şiddete dayanmaz, tek sunduğu hizmet koruma değildir. Bireysel değil kamusal çıkarlara hizmet eder ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde işlev gösterir. Ancak kulağa hoş gelen bu siyasi kuramlar bir yana bırakılıp modern devlet inşasının gerçek tarihine bakıldığında, “meşru” ile “gayrimeşru” ayrımının -özellikle de örgütlü şiddet kullanımı bağlamında- silikleştiğini görmek mümkündür[ii].

Tilly’e göre[iii], özellikle de eğer vatandaşa yönelik olduğu iddia edilen tehditler devletin kendi faaliyetleri sonucunda meydana geliyorsa, ortada düpedüz bir haraç mekanizması vardır. Devletler dâhilî ve haricî tehdit algısını körükledikleri ve bizzat yarattıkları ölçüde mafya örgütlenmesinden tamamıyla farksız hâle gelirler. Bu her devlet için bir seviyede geçerli olsa da, Türkiye gibi geç modernleşen ülkelerde yoğunluklu olarak rastlanan bir durumdur[iv]; yani bazı devletler diğerlerine göre “daha” mafyadır.

Bir Mafyanın doğuşu
Demek ki devletin mafyaya yakınsamasını üç ana başlıkta özetleyebiliriz: 1) mütemadiyen tehdit algısı oluşturma, 2) sistematik olarak yasallığın dışına taşma, 3) bu yollarla iktidarı merkezileştirip giderek tek elde yoğunlaştırma. Bu üç başlıktan yola çıkarak AKP iktidarının 2006-7 sonrası devletleşme sürecini açıktan bir “mafyalaşma” olarak değerlendirmek mümkündür[v]. Özellikle seçimlere yaklaştığımız şu günlerde, yazgısını sandığa bağlayamayacak kadar kapsamlı hâle gelmiş bir mafya örgütlenmesi ile karşı karşıya olduğumuzu hatırlamakta fayda var.

Özetlersek: 2006’dan beri AKP: 1) durmadan arttığını iddia ettiği iç ve dış tehditlere karşı milleti “koruduğunu” vurguluyor, 2) bu “koruma” esnasında düzenli olarak şeffaf olmayan faaliyetlerde bulunuyor, 3) her kritik dönemeçten sonra iktidar ortaklarını biraz daha saf dışı bırakarak güç odağını daraltıyor. Bu süreçte, yaratılan tehdit heyulasının iç ve dış siyaset ile ilgili boyutlarından söz edebiliriz. Bunlar, içeride darbe tehdidi, dışarıda ise Suriye tehlikesi olarak özetlenebilir.

İçeride, 2006-7 yıllarında gerçekleşen karanlık infazlar (Rahip Santoro, Hrant Dink, Danıştay, Zirve), AKP’nin kısa süre içinde devleti tekelleştirmesine gidecek sürecin önünü açtı. 2008-10 dönemecinde hız kazanan Ergenekon, KCK, ve Balyoz operasyonları, tüm iç muhalefeti temizleyerek AKP’yi devletin zirvesinde yalnız bıraktı. Referandum bu gidişatı taçlandırdı. Dışarıda, (2009-10 arası peydah olan “one minute” ve Mavi Marmara temaşalarını saymazsak), özellikle 2012’den sonra esas ağırlık Suriye’ydi. Akçakale’ye düşen top mermisi, Reyhanlı katliamı, ve uçak-helikopter krizleri ülkeyi defalarca savaş çığırtkanlığı ile karşı karşıya bıraktı.

Bu iç ve dış girişimlerin sonucu, AKP’nin polis, asker, yargı ve istihbarata dayanan kaba tahakkümünün pekişmesi oldu. Daha da önemlisi, tehdit öğesini çeşitli yasadışı girişimler ile tırmandıran öznenin başından beri AKP’nin kendisi olduğu tescillendi. 2006-7 cinayetlerinin üzerindeki perde halen kalkmamışken, tiyatroya dönüşen davalardaki düzmeceler defalarca belgelenmişken, ve Suriye’de savaş çıkartma uğraşları ayyuka çıkmışken, bunun aksini iddia etmek bugün pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla Tilly’nin değindiği tehdit inşası, yasadışılık, ve gücü tekelleştirme başlıkları, AKP’nin “mafyalaşma” sürecinin değişmez unsurları olarak karşımızda duruyor.

Haziran 2013’ten Haziran 2015’e
2013 Haziran’ı, bu suç teşkilatını apaçık ifşa ettiği için bir dönüm noktası teşkil eder. Bu tarihten sonra, mafyalaşmanın üç uğrağında da (yani tehdit inşası, yasadışılık, ve tekelleşme) müthiş bir hızlanma, şiddetlenme, ve yoğunlaşma gözlemlemek mümkündür. Zira Haziran ile AKP, giderek diktatörleşmezse iktidarını muhafaza edemeyeceği bir siyasi patikaya hapsoldu.

1) Tehdit inşası: Haziran sonrası hegemonyasından eser kalmayan AKP’nin tehdit algısıyla avcunda tutabileceği kitle, koyu İslamcı-milliyetçi tabanıyla sınırlanmak durumunda kaldı. Bu yüzdendir ki tehdit söyleminin içeriği giderek uçuklaştı, ilkelleşti ve trajikomik bir hâle büründü. Akıl almaz komplo teorileri böylece son iki yıldır AKP için sıradan bir siyaset yapma aracına dönüştü[vi].

2) Yasadışılık: Yolsuzlukların aklanması, katillerin gizlenmesi, yerel seçimlerdeki hileler, rektör atamalarındaki keyfilik, resmi ağızlardan çıkan nefret söylemleri, şaibeli elektrik kesintileri, karanlık IŞİD ilişkileri, vs. gibi başlıklar gösteriyor ki, bugün hesap verebilme kaygısını artık tamamen yitirmiş bir resmi kanunsuzluktan bahsedebiliriz.

3) Tekelleşme: Liberallerden sonra cemaatin de iktidardan boşanması sonucunda, Erdoğan’ın şahsında cisimleşen saf bir tahakküm aygıtı vücut buldu. Fiili başkanın örtülü ödeneğe kavuşması, İnternet yasakları, MİT tasarısı, iç güvenlik paketi gibi girişimler; kanun yapan bir devletin değil, kendi adına yasadışılığın sınırlarını genişleten bir liderin eseridir.

Dolayısıyla, AKP’nin “seçimle gelip seçimle gideceği” fikri, gerçekçi olmayan bir varsayımdan yola çıkar: AKP’nin bugün bulunduğu yere seçimle geldiği varsayımı. Aksine, bu kısa tarihçe gösteriyor ki, sistematik olarak tehditten beslenmiş, her daim yasal çerçevenin dışına taşmış, ve giderek tek kişinin kaprisine sıkışmış bir “mafyalaşma” sürecinden söz etmek gerçeğe daha uygundur. Buradan çıkan sonuç seçimlerin önemsiz olduğu değil elbette. Seçimler bir mücadele başlığı olarak her zaman önemlidir. Ancak, yarın seçim dahil tüm yasal süreçleri askıya almaya yeltenebilecek -ve buna hazırlık yaptığı anlaşılan- mafyatik bir oluşumun tanımını doğru yapabilmek, toplumsal mücadele dinamiklerinin geneli için belki de daha önemlidir. Zira Haziran 2015, Haziran 2013’ün alternatifi değildir.


[i]  Tilly (1985) “War Making and State Making as Organized Crime”.

[ii] Burada Carl Schmitt’in egemenliği “olağanüstü hâl” ilan edebilme tekeline sahip olma şeklinde tanımlaması hatırlanabilir. Yani kapitalist devlet yasallığı ile değil, yasal olanın dışına taşabilme tekelini koruduğu ölçüde devlet olagelmiştir.

[iii] Tilly, s. 171.

[iv] Tilly, s. 185-6.

[v] Türkiye’de devletin mafya örgütü refleksleriyle faaliyet göstermesinin tarihi uzundur ve sınıfsaldır. Dolayısıyla amacım bu sürecin AKP ile başladığını iddia etmek değil; AKP özelinde gerçekleşen mafyalaşma biçimlerinin ana hatlarını ortaya koymak.

[vi] Çağlayan Adliyesi olayı, AKP’nin tehdit algısını yeniden genişletebilmesi için kendisine fırsat sunduğu için çok olumsuz bir dönüm noktası olabilir.