Yenidendoğuş

Giderek kısalan günleri, erkenden inen akşamları, sisi, pası, rutubeti sevmiyorum. En sevmediğim zamanlar başladı. Yapacak bir şey yok. Yılda bir kez bu döngünün içindeyim, içindeyiz. Kasım sonu, Aralık boyu böyle. Hepi topu bir buçuk ay, ama uzayıp giden, tekinsiz, garabet zamanlar. 12 ayın sonuncusuna doğru, uzayan.

Yalnızca ve nasılsa uzaktan göz kırpan Ocak neşesini seviyorum ben. Yeni bir başlangıç vadeden yeni yıl ışıltısını. İşte Ocak dendi mi, ya da yeni yıl, değmeyin keyfime. Hani bir hafta öncesi münasebetsiz Aralık idi. Hava aynı hava, karanlık aynı karanlık, küf kokusu, nemli rüzgârın iliklere işleyen ıslığı… Ne değişti?

Ne değişecek?

Çok şey.

Homur homur hormurdandığım, geçen bir yılın kirini pasını eteklerinde taşıyan şu zaman bir geçsin de. Oysa ne güzellikler, ne karşılaşmalar, ne anlar yaşandı.  Ama huyum böyle,  geçen gidenin coşkusu bende, içimde, yüreğimde ama tortusu söylediğim gibi şuncacık bir buçuk ayda. Her geride kalan yıl, geçsin gitsin. Yeni yıl yeni umutlarla gelsin, daha güzelini, daha sevdiceğini getirsin.

Bir bakıma “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında.” Ama zaman kendini dayatıyor. Zaman geçiyor. Zaman koşmada. Hakikatsiz, samimiyetsiz, derinliksiz bir kokusu var havanın. Bu hava nasıl dönecek?  Göstermek için yaşıyormuşuz gibi bir his yakamı bırakmıyor. Nasıl göründüğümüzle ilgiliyiz, kim olduğumuzu önemsiyoruz, ancak ne yaptığımız üzerinde durmuyoruz. Sözlerin büyüsüne kapılıyoruz hepi topu.

Orada mıyız? Neredeyiz hakikaten?

Bazen, aslında bir süredir, elim varmıyor, günceli yazmaya.  Bir inat geliyor içimden doğru. Garabet bir şeye dönüşüyorum. Zamanla ilgili derdim yüzünden midir? Döngüyle, yıl dönümleri ile ölümlerle, seneyi devriyelerle hesabım var. Kin bağlıyorum neredeyse gün ve haftalar takviminde otomatiğe bağlanmış ahlanmalarımıza,  tepkilerimize.  Mangalda kül bırakmayası canhıraş bağırışlarımızı kafaya taktım.

Nasıl yapayım? Ayıp mı ediyorum?

20 Kasım Çocuk Hakları Günü Mesela.  Önemli gün ve haftalar alerjisi olabilir mi teşhisim?

Ama neden? Çünkü öylesine takvim tepkicisi olduk ki tüm medya, sosyalinden asosyaline türlü istatistiki verilerle, türlü can yakan durumlarla günü işliyor. Toplu bir ağlaşma ayini yapıyoruz, hep birlikte yaşıyoruz. Nerden tutsan elinde kalan düzenin her bir başlığını bütününden adeta koparıp bağlamsız bir olguymuş gibi tavandaki çengellere asıyoruz. Beliren fotoğraf çok fena. Kocaman bir buzhane ve tavan çengellerine asılmış bir sürü kadavra sanki anmalarımız, kutlamalarımız ise nasıl içtenliksiz. Ölü evinde fısıltılar gibi. Biri bitmeden biri başlıyor.

Rıfat Okçabol’un yazısını okuyorum.  Zaman duruyor. Çocuk sevmeyen bir düzen bu, insan sevmeyen, rakamlar beliriyor, rakamlar silinip gidiyor. En çok çocuklarımızı seviyoruz, öyle söylüyoruz. Sonra bütün çocukları sevdiğimizi söylüyoruz. Öyle söylüyoruz.  Ama en çok sevdiğimiz çocuklarımızı zehirliyoruz, öldürüyoruz, “böyle gelmiş böyle gider düzeni”nde yaşamaya mahkûm ediyoruz. Sorumluyuz. Ancak,  sadece Çocuk Hakları Günü’nde bir acayip mengene sıkıştırıyor kalbimizi. O gün öyle, griye çalan bir bulutla dolaşıp ertesi gün yeni, yeniden bir güne el sallıyor başka bir anma ve kutlama komitesinin sıra neferi oluyoruz. Toplu ayin yeniden başlıyor. Sıradaki diyoruz, sıradaki gelsin.

Bugün 25 Kasım. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü…

Peki, 20 Kasım’dan geriye ne kaldı? Bir dolu sosyal medya mesajı,  whatsup grup yazışmaları, araştırma raporları, televizyon söyleşileri, twitter döngüleri. Çocuk Hakları Günü’nün hakkını verdik. Şükür. Hiçbir istatistiği kaçırmadan. Ahlandık, arada Öğretmenler Günü’nü kutladık. Şimdi gelsin 25 Kasım.

Ağzımda pas tadı. Aralık günlerinin tatsız tuzsuz uzayan, manasız, durağan, çirkin ve soğuk yalnızlığı.

Peki, geriye ne kaldı?

 Hakikaten ne kalır geriye?

Bugün ise şiddetin, kadına yönelik şiddetin tarihten bugüne biçimlerini, türlüsünü konuşacağız. Gölgesi altında ezileceğiz yaşanan onca acının, çirkinliğin, eşitsizliğin, çaresizliğin, tutsaklığın ve korkunun.

Ezilmeli miyiz?

Bir yanımız bangır bangır bağıracak sosyal medya ortamlarında, bir yanımız öfkeden titreyecek, bir yanımız korkup etrafı kollayacak, ama yine de diyeceğini diyecek, bir yanımız içini kemirecek için için, bir yanımız baktığı aynadan ürkecek, suretini görmek istemeyecek, belki elleriyle yüzünü kapatacak, sûret beklemeye devam edecek: Orada aynanın içinde. Bir yanımız alıp başını gitmek isteyecek bir söğüt altına,  bir yanımız…