Ayşe Şule Süzük

Bu sistemi devam ettirebilmek için alabildiğince yalan, tahrifat ve yıkım çuvallarını üzerimize boca ediyorlar. 

Zafer Günü ve Gözyaşım Pıt

Ayşe Şule Süzük

Geçmiş ders verir mi? Pek emin değilim. Geçmişin nasıl hatırlandığı ya da hatırlatıldığı ile ilgili düşünmek gerek. Tarihsel olay ve olgular bugüne, belleklerimize, bugünün ideolojik yeniden kuruluşuna ne şekilde katkı yapar ya da hizmet eder? Ya da bugün dediğimiz kesit hangi tazyikler altında şekillenerek anımsayışların, düşünüşlerin ve eyleyişlerin alt yapısını oluşturur? 

Neyi unutmamamız gerekir? 

Bireylerin kişisel tarihleri ile toplumun hafızasının iç içe geçtiğini görürüz bazen. Birbiri üzerine kapanan anımsayış derinliği ile toplumsal ve bireysel kavrayış bütünlüklü hâle gelebilir. Bu iyi bir şeydir. Toplumun kalbi ile bireyin kalbi tek bir ritimde atar o vakit. Aidiyetin eriyip şerbetlenerek tatlı tatlı yayılması görkemli bir tamlık duygusu yaratır insanda. Helezonik bir tarih; dünü, bugünü, yarını kucaklayacak gibi olur. Düşünün bakalım bu sözünü ettiğim kucaklaşma dünyada ve ülkemizde hangi tarihsel kesitleri, anları hatırlatıyor size? 

Yazılarım kaleme alınmadan önce demleniyor. Önceden fark etmiyordum bunu. Yani kendi içime dışarıdan ve anlamaya yönelik, alıcı gözle bakmıyordum. İnsan bazen aydınlanıveriyor, kavrayışı billurlaşıp, sevinip rahatlıyor. Neyi, neden yaptığımız ya da yaptığımız şeylerin neye, neden yol açtığı özellikle ilginç. Akan bir su gibi her şey her şeye kapı açıyor, her şey her şeyi çağrıştırıyor. Hayır, mistik bir şeyden söz etmiyorum son derece maddi ve diyalektik bir vurgu var dediklerimde. 

Bu yazı için yazma konusunu, beni dürtükleyen iç sesimi,  beni harekete geçiren çağrışımlar silsilesini anlatmak için ifade etmek istedim. Uzatmayayım. “Pazar Yazısı” günüm değil malum on beş günde bir yazıyorum. Ancak geçtiğimiz günlerde çocuklarla “Hayat Güzeldir” filmini bir kez daha izledim. Film ünlü idi döneminde,  İtalyan Roberto Benigni yönetmeni, 1997 yapımı. Bugüne göre eski. Pek çoğunuz izlemiştir. İtalyan faşizmi ve Mussolini’nin yükselişi gölgesinde şekillenen hayatları, 2. Dünya Savaşı’nın başlaması ile toplama kampında nihayetlenen bir baba ve oğulun tatlış ve buruk hikâyesini anlatıyor film, oldukça dokunaklı. 

Peki, tamam. 

Ancak son sahne, çocuğu kurtaran bir ABD askeri simgesinde askerin yabancılaştıran konuşması ve finito. O sahne öyle bir sahne ki izleyiciye yalnızca ABD askerine minnet duymak ya da onun kollarına atılmak seçeneklerini sunuyor. “Dünyayı kurtaran Yanki, sen çok yaşa!” demeye zorluyor izleyiciyi.  2. Dünya Savaşı yalnızca ABD askerini mi getirmeli akla? Tek ve biricik kurtarıcı figürü o mudur?

Filmin söylemediğini söylemek istedim. Hatırlayış ve tarih konusu işte bu düşünce geçişlerimin, bu çağrışımların sonucu: “Geçmiş hatırlanarak tekrar kurulur.” 

Üstelik elimde Vera Panova’nın “Yol Arkadaşlarım” romanı var.  Tesadüf bu ya roman tam da 2. Dünya Savaşı’nda SSCB’de bir hastane treninin hikâyesini anlatıyor. Şimdi, yukarıdaki tartışmaya müdâhil olmamam mümkün mü? Romanın karakterleri olan sevgili Danilov’a, Lena’ya, Doktor Belov’a, Yulya Dimitriyevna’ya, Fayna’ya, Ukraynalı Vaska’ya, kolları bacakları kopmuş, faşizmin saldırıları sırasında yaşamını yitirmiş onca insana ne derim ben? Tarihi bunca tahrif ederek topal ördeğe çevirmek yazık değil mi? 

“Kuşkusuz toplumlara ait bellek yoktur ama toplumlar üyelerinin belleğini belirler. En kişisel anlar bile sadece sosyal grupların iletişimi ve etkileşimi üzerinden oluşur. Sadece başkalarından öğrendiklerimizi hatırlamayız, aynı zamanda onların anlattıklarını, anlamlı diye vurguladıklarını ve yansıttıklarını da hatırlarız. Her şeyden önce, başkaları tarafından sosyal açıdan belirlenmiş anlamları bağlamında algılarız. Çünkü farkındalık olmadan hatırlamak mümkün değildir.” diyor Jan Assmann, “Kültürel Bellek” kitabında.* Tam da yazdığıma denk düştü.  

Hatırlayış aslında yeniden yeniden kurulması gereken geçmişe değil, bugüne dair bir pratik. Onun için 1947 yılı Stalin Ödülü’nü almış bu dayanışma yüklü romanda, romanın mekânı hastane trende insanlığın güzel ve mücadeleci yüzü bakıyor bize. Cepheden ve cephe boyunca yanıp yıkılmış şehirlerden, köylerden yaralılara ulaşan, onları iyileştiren, faşizmle, Nazilerle savaşımda güç veren Sovyet insanları aslında bugüne ve yarına sesleniyor. Muazzam bir donanımla işini ifa eden hastane trene dair minicik bir bölümü romanın dilini görmeniz açısından paylaşıyorum:

“Hastane tren artık cephe hattına gitmiyordu. Bunun için sadece birkaç vagondan ibaret “uçan tren” denilen özel trenler kullanılıyordu. Bunlar daha donanımlı trenlerdi ve “Geçici Hastane Tren” diye isimlendirilmişlerdi. Cepheden yaralıları alıp yakındaki bölge hastanelerine taşıyorlardı. Ve özel trenler yaralıları savaş alanından binlerce kilometre içlere hızlıca taşıyordu. Bu öyküde anlatılan trense yeni sınıflamaya göre tipik bir cephe gerisi hastane treni olmuştu. Cephe treni olması için fazla büyük, fazla savunmasız, fazla maliyetliydi. O mobil hastaneydi, konforlu ve mükemmel donanımlıydı.”**

Hayalinizde canlandırdınız mı? Sonra bugüne gelin: ihanet ve unutuş çağına. İnsanlığın hafızasını boşaltmaya, insanlık tarihinden eşitlikçi sistemleri silmeye, sosyalizmin ismini kazımaya, SSCB deneyimini hiç yaşanmamış gibi ya görmezden gelmeye ya da alabildiğince şeytanlaştırmaya çağıran bugünün insanlık düşmanlarına çevirin başınızı. Orada göreceğiniz büyük bir karanlık, kan, irin, dehşet. İnsanlığın başına örülen kapitalizm belasının doymak bilmez kâr hırsı. Bu sistemi devam ettirebilmek için ise alabildiğince yalan, tahrifat ve yıkım çuvallarını üzerimize boca ediyorlar. 

Başa dönersek İtalya’da, Mussolini ve “Hayat Güzeldir” ile başlayan kâbus Reichstag'a kızıl bayrağın dikildiği 9 Mayıs 1945 tarihine kadar devam etti. Pek çok ülkeden yurtsever canla başla faşizme karşı savaştı. SSCB 27 milyona yakın insanını savaşa kurban verdi. 

“Çarpışmalarda ölen sivil halkın sayısı da inanılmaz boyuttaydı. Kuşatmadan önce 500 bin olan Stalingrad nüfusu, savaş bitiğinde bine inmişti. (…) Bu yıl da Berlin’deki üç Sovyet Anıt Mezarlığı (Treptow, Tiergarten ve Pankow’dakiler) ziyaretçi akınına uğradı. Fakat anma etkinlikleri yine tartışmalı yasaklamalarla gölgelendi. Berlin yönetimi, bu alanlarda Rusya ve Sovyetler Birliği’ne ait bayrak, sembol ve marşların gösterimini yasakladı. Hatta Sovyetleri çağrıştırabilecek her türlü simge de yasak kapsamına alındı.” ***

Neyi unutmamamız gerekir?

Ama hatırlıyorum, hatırlıyoruz. Ve biliyoruz ki geçmiş ancak kendisiyle ilişki içinde olunduğunda ortaya çıkar. Geçmiş hatırlandığı sürece yalanlara pabuç bırakmaz ve gerçek tüm karaçalıcılara rağmen pırıl pırıl halkların gözlerinde parlar. 

Yaşasın Büyük Zafer! 

2. Dünya Savaşı’nda faşizme karşı mücadele eden tüm yurtseverleri saygıyla hatırlıyorum. Hatırlamaya devam edeceğim.


*Kültürel Bellek, Jan Assmann, Ayrıntı Yayınları.
**Yol Arkadaşları, Vera Panova, Yazılama Yayınları. 
*** https://haber.sol.org.tr/haber/9-mayis-fasizme-karsi-zaferin-80-yili-kutlu-olsun-398121

Hamiş: Geçen haftaki yazımdaki alıntılar Cemil Meriç’in “Bu Ülke” adlı kitabındandır. Yazmayı unutmuşum.