Tersine dünya

Kadın üniversitesi, Çernobil, Dark… Bugünkü yazı konumu bu daire içinde öreceğim. Tasarımım bu yönde ama yazı bu, akılda durduğu gibi durmaz; oraya koşar, buradan atlar, unutulmuş bir şarkıdan esinlenir ve hiç olmayacak mecralara akar, akar… Arada insanın burnunun direği sızlar, sevgili özlenir, yazı kendini dayatır, sorumluluklar bir sel gibi üzerime üzerime gelir, ben buradayım deme ihtiyacı baş gösterir, daha neler neler… 

Yazı bu; tıpkı şairin yazdığı gibi, “masa da masaymış ha…” Şişer, şişer… Yazı da yazıymış ha, biçimini alabilir.

Şimdi efendim, bir süredir yalnız ve güzel ülkemde kadın üniversitesi tartışılır oldu, hatta tartışılmakla kalmadı, hani unutulan; bir dönem plan değil pilav lazım denilen, 11. Kalkınma Planı içinde yer aldı. 21. yüzyıla girerken şimdi biz –ne acayip, girerkeni yok, bildiğin girdik ve 19 yıl geçti bitti- kadın üniversitesi mefhumunu idrak etmiş olduk. 

Tartıştık mı? Hayır. Belki biraz… 

İtiraz ettik mi? Şüpheli. 

Ancak fakat demode bir konu bunu söylemem gerek. Bu benim bir vatandaş olarak görevim. Nasıl ki, sorumluluklarım ve haklarım var. Elbette görevlerim de sorumluluklarım çerçevesinde olmalı değil mi ya? Yani söylemek bir vatandaş olarak yapmam gereken en birincil eylem. 

SÖYLEMEMİZ VE İSTEMEMİZ KESİNLİKLE ENGELLENEMEZ

Süleyman Belkıs kadınların eğitim hakkını savunurken, “Sevgili hükümetimiz bu noktaları görmeyen ve düşünmeyenlerin elinde” diye veryansın ediyor. Sonra Nuriye Ulviye alıyor sözü: “Bekleyecek zamanımız yoktur. Darülfünunu istemek bizim insanlık hakkımızdır. Bilmiyorum bunu istemekte ne fevkaladelik görülüyor. Asıl fevkaladelik hakkımızın verilmemesindedir, diye yazıyor. 

Söylüyorum işte, bundan 100 yıl önce Osmanlı’nın son döneminde, güzelim mücadeleci kadınların öncelikle Kadınlar Dünyası dergisinde tartışıp ısıttıkları, sonrasında da odaklanıp peşini bırakmadıkları bir eğitim hakkı mücadelesi var.  Bu mücadele 12 Eylül 1914’te İnas Darülfünunu’nun kurulmasıyla sonuçlanıyor: Kadın Üniversitesi yani. Hesaplayın, tam tarih 105 yıl öncesi… 

Zaman-mekân mı kaydı? Problem yok, Osmanlı’da kadınların görünmez olması, ev kadını kimlikleri, nâmahrem olmaları da mı bir şey ifade etmiyor? Evet, kadınlar, eğitim hakkını bir mücadele sonucu kazanıyorlar ve bunu yüksek öğretim hakkıyla taçlandırıyorlar. Bunun lamı cimi yok. 

Fen ve edebiyat bölümlerinden oluşan İnas Darülfununu, yani Kadın Üniversitesi, kadınların erkeklerle eşit vatandaşlık mücadelesinin bir ürünü ya da sonucu olarak tarihsel belleğe bir kazanım olarak düşüyor. Kadınlar Dünyası dergisi kadınların mücadele tarihinde önemli bir yer kaplıyor. Sonuçta 22 öğrenciyle eğitime başlayan bir kadın üniversitesinden söz ediyoruz. İnas Darülfünunu'nda, kapatıldığı 1919 yılına kadar 129 kadın öğrenci öğrenim görüyor. Osmanlı’da bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açılması anlamına geliyor ve Cumhuriyet’le bu yeni dönem taçlanıyor. 

Mücadeleci kadınlar inanılmaz;  öncülük yapıyor, asla vazgeçmiyor ve amaçlarına ulaşıyor. Daha yakından bakınca, “İnas Darülfününu'nun kız öğrencileri, iki tür aileden gelmekteydi. Birinci grupta zengin ve çalışmaya ihtiyacı olmayan, yalnız yüksek tahsilde bulunmayı amaçlayan öğrenciler, ikinci grubu ileride hayatını kazanabilecek bir meslek edinmeyi amaçlayan öğrenciler yer alıyordu. Öğrencilerin çoğunluğu ise ikinci grupta bulunanlardı.”

 İnas Darülfünun’u ve Kadınlar Dünyası Dergisi’nin içeriği ve Türkiye Üniversitesi’ndeki öncü kadın akademisyenleri anlatan iki sergi bulunuyor: 

Cesur Kadınlar: Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Kadın Üniversitesi’nden Türkiye’deki Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmalarına… 

Sanal serginin bağlantısı şöyle, detaylar derinlemesine izlenebilir, zamanda bir yolculuk yapılabilir. Pek çok veri cepte istiflenebilir.

https://drive.google.com/file/d/0B7f9pE3UfwAoOUlaZVZBYzZUSjQ/view

Ancak fakat 2019 Türkiyesi’ne gelince, yüz yılı aşkın süre önce kadınların bir kazanımı olarak cisimleşen ve ancak üç yıl süren ve 1. Dünya Savaşı ile ödenekleri kesilerek kapatılan Kadın Üniversitesi bir yolu açıyor ve karma eğitim hakkının kazanılmasında önemli bir köşe taşı oluyor. Karma eğitim bir kazanım. Bunu elde ediyorlar.

Japonya’ya gelince, kadınların ikinci cins olarak aşağılandığı, feodal ve ataerkil geleneklere göre ikincilleştirilerek ev işleri ve çocuk bakımı görevleriyle sınırlandırıldığı bir ülkeden söz ediyoruz. En azından 2. Dünya Savaşı sonuna kadar Japon toplumunda belirleyen eğilim bu yönde ve kadınların yüksek öğretime erişebilirliğinin tek yolu bu tür üniversitelerden geçiyor bir süre. 

Şimdi bu kadar apaçık bir süreci, zaman-mekândan soyutlayarak, ışınlanarak, başka dünyalara giderek, başka tür bir gerçeklik yaratmaya çalışarak… 

N’apıcaz biz bunu? Kabullenip bari tüm öğretim üyeleri kadın olsun, yok efendim, kadın araştırmaları yapsın deyü normalize mi edeceğiz? Karma eğitim bir kazanımdır. Bunun gerisine mi düşeceğiz, tecrit mi edileceğiz, cinsiyetimiz yüzünden ayrıma mı maruz kalacağız? 105 yıl öncesinde bitmiş gitmiş bir mücadele başlığını sil baştan, başa mı saracağız?

N’apıcaz biz bunu hakikaten? Üstelik konu kadınlar olunca, Çernobil’e falan da sıra gelmiyor. 

“İnsanlık hakkımız”dan da zerre geri basmıyoruz. 

Eh, yazı da yazıymış ha, diye bitirelim o vakit, bir sonraki yazıya devrederek…