Kibritçi Kız

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Develer tellal pireler berber, keçiler bilgin, kuzular bezgin, kediler miskin, köpekler suskun, kargalar çapkın, baykuşlar kaçkın iken. Ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Ninem başladı söylenmeye uyuyan dedemi uyandırdı. Dedem bastı küfrü, üstüne ninem kükredi köpürdü, yüklükten bir fare çıktı, kardeşim avazı çıktığı kadar bağırdı. Evde aldı bir şamata şangırtı. Sesten ev sallandı yıkılayazdı. Baktım olacak gibi değil Allah belanızı versin deyip tabanları yağladım. Küheylan oldum arkama bakmadan uzaklaşmak istedim. Tam bir dehlizden bir dehlize düşecekken bir şaşkın balık gördüm kavağa çıkmış inemez. Elini tuttum hopladı bir çiçeğe zıpladı.

Sus, dedi bana. Sus ve dinle Kibritçi Kız’ın masalını. Nasıl? Balık konuşur muymuş? Konuşurmuş evet. O beğenmediğimiz balıklar, hani balık hafızalı balıklar bile masal anlatır olmuş. Vay canına… Vay ki vay… İnsanoğlu sen daha bak öyle…

Bak öyle. Bak öyle de daha elin armut toplasın. Aferin armut toplamaya devam. (Masalcı burada duygularını kontrol etmeli. Alımlayıcısına höykürmemeli. Şefkatli ve sevimli olmaya çalışmalı, nesnelliğini koruyarak herkesi kendi iç yolculuğunda özgür bırakmalı.)

Ne demiştik, bir varmış bir yokmuş.

Yeni bir yılı karşılamaya hazırlandığımız şu günlerde diye klişe bir giriş yaptıktan sonra her yeni yıl akşamı yüreğime diken gibi batan Andersen Masalları’nın belki de en acılı olanını hatırlarım. Başka başka sürümleri mevcuttur belki. Ama özünde eşitsizliğin masalıdır Kibritçi Kız.

Batsın bu Dünya!

Öyle değil mi? Kimse incecik kıyafetleri içinde soğuktan tir tir titreyerek kibrit satmaya çalışan bu çelimsiz kızın yılbaşı akşamı sokaklarda ne işi olduğunu sorgulamaz. Görmezden gelir, bir an bile gözleri çocuğun gözleri ile karşılaşsa dahi, sinirli bir biçimde görüş alanına bu çocuğun partal kıyafetleri ve titreyen bedeni girdiği için öfkelenmişlerdir. Üstelik bu çocuğa öfkelenmişlerdir. Ne işi vardır sokakta? İnsanların duygularını istismar etmeye ne hakkı vardır? Mümkünse hiç evlerinden çıkmamalı, görünür olmamalı, insanın gözüne gözüne çapulcu gibi bakmamalıdırlar. Anası babası nerede? Cahil efendim topu, hem cahil hem fodul hem de kel… Ne geliyorsa zaten başımıza bu cahillerden, cehalet çukuru tiplemelerden gelir.

Cehaleti ne yaratır? Aman efendim geçiniz… Böyle sorulara ne gerek var…

İşte Kibritçi Kız bir yılbaşı gecesi kibritlerini satmak için soğuk çok ama çok soğuk sokaklarda, yılbaşı süslerinin pırıl pırıl aydınlattığı, telaşlı insanların saatlerine sürekli bakarak koşuşturduğu o sokaklarda cılız sesiyle kibritlerim var, almak ister miydiniz? diye seslenir de seslenir. Ne soğuktur, öyle soğuktur ki… İnsanın etine binlerce buzdan iğne batar gibidir sızlata sızlata… Sonra uzaklardan gelen tatlı bir müzik eşliğinde gökyüzünden binlerce beyaz yavru kuş dökülmeye başlar döne döne… Hava yumuşar gibi olmuştur bu beyazlık denizinde… Terliği mi çıkmıştır Kibritçi Kız’ın? Ah o terlik, minik ayaklar yumuşak karlara batarken önce ürperir, sızı tüm vücuduna dalga dalga yayılırken bir lokantanın penceresinden mutluluk içinde bir şeyler yiyen kocaman insanlara bakar… Sürekli yiyorlardır. Yağlanmış dudukları ışıltı içinde şakırken bir sirkin gerçek olmayan dünyasından, kötü bir vodvilin ortasından höpürdete höpürdete, köpürdete köpürdete doymamacasına yiyorlardır.

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır / Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır; /Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır! / Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,/ Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Kibritçi Kız hayranlıkla, imrenerek, açlıkla, titreyerek giderek uzaklaşan kararan görüntülere dalar… Bir yandan da daha iyi görmek ve bir parça da bir parça daha ısınmak için satması gereken kibritleri birbiri ardına çakar… Sıcak ışığında anneannesini hayal eder, kaybettiği ailesini… Üstünde yiyecek dolu bir masayı hayal eder, çıtırtılarla yanan bir sıcak ocak başı hayal eder…

Gözleri ağır ağır kapanır, tatlı bir uyuşukluk Kibritçi Kızı kollarına alır.

Sabah yol kenarında yüzünde buruk bir gülümsemeyle donmuş bir çocuk bulurlar mı? Evet. Bulurlar. İşte o, bizim Kibritçi Kız’dır.

Sonra yılbaşı gecesi yorgunluğunun sinirli yaptığı 1 Ocak günleri gelir… Yıllar yılları kovalarken bir sürü haberde bir sürü fotoğraflar geçer. Başka başka Kibritçi Kız hikâyeleri dolanır durur. Bir göçmen Suriyeli işçidir örneğin. Çalıştığı fabrikanın depodan bozma hangarının bir köşesine sinmiş yaşamak için debelenirken bir noktada vazgeçip kibritlerin tatlı ışıltısının kurtuluş vaadine kapılıp yolculuğa çıkar. Ertesi gün onu bulduklarında Amman başımız belaya girmesin diye, el çabukluğu ile bir çuval gibi sırtlayıp kentin uzak bir caddesine ittiriverirler. İşte sokak ortasında uzanmış uyuyan bir başka Kibritçi Kız’dır…

Yarım kalmış hayatların alacaklı bakışlarıyla bir yıl gider bir başkası gelir. Böyle böyle kaç yıl daha yaşayacağızdır?

Her yılbaşı işte böyle, Kibritçi Kızların olduğu bir dünyada her şeye rağmen…

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! / Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!/ Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak, / Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Mutlu yıllar…