Baybal...

“-Hayat nedir-, diye sorarsan bilmiyorum, sormazsan biliyorum,” demiş Ortaçağ Teologu Augustinos…

Bu sözü, Balbay’ı düşününce anımsadım…

Soyadının bir öyküsünü biliyorum, ama her zaman “Baybal” diyesim geldi ona…

Cumhuriyet’te, Aksoy, Üçok, Tütengil, Kaftancıoğlu, Kutlar, Kışlalı, Tanilli gibi değerlerin yanında İslamcı kalleşliğin hışmına uğrayanlardan biri de o… O yedi güzel insanın yanı sıra bu konuda sembolleşmiş İlhan Ağabeyle Uğur Ağabeyin sevenlerinin yaşadıkları sürece bedel ödeyeceği unutulmamalı!

Dileriz, Mustafa’yla ailesinin çektiği acı bununla kalır… Ama, Yağmur’la Deniz’in yaşadığı boşluk duygusu hiç doldurulamaz… Boşluk, acıdan başkadır yarasını derinde açar.

Onca acıya karşın Balbay içerde hiç boş durmadı… Çalışmaları dışında hayat şarabı mayaladığını düşündürdü… Bildiğimizce yalnızlık, kişiye bireysel evrimin sınırını aşmada uçkunluk yetisi kazandırırmış…

Balbay, çıkışında verdiği izlenimle yüreğinin paslanmadığını gösterdi…

Girerken de, çıkarken de kahraman gibi uğurlanıp karşılandı… İçtendi çoğu… Ama aralarında krokodil gözyaşı dökenler de vardı, ki onları iyi tanır o…

Vurgulamak gerekirse bu halk kahramanlık çağını yaşıyor hâlâ kahramanına da yürekten inanıyor…

Bu kahramanlar üç türlü biri “beni kim itti pirhana havuzuna” diyen yürek Selanik tiplidir öbürü, üzerindeki giysiyi semazenlerinkine benzetir, bunun yeri geldiğinde paraşüte dönüşüp kendini Olimpos’a indireceğini düşünür üçüncüsü ise işsiz kalır, zındanlara girer, işkenceler görür, öldürülür…

Kahramanlık, adı konulmamış bir ödüldür kimine… Taş da, altın da suya atıldığında aynı sesi çıkardığı için ödüller kışkırtıcıdır…

Balbay’ın cezaevine girerken bıraktığı ülkeyle, çıkınca bulduğu ülkenin aynı olmadığının farkında olduğunu bildiğim için bir sorum var: on yıl önce savunduklarından elinde neler kaldı acaba? Yıllarını verdiği gazetesiyle milletvekili olduğu partisini de ekleyebilir bu sorunun yanıtına…
Unutulmasın ki, insanın nasıl yaşadığı önemli, ama nasıl öldüğü daha da önemli!

Özgürlüğün kutlu olsun, kardeşim…