Diyanet’i kaldırmak laik bir talep midir?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması vaadi, HDP’nin 2015 Seçim Bildirgesi’nde şu sözlerle ifade edildi: “Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılarak, devletin din ve inanç alanından elini çekmesi sağlanacak, din ve inanç işleri topluma, inanç sahiplerine bırakılacak.” [i]

HDP Eş Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ, bu kurumun yerine nasıl bir yapılanma öngördüklerini şöyle açıkladılar: “Merkezi olarak Başbakanlık bünyesinde İnanç Hizmetleri Başkanlığı kuracağız, her yerel yönetimin de bütçesi olacak buna ilişkin ... Sadece Sünni İslam’ın din insanları değil, Türkiye'deki tüm inançların temsilcileri bu kurumda yer alabilecek, çalışmalarını yönlendirebilecek”.

Buna tepki olarak AKP cephesinden “din elden gidiyor” yaygarası gecikmedi ve muhtemelen de hızla devam edecek. Erdoğan elinde Kur’an ile miting alanlarında boy gösterdi: “Diyanet İşleri neden her inanca eşit mesafede olacakmış? Bu milletin inancı belli” dedi. Davutoğlu “Diyanet’i de, bu milletin manevi değerlerini de koruyacağız” diye gürledi. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Demirtaş’ı din bilmemekle itham etti. Yeni Şafak yazarları çileden çıktı. Örnekler çok. [ii]

Peki AKP’nin verdiği tepkilerden de yola çıkarak, HDP’nin Diyanet açılımını cesur bir laiklik çıkartması olarak görebilir miyiz? Örneğin Sırrı Süreyya Önder, “farz edelim ki oy kaybettik bu yüzden. Yine de katlanırız buna. Yaklaşımımız ilkeseldir” diyerek partisinin bu konudaki fedakârlığına dikkat çekiyordu.

Üstelik HDP’nin seçim çerçevesindeki tek laiklik çıkışı da değil bu. Bildirge metni aynı zamanda “özgürlükçü laiklik” anlayışına sahip çıkıyor; 4+4+4 yasasını “laiklik ilkesini ortadan kaldırmakla” suçluyor; ve “eşitlikçi, ... laik ve anadilde bilimsel eğitimi” savunuyor. O zaman laiklik için adres HDP mi?

LAİKLİK İNŞALLAH

Ancak sürece biraz daha yakından bakıldığında, HDP’nin Diyanet açılımının laiklikten ziyade bunun tam aksi yöne dümen kıran bir pragmatizmin izlerini taşıdığını görebiliriz. Bu en az iki sebepten dolayı böyle. Birincisi, bu Diyanet çıkışının AKP’yle girilen “gerçek İslam” yarışının önemli bir etabı olduğunu fark etmek mümkün. Söz konusu “en Müslüman benim” çekişmesi yeni bir haber değil elbette[iii].

Ancak nispeten yeni olan, İslam siyasetini AKP’nin tekelinden alabilmek için HDP’nin doğrudan Diyanet’i itibarsızlaştırmaya çalışması. Zira söylemeye gerek yok ki bu kurum Erdoğan’ın kişisel “ideolojik devlet aygıtına” dönmüş durumda. Demirtaş ve Yüksekdağ’ın son birkaç haftadaki açıklamaları, İslam’ı AKP ve Diyanet’in sahasından alıp HDP siyasetine eklemlemeye çalıştıklarını hiç olmadığı kadar görünür kıldı:

  • “Diyanet devlet dinini yaymaya çalışıyor, Allah’ın dinini değil ... Cumhurbaşkanı’ndan korktuğunuz kadar biraz Allah’tan korkun”.
  • “Sizin dinimiz dediğiniz şey İslamiyet değil, kusura bakmasınlar ... Bunu yapan bir Diyanet de yok ortada”.
  • “Hiçbirimiz dini, Diyanet’ten öğrenmediğimize göre, o kaldırıldığında da unutmayız çok şükür”.
  • “Diyanet halkımızın inancı üzerinde kurulmuş bir baskı yapısıdır, bizler onu kaldırıp inancı özgürleştirmek istiyoruz”.
  • “İmanımızı ancak yaradan Allah sorgular ... Mahşer günü gelecek hepimizi ismimizle çağıracaklar ... O gün geldiğinde bizzat sorulacak sorular arasında Diyanet İşleri Başkanlığı yoktur”.
  • “Diyanet kalkarsa din özgür olacak diyorum. Dini seydalardan öğrenin, dini melelerden öğrenin”.

Bu açıklamaların toplumsal ve siyasal olanın dinselleşmesi karşısında alınan ilkesel bir laik duruşu temsil ettiğini söylemek zor (herhalde öyle olsa iki laftan biri “Allah-kitap” olmazdı)[iv]. O halde HDP için esas mesele dinselleşmenin kendisi değil, AKP’nin bu süreci Diyanet aracılığıyla tekeline alıp kendi oy hanesine puan olarak yazdırmasıdır. Peki HDP bunun önüne nasıl geçmeyi öngörüyor?

DİYANET'E KARŞI SİVİL TOPLUM

İşte HDP’nin seçim bildirgesindeki Diyanet yaklaşımını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Zira metinden çıkan “özgürlükçü laiklik” anlayışı, HDP’nin İslam siyasetini devletten alıp farklı mezheplerin cemaat ve tarikat örgütlenmelerine teslim etmesinden öte bir anlam taşımıyor. Böylece HDP, “tekelci” AKP ile “serbest piyasa” koşullarında İslam rekabetine girişebilecek:

  • “Kapatılmış dergâh ve benzeri ibadet mekânlarının önündeki engeller kaldırılacak, bu konuda yerel yönetimlere inisiyatif tanınacak [bütçe verilecek] ... İnanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılacak”.
  • “Dini inançların gereği olarak tercih edilen kılık ve kıyafete hiçbir alanda müdahale edilmeyecek”.
  • “Her bir öğrencinin kendi inancı doğrultusunda seçmeli olarak ders ve eğitim alma hakkı gözetilecek. Sivil din eğitimi tümüyle serbest olacak”.

Maddelere teker teker bakıldığında Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ndan Tehvid-i Tedrisat’a kadar tüm laik birikim ve regülasyonun ruhuna el fatiha okumaktan başka yapılacak bir şey kalmıyor. İnanç İşleri Başkanlığı ve yerel yönetimler, bütün cemaat ve tarikat örgütlenmelerini devlet eliyle palazlandıracak. Bu örgütlenmeler her türlü “sivil din eğitimi” başlığında alternatif eğitim sunarak “demokratik toplumun” gözbebeği olacaklar. Buna ek olarak devlet okullarında da çocuklar mezhep mezhep ayrılarak “seçmeli” din derslerine yönlendirilecek. Çarşaf, peçe, sarık, şalvar, vs. anaokulundan üniversiteye, oradan da tüm devlet dairelerinde yer bulacak. Ama Diyanet kalkmıyor mu? Kalkıyor. Demek ki laikleşiyoruz!

Bu maddelerden çıkan toplu sonuç, AKP’nin çizdiği esas vizyona uygun olarak, ülkedeki asli örgütlenme ve var olma biçiminin din üzerinden kabul görmesi, geri kalan her şeyin ise bir takım garnitür kimliklere indirgenmesidir. Yani dinin toplumsal, kamusal ve siyasal nüfuzunu artırmaya yönelik AKP projesinin mantıksal sonuçlarına ulaştırılmasıdır. Bu “sivil çözüm”, HDP’nin rekabetine kolaylık sağlayacak şekilde dini AKP’nin tekelinden kurtarabilir belki, ama toplumu ve devleti dinselleşmenin tekelinden kimin kurtaracağı belli değil.

Türkiye’de İslamcı sağın Diyanet’i kaldırma talebinin bu kurumun kendisi kadar eski olması bu anlamda tesadüf olmasa gerek. HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, mecliste Diyanet’in kaldırılması üzerine yaptığı konuşmada tam da bu bakış açısını dile getirdi:

“Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurumun olmaması, esası bu. Dinin sivil topluma bırakılması, tamamen mezheplere göre, inançlara göre, artık, ne şekilde toplum inanıyorsa, ne şekilde örgütleniyorsa ... Tekke, tarikat ve zaviyeler, medreseler de açık olacak, Tevhid-i Tedrisat Kanunu da kalkacak.” [v]

HDP Hakkari Milletvekili Adil Zozani de Diyanet’in kapatılması gerektiğini benzer sözlerle savundu: “3 Mart 1924 tarihinde kurulan Diyanet daha sonra ‘cumhuriyet devrimi’ olarak lanse edilen Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına zemin olarak sunulan bir kurumdur ... Bu nedenle ‘Medine Sözleşmesine’ dönmek gerektiğini ifade ediyoruz. Doğrusu Medine Sözleşmesinin gereklerinin yerine getirilmesidir” [vi]. Başka laiklik isteyen?

SEN DİYANET'E ALKIŞ MI TUTUYORSUN?

Tüm bunlar bizi HDP’nin Diyanet açılımının ikinci işlevselliğine getiriyor: AKP’ye karşı dinî salvo yapmaya ek olarak; sol, liberal ve Alevi siyasetin de desteğini “özgürlükçü laiklik” üzerinden kazanabilmek. Dolayısıyla Diyanet açılımının HDP’nin İslamcı-sağ ve laik-sol destekçilerini aynı safta buluşturma girişiminin merkezinde olduğunu söylemek doğru olacaktır. Altan Tan’ın aynı konuşmasında Diyanet için “İslam hukukuna da uymuyor, laik hukuka da uymuyor” demesi, iki tarafa da göz kırpıldığının emaresi olarak alınabilir.

Zira kağıt üstünde bakınca bildirge metni, İslamcı siyasetin ağzını sulandırdığı kadar solun mücadele alanına girmiş bazı başlıkları da kapsıyor: cemevlerinin eşit statü kazanması, zorunlu din derslerinin kalkması, AKP’nin Sünni-neoliberal sopasına dönmüş Diyanet’in lağvedilmesi, vb. Öyleyse bunlara karşı çıkmak Yeni Şafak ile omuz omuza verip şu andaki İslamcı düzene alkış tutmak olmuyor mu?

Hayır, olmuyor. Tam aksine, bu ve benzeri reformların topyekûn bir dinselleşmeye yeşil ışık yakmadan, AKP’nin başladığı toplumsal tarikatlaşma işine hız vermeden de yapılabileceğini vurgulamamız gerekiyor. Sağdan eleştiri ile soldan eleştiri arasındaki farkı uzun uzun anlatmaya herhalde gerek yok.

Yazının başlığındaki soruya yanıt vererek bitirelim: Diyanet’i kaldırmak tanım gereği laik bir talep midir? Hayır, kendi başına değil. Daha 2006 yılında Bülent Arınç, “gerçek laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı olmaz. Tüm din hizmetleri vakıflar eliyle yürütülmeli” diyerek İslamcıların uzun soluklu “laiklik” hayalini dillendiriyordu[vii].

Peki AKP’nin ideolojik cephaneliğine dönmüş Diyanet’i kaldırmak solun olmazsa olmaz laik talepleri arasında mıdır? Söylemeye gerek yok ki evet. Ancak bu iş basit bir “devlete karşı sivil toplum”, ya da serbest piyasacı bir “bırakınız yapsınlar” sloganına indirgenemez.

“Ama laik bir ülkede Diyanet olmaz!” Doğru, olmaz. Ancak güya “özgürlükçü” alternatif diye, dinsel olanın koşulsuz şartsız bağımsızlığı ve yayılmacılığının önünü açan bir siyasetin adı da laiklik olmaz[viii]. Önemli olan, Diyanet’i bu yayılmacılığa set çeken bir düzenleme çerçevesinde lağvedebilmektir; devlet eli ve bütçesiyle tarikatlara rönesans yaşatmak için değil.


[i] http://goo.gl/13YQ6B

[ii] http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/abdulkadirselvi/diyanet-isleri-bask...

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/yusufkaplan/isl%C3%A2m-biterse-turk...

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/262365/_Diyanet_isleri_neden_...

http://haber.sol.org.tr/turkiye/diyanetten-demirtasa-hutbe-ile-namazin-f...

[iii] http://haber.sol.org.tr/yazarlar/alper-birdal/hamama-giren-terler-115330;

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/efe-peker/gercek-iskoc-bu-degil-108857;

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ahmet-cinar/bir-yigit-sinifsal-akli-yit...

[iv] Bununla ilgili Demirtaş’tan yeni örnekler sunmak gerekirse: “Bize diyorlar ki Hazreti Peygamber'in yolundan gidiyoruz. Allah yalancının belasını versin mi?” / “Hacı dedem dört kez hacca gitti. Camide namaz kılarken öldü. Bir kulağıma Kuran diğerine ezan okuyarak ismimi koydu” /“Kimse Kürtlere İslam’ı öğretmeye kalkmasın. İlk Müslüman olan halklarındandır Kürtler”.

[v] http://www.hdp.org.tr/guncel/meclis-calismalari/altan-tanin-diyanet-isle...

[vi] http://www.hdp.org.tr/guncel/meclis-calismalari/zozani-diyanet-isleri-ba...

[vii] http://www.milliyet.com.tr/2006/05/06/siyaset/axsiy01.html

[viii] Laikliğin yalnızca “din-devlet işlerinin ayrılması” olarak kafamıza kazınmasının bu kolaycılıkta payı olduğunu düşünüyorum. Buradan İslamcıların ya da liberallerin kelime oyunu ile “devlet dinsel olana hiçbir şeye karışmasın; karışacaksa da desteklesin” anlamı çıkartması zor olmuyor. Ancak gerçekte her devlet-din ilişkisi, “separasyon” kadar “regülasyon” öğelerini de hukuksal çerçeve içinde düzenler. Bununla ilgili daha sonra yazacağım.