Ayşe Şule Süzük

"Bu şehir kravatsız entelektüelini kaybetti, ben bir dostumu, kardeşimi kaybettim."

Yaşar Bunu da Konuşalım

Ayşe Şule Süzük

“Herkesin,
       kim bilir, belki de ancak ‘çoğu insanın’ demeli ya, giyinmek için uğraşıp didindiği bir dünyada,  insanların arkasını kat kat kalınlaştırmak için olmasa bile, kış aylarının acı soğuğu estiği zaman sırtını pek tutabilmek için çalışıp yaşadığı bir ülkede soyunmaktan başka bir şey dilemeyen bir adamın masalı bu.
(…)
Adamın oturduğu ev, kıyı mahallelerinin okullara en yakın bir yerindeydi. Adam bu okulların hepsinde öğretmenlik ederdi değişik konularda. Bilgisini başkalarına aktarmak, aktarılmamış bir bilgisi kalmasın diye türlü alanlarda öğretim yapmak de bir çeşit soyunmaydı çünkü.”
 
Bilge Karasu “Göçmüş Kediler Bahçesi”nin dokuzuncu masalı  “İncitmebeni”nin girişine böyle başlıyor. Ben de bu yazıya başlamak için öylece duruyorum.

Zor bir yazı bu… Başlamakta güçlük çektiğim. Elimin varmadığı, aklımın ermediği, gücümün yetmediği bir kayıp karşısında bir kekeleme yazısı bu. Karasu sanki tam da Yaşar’ı anlatıyor: “Bilgisini aktarmak, aktarılmamış bir bilgisi kalmasın diye türlü alanda öğretim yapmak…”

Bir dostun göçü karşısında, bir türlü elveda diyememenin, demek istememenin acısıyla kavrula kavrula yanacak kelimeler belli ki. Yansın bakalım. Anlamca ve aklımda kaldığınca söylüyorum, Spinoza “Bir şeyi tanımlayacaksanız ne olduğuna değil, ne yaptığına bakın.” demiş, doğru demiş. Yaşar Tok, Yaşar’dı ve aramızdan ayrılışı ile hepimizin ona dair anılarını ayağa kaldırdı, nasıl bir yoksunluk yaşayacağımızın ipuçlarını avucumuza yumuşakça bırakıp gidiverdi. Gitti. Çok saçma. Karmakarışık ve son derece mavi, eksik, isimsiz, yarım, özlemli, derin, ıssız, yaşama dair ve bir o kadar da akışın dışında, sessizlikle ve Yaşarsızlıkla bizi öylece bıraktı. 
 
Yarım kalmış sohbetler, mutlaka bunun üzerine düşünelim, konuşalım dediğimiz konular, dönüp dönüp yeterlilik vermediğimizden olacak tam sonlandıramadığımız  “Aydın kimdir?” meselesi, Kemal Tahir üzerine okumalar, yurtseverlik tartışmaları, kitaplar, kitaplar, kitaplar… Senden gelen son mesaj elvedandan iki gün önce Sunak grubunda Fredric Jameson’ın hayatını kaybettiği haberi. Jameson 90 yaşında imiş sen ise ondan neredeyse bir çeyrek yüzyıl daha gençsin be Yaşar.  Haklısın, başka bir olasılık yok. Yaşam ve ölüm… Yaşadığımızı sürekli kanıtlamak ister gibi ha bire koşuşturmaktan, sesimizi başka seslere katmak isteğinden, kendimizi doğru anlatmaya çalışmaktan yorgun düşüyoruz ya kimi zaman, işte dostluğun bu hayhuya dinginlik getiriyordu. Yavaşlamak, sakinleşmek, derinleşmek, kıvamlanmak için kıyılarına uğramak, oradan devşirdiğim çakılları ceplerime doldurarak yaşamın içinden geçerken yanlış sapağa yönelmemek için çok gerekliydi. 

Abarttım mı? Şairanelik yapmak değil hevesim. Sevmezsin de zaten. Hakikaten adlı adınca ama sezdirmeden, usulca içimize üflediğin aydın olma duruşundan söz ediyorum. Böyle yaptığını seziyordum ya, elvedan ile gerçek anlamda dank etti bazı şeyler sanırım kafama. Binlerce teşekkür sana. 

Hamaset yapmak istemem, bunu da sevmezsin. Ama söylemeyeyim mi, umudu varlığınla taşıyormuşsun meğer sen. Çok acayip. Yürüyen bir aydınmışsın (komik oldu biraz hayal edince, gülme.) Bilmek var bir de idrak etmek var. İdrak derken bir zamana, bir olaya varma, ulaşma, onu algılama anlamında çat diye. Şöyle bir bölüm var Bilge Karasu’dan yine:

“Mayıs ayının sonu geliyordu. Tatil başlayacaktı yakında. Sinek girmesin diye, açık penceresinin kapalı tuttuğu perdesini çekince, o sabah, bir garip koku dolmuştu odasına, ciğerlerine. Bir bahçe kokusu gibi, bir demiryolu boyu kokusu gibi, bir araba onarımevi kokusu gibi. Birbirini tutmaz, aynı yerde bir araya gelmez kokular. Hepsi tek bir kokuda birleşiyordu gene de. Bahçeleri düşündü, demiryolu boylarını, araba onarımevlerini düşündü; öbek öbek, çocukluğunun başka başka dönemlerinden arta kalmış imgeler üşüştü kafasına, gözünün önüne. Sonra hepsi üst üste bindi, uzakta kalmış çocukluğuyla bu yeni yurdunun denizini, kokusunu, sesini, insanlarını içine alan, büyük bir düzen içerisinde hepsini eritip kaynaştıran bir tek imge haline geldi. Adamın bütün parçaları yeniden bir araya gelmişti sanki. Bu bütünlenme anı, belki, pencereden gelen kokuyu sindire sindire içine çektiği bir iki dakika kadar sürdü. (…) O kendi parçalarını bir araya getirmişliği, o bütünlenme mutluluğu, içine yerleşmişti artık. Sökülür gibi değildi.”

İşte dediğim böyle bir idrak ânı… Şimdi sen bizi yetim bıraktın. Hatta öksüz bıraktın. Öyle bir duygu…

Denizli’yi sevmeme, benimsememe katkı yapan dostların başında geldin. Hakikaten Denizli’nin taşradan kente doğru yolculuğunun kanımca en önemli mimarlarından birisin. Alçakgönüllü olmana gerek yok, yapma. Üstelik bunu düşünen öyle çok insan var ki… sevgili Cemal Atayman’ın yasını aktarmak isterim. “Kravatsız Entelektüel” demiş sana: 

“Onu önce açtığı kitap sergisinde tanıdım, sonra Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nda bir kitabevi açtı. Meserret Sokağa taşıdığı kitabevinin ismini Atlantis koyması, İzmir'deki İzmir kitaplığının batmasından dolayıydı. Atlantis batıkkentti.

Günümün belli saatleri orada geçerdi. Kitabevleri kitapseverlerin mabediydi her zaman. Kısa sürede şehrin tüm okurları ve entelektüelleri Yaşar Tok'un dostu oldu, Atlantis Kitaplığı da toplanma yeri.

“Kent ve Sanat” dergisi Makine Mühendisleri Odasının katkılarıyla sevgili Yaşar'ın editörlüğünde basılmaya başladı. Minicik görünen boyutunun içine neler sığmazdı ki. Güzel sanatların her türü yer alırdı dergide. Şiirler, öyküler, kitaplar, resimler, müzik...

Şehrin tüm aydınları en güzel eserlerini sergilediler “Kent ve Sanat”ta. Dergi Yaşar Bey sayesinde birkaç yıl yayımlandı. Tüm emek ona aitti. “Söz Çizgi Renk DRT'deki sanat programının adıydı Yaşar Tok'un. Orada, kentimizin sanatçıları, dışarıdan gelen şairler, yazarlar, ressamlar, müzisyenler kendilerini anlatma, sanatlarını gösterme fırsatı buldular. Denizli gazetelerinde de yazıları yayımlandı.

Denizlili yazarların kitaplarına editörlük yapıyordu. Şiir Otel'in dünya şiir günü etkinliğinde yer alan tüm şairlerin şiirlerinden oluşan kitabı da Yaşar hazırlamıştı baskıya.

Denizli Barosu Tarihi de Yaşar Tok'un emeğinin eseridir. Denizli Haber'de sanat, çevre, siyaset yazıları yazarken, ben de eğitim editörüydüm. Yaşar Tok sadece kalem adamı değil eylem adamıydı aynı zamanda. Kentteki bütün eylemlerde ön saflarda görürdük onu. 78 kuşağındandı Yaşar Tok, 78'liler Derneği'nde yöneticiydi. 12 Eylül'den nasibini almış bir kaçaktı aynı zamanda. Su katılmamış bir yurtsever ve devrimciydi. Vefatından bir gün önce, Kuyucak Yamalak'taki Büyük Menderes Köprüsü'nden kapkara bir dereye dönüşmüş ırmağın fotoğrafını çekerken Yaşar'ı hatırlamıştım. Menderes'in temizlenmesi için ne emekler sarf etmiş, adım adım gezmiş, yazılar yazmıştı.

Bu şehir kravatsız entelektüelini kaybetti, ben bir dostumu, kardeşimi kaybettim.

Sonra Zafer ağabeyin (Gönenç) ardından yazdıklarına denk geldim.  

“Onu Endüstri Meslek Lisesinin taş atölyelerinin yıkılmasını önleme mücadelesinde, Avdan Termik Santrali’ni durdurma mücadelesinde, aynı yerde kömür sahalarının açılmasına karşı verilen mücadelede, Hierapolis’te Antik Kent’in üzerine yapılmak istenen müze girişimine karşı sürdürdüğümüz hukuk mücadelesinde hep yanımızda gördük. Sadece gazeteci olarak bu konuları yazıp çizmez, elde ettiği bilgiyi, belgeyi davalarda delil olsun diye getirir, hukuk mücadelesini desteklerdi. Daha üç beş gün önce 1991 yılında hazırlanan ve çoğunun unuttuğu Pamukkale Koruma Amaçlı İmar Planı kitabını arşivlerden bulup ‘davada işine yarar.’ diye getirdi. 

Uzunca sohbet ettik, tekrar ameliyat olacağını, ameliyatın riskli olduğunu anlattı. Ameliyat sonrası buluşup üzerinde çalıştığı haberi konuşacaktık. Sonra bombayı patlatacaktı (!). Gazetecilik Yaşar’ın ruhuna işlemişti, ameliyata giderken canını değil yapacağı haberi  düşünüyordu.”

Daha neler neler Yaşar, daha neler neler… Aydın tartışmaları bu hâliyle bir nihayet erdi bence. Her ne kadar sen oyunbozanlık yapıp bizi bıraksan da anladım, aydın Yaşar’mış meğer. Sevgili Aylin’in, (Müftüler) biriciğinin, dediği gibi iyi ki tanıdık seni, iyi ki bize dokundun, iyi ki rastlaştık seninle be Yaşar, iyi ki… Artık akşamın kızıllığında ve yaşamın, kaldırdığımız ilk şarap kadehleri senin şerefine olacak bundan böyle şarabi eşkıya dostum benim…