Nefesim kesilene kadar

“İnsan olmakta zorluklarla karşılaşmış olmam, insanlıktan çıktığım anlamına gelmez. Sonuçta aralarında günlerimi geçirdiğim insanlardan beni ayıran bir şey yok.; yalpalayan, bazen daha güçlü, bazen daha zayıf hissedilen bir huzursuzluktan başka. Ancak bu metafizik değil, toplumsal bir huzursuzluk. Endişemin kaynağı Varlık ya da Hiçlik değil; Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu değil,  yalnızca toplum: Çünkü varoluşumun dengesini toplum ve yalnızca toplum bozdu; ayakta kalmaya çabalayarak karşılık veriyorum buna. Dünyaya duyduğum güveni toplum yalnızca toplum sarstı.” Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde.

Dengemi ve topluma duyduğum güveni bozan topluma karşı ayakta kalmaya çabalamak… Yıllarca toplama kampında kalmış yazarın haykırışı bu. Üzerinde durduğumuz bütün zeminlerin toplumsal olduğunu haykırmak için toplama kamplarına gerek var mı peki?

İntihar eden öğretmen adaylarından, atanmayan genç öğretmenlerden söz etmiştim geçen yazımda. Elim yanmış, yüreğim kanamış, öfke ve acıyla dolmuştum da gözlerimi kaçırmıştım. Anlamaya çalışmak ancak anlayamamak. Anlar gibi olmak, hak verememek ancak korkunç çaresizliği, yıkılmışlığı, aslında meydan okumayı ve suratıma aşk ettikleri tokadın acısını derinlerimde utançla hissetmek…

Atanmayan öğretmenlerin intiharı bir simge, sosyolojik bir araştırma konusu ve siyasi bir mücadele başlığı olabilir. Ancak ondan öte çok ama çok insani bir kırılma, kral çıplak, dedirten. İntihar haberleri ve intihar hikâyeleri giderek artıyor bu arada. Çıkışsızlık, yorgunluk, çaresizlik, bir başınalık, bunaltı, kaygı, öfkeyi doğru kanala yöneltememek, değersizlik hissi, beceriksizlik suçlamaları, parası olanın kral olduğu para düzeninde sıfırı bin kez tüketmek,  tembellik suçlamaları, öz saygı yitimi, sıkışmışlık, işsizlik, işsizlik, işsizlik…

- İşsiz kalırsam, ya hep işsiz kalırsam?

- Ağız dolusu kahkahayı severmişim, ama işsiz kalırsam

- Müzik yaparken kendimi kaybediyorum, ya beş parasız, işsiz, iş-siz kalırsam.

Ama ne diyorlardı: Her şey senin elinde! Fark yarat, yapabilirsin!  Eeee, hadi ama, şikâyet edip durmasana!

Evet, evet eşitsizliğin korkunç bir hal aldığı, fırsat eşitsizliğinin mumla arandığı dünyamda, ülkemde vıdı vıdı konuşarak çaresizliği pekiştiren, “başarısızlık” suçunu sadece bireye indirgeyen ideoloji ve bunun yaratıldığı iklimdir hayata tutunmaya çalışanlara vurulan en güçlü yumruklardan biri. Uçurumdan düşerken tutunulan tek bir dal parçasını da kırmaktır ya da elini yavaşça bırakıvermektir, çığlıklara sırtımızı dönmek, kulağımızı tıkamaktır. Buna kendi çığlığımız, huzursuzluğumuz dâhil.

ÇOCUKLARIMIZA ÖĞRETEMEDİKLERİMİZ

Ne öğrettik bu çocuklara? Hayata tutunma stratejilerini güçlendirdik mi? Yoksa kreş düzeyine indirdiğimiz Kuran öğretimleriyle, ezberci eğitim sistemiyle, sınav başarısına bağlı başarı algısıyla, paranın merkezinde olduğu kariyer planlamalarıyla, fakirmiş çok yazık nidalarıyla toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik bir hamle yaptık mı? “Kast sistemi”ni pekiştirip üstelik altta kalanın canı çıksın mantığını güzellediğimiz bir dünya mı önerdik, yoksa? Özel okullarda, paranın gücüyle pış pışlanan çocuklar da büyüyor bu arada. Pamuklara sarılan, hep bana diyerek narsizmin doruklarında yaşayan ve yaşayacak olan; iğreti doğaya dönelim, organik olalım diye o doğal kamp senin bu doğal kamp benim koşuşturan ebeveynlerin elinde ve fakat ancak plazalarda AVM’lerde büyütülen serpilen çocuklar…

Sıkılıyorum. Bu fotoğraf beni boğuyor. “Nefesim Kesilene Kadar” filminden söz edecektim. Aslında öyle iç içe geçmiş ki her bir ilmik. Nedenler, sonuçlar hep aynı kapıya çıkıyor: kapitalizm.

İşte tüm bu “toplum” öyküleri arasında, tekstil işçisi gencecik bir kızın, Serap’ın son derece alçakgönüllü ve sade kurgu, senaryo, oyunculuk içindeki öyküsü. “Her şey senin elinde” şımarıklığını nasıl da boşa çıkardığıyla ilişkilendirecektim yazıyı. Tek başına bir sinema yazısı da olabilirdi üstelik. Ancak her şey öyle birbirini doğuruyor ki…  

Bir çocuğu korumak için bir köy gerekirmiş. Çocuklarımızı ne kadar koruyoruz? Seraplarımızı? Peki, daha ne kadar koruyabiliriz? Serap’ın nasıl bir seçeneği olabilir de, “her şey onun elinde” olur? Her şey nasıl güzel olur, onun için? Filmi izleyin, ben çok etkilendim, çok gerçek, çok yalın…

EN UZUN MEŞE

Peki en uzun meşe olabilmek için ne gerekir? Sosyal medyada ilgimi çeken bir hesap, ne güzel de özetlemiş okuduğu kitaptan hareketle, bana esin vererek. Teşekkürler…

“'Malcolm Gladwell’in Outliers, ‘Çizginin Dışındakiler’ kitabında: “Ormandaki en uzun meşe sadece palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır, diğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını engellemediği, çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu, fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği ve hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği için de uzun meşe olmuştur. Aynı kitapta Sosyolog Robert Mortein’in Matta İncili’ndeki bir ayete dayandırarak tanımladığı ‘Matta Etkisi’nden de bahseder. Ayette, “Sahip olanlara daha fazla verilecek, hem de bol miktarda, sahip olmayanlardan ise sahip oldukları şeyler bile alınacak.” denmektedir.”

Evet, hikâye biraz da bundan ibaret değil mi? Sahip olanlara daha fazla verilecek, sahip olmayanlardan ise sahip oldukları şeyler bile alınacak…