Kapitalist düzenin bugün geldiği nokta ne vadediyor bize? Artık politika bir oyun alanı, temsilî demokrasi denilen şey gösteri toplumunun şekilsiz bir yansıması.
Katı olan her şey
Ayşe Şule Süzük
Karmakarışık bir dünya, kafamın içi de karmakarışık. “Her şeyi yakala” (catch all) dürtüsü ile saçma bir koşuşturma içinde nefessiz ve bu durumun zorunluluğu olarak hedefsiz sürekli bir çember çiziyorum sanki. Bazen tekil “ben” bazen çoğul “biz” demek istiyorum. Çünkü bu durumun yalnızca beni sıkıştıran bir kerpeten olmadığını düşünüyorum. Her şey seyirlik hâle dönüşüyor, bunu gözlemliyorum hem çevremden hem de kendi yapıp etmelerimden. Bir kadın olarak ben John Berger’in dediği gibi “bakılma” ve “görülme” durumuna zaten yabancı değilim, toplumsal cinsiyet rolleri, toplumun dayattığı cinsiyetçi bakış ile büyürken içkinleştirdik kaçınılmaz olarak bu olguyu. Ancak bu kez sadece kadınlar değil, her cins ve cinsel yönelimden kişiler kendi özel dünyalarını çok fazla yansıtmak istiyor.
Osmanlı’nın son döneminde özellikle de Tanzimat edebiyatında yazılan romanlarda işlenen “kadınsılaşmış” erkek hikâyesi bir bakıma Batı karşısında gücünü yitirmek diğer yandan fazla batılılaşmak anlamı taşıyor. O günden bugüne öyle çok zaman geçti ki… Ama marjinalize edilen, eleştirilen ve monden bulunan durumların bir düstur hâline gelmesine tanık oluyoruz bugün.
Konuşulacak ve yazılacak çok şey var, şüphesiz.
Narsistlik mi? Evet, kendini fazlasıyla önemseme, kendinde her türden dayatmayı hak görme ve bu doğrultuda karşıdakini yönlendirme, başkası ile duygudaşlık kuramama, sığlık, böbürlenme… Bunun yanında yazık ki çok sık karşılaştığımız ve bugünün siyasetini de önemli ölçüde belirleyen kişinin yapıştığı kimlikler üzerinden var olma çabası.
Korkunç.
Bitmiyor dahası bu yapışılan kimlik üzerinden bağnazca kendinin dışındaki herkesi ötekileştirme pratiği kişileri ve siyasi hatları deforme ediyor. Bakınız çevrenize, göreceksiniz. Kimlik siyaseti yaparak aslında kimlik toplumları yaratıyor ve bu çember içinde bizleri yaşamaya zorluyorlar. Bu bir bakıma körlük siyaseti demek, bu ise bencillik ve narsistlik çağı ile çok örtüşüyor. Nihayetinde başta milliyetçilik olmak üzere her türden kimliğin üzerinde tepinmek elbette kollektif bir narsizm içeriyor.
Kapitalist düzenin bugün geldiği nokta ne vadediyor bize? Artık politika bir oyun alanı, temsilî demokrasi denilen şey gösteri toplumunun şekilsiz bir yansıması. Şımarık zenginlerin doymak bilmez hırsları, Trump ve Netanyahu’nun kutsal biraderlik gösterisi ile aba altından dünyanın ezilenlerine, yersiz yurtsuzlarına, yerden göğe kadar haklılarına kısaca bizlere sopa sallamaları gına getirdi artık. Marx, “Komünist Manifesto”da şöyle diyor: “Modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve mübadele araçlarını bir araya getirebilmiş olan bu toplum, tılsımlarla çağırdığı yer altı güçlerini artık kontrol edemeyen bir büyücüye benziyor.” Acep bugünü görse ne derdi?
Peki, ne yapmalı?
Bu VIP’lere [very importan person (çok önemli kişi)], deli evinde birbirinin sırtını sıvazlayıp gaza getirenlere, oturdukları Kafdağı’ndan aşağıya bize, böcek olarak gördükleri halka bakan zalım yeni tür liderlere bize yaptıklarını iade etmeli, dünyanın ezilenleri olarak ne istatistiki veri ne de böcek olduğumuzu gözlerine sokmalıyız.
Nasıl?
Nasılı şu: Ancak başta kendimizden başlayarak bir şeyleri değiştirmeye başladığımızda. Bizler, o çok eleştirdiğimiz kapitalist toplum içinde sürüler hâlinde tüketiyor, toplumsal ilişkileri seyirlik vodvillere dönüştürüyor, imaj denizinde derinliksiz ve sahte ilişkiler kuruyoruz. Teslim olduğumuz tüketim kültürü bizi silahsız ve savunmasız bırakıyor. Gerçek ilişkiler yerini sosyal medyaya, film platformlarına, insansızlığa ve başkası için kılını kıpırdatmama hareketsizliğine, dedikoduya bıraktıkça deli başkanlar büyüyor, şişiyor, semiriyor ve kuyrukları ile (annemin deyişi ile) kum oynuyor. Büyük siyaseti çekirdek çitleyerek izlerken kendimize hiç pay çıkarmayarak sürekli söylenip duruyoruz; mutsuzluk içinde ama gerçekten söylemeye sıra gelince sessizlik hâkim oluyor. O vakit, bu oyunu bozarak, bu sanal büyüyü etkisizleştirerek gerçek deneyimlere yönelmek gerekmiyor mu? Kesinlikle bu konuda eski tarz ilişkilere dönmek önümüze koymamız gereken hedeflerin en başında yer almalı. Yan yana, diz dize, bir arada. İşte buna örgütlülük diyorum.
Not al yavrum.
O zaman Goethe’nin Faust’undan bir bölüm:
“İşitmiyor mumsun? Aklımdan bile geçmez neşe;
döne döne sarsılmak, kendimden geçmek
benim istediğim,
en kederli aşırılıklar,
Aşkın nefreti ve hayat veren düşkırıklığı.
… zihnim
bundan böyle hiçbir kedere kapamayacak kendini;
tüm insanlığa düşen neyse,
ben de alacağım payımı, tüm yüreğimle,
taşıyacağım
zirvesinde ruhumun ve en derin kuyularında,
onların mutluluk ve kederlerini göğsümde
biriktireceğim.
ve kendi benliğimi onlarınkine bırakacağım olduğu gibi
tâ ki ben de sonunda onlar kadar yıkılıncaya dek.”