Kaos ve İntihar

Birbiri ardına gelen haberlerle ringde sağlı sollu yumruk yiyen boksöre döndüm/döndük. Yıkılmamak için gücümün son zerresini kullanıyorum. Her yerim acıyor, kan revan içindeyim. Ancak tuhaf bir biçimde yıkılmıyorum; sallanıyorum, yalpalıyorum, bazen ben de yumruğumu sallıyorum ama çoğu kez karavana…

Yine de içimden kendime şaşıyor, sızlayan yerlerimin direncini takdir ediyorum. Rakibimle aramızdaki eşitsizlik tuhaf geliyor, çünkü boks jargonunu bilmemekle birlikte, rakip çok büyük. Bir kuralsızlık var; itiraz edebilirim ancak sesim çıkmıyor. Hani bütün kötü rüyalarda olduğu gibi, bağırmak ama bir türlü sesimin çıkmaması… Sesimin işitilememesi…

Tribünlerde ise seyirciler var… Yüzleri dehşet içinde, elleri bitmeyen bir devinimle ringe doğru uzanmış ama onlarda da ses yok. Hiç ses yok. Tek ses bedenimde patlayan yumrukların sesi…

“Capernaum” Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki’nin filminden sahneler geliyor aklıma. Beyrut’un yoksul mahallelerinden birinde yaşayan 12 yaşındaki Zain’in “Beni niye dünyaya getirdiniz?” diyerek ailesinden davacı olması, nasıl bir dünyada yaşıyoruz sorusunu beraberinde getiriyor mesela. Bir çocuk nasıl bir öfke ve bezginlikle bu soruyu sorabilir? Kamera pislik içindeki sokakların, akmayan çeşmelerin, çöpe bulanmış kuytuların, beti benzi sararmış çocukların, çaresiz mültecilerin arasında dolanıyor.

Yoksul çocuk olmak ne zor… Yoksul kadın olmak ne zor… Yoksulluk ne zor… Korkunç bir şiddet biçimi; bir yumruk daha gelsin, ekonomik şiddet deyip geçelim, olur mu? En fazla sivil toplum projelerinin konusu olsun.

Ah kötü insanlar, onlar hem yoksul, hem cahil, hem empatiden yoksun, hem Vandal, hem çirkin, hem sakil, hem görgüsüz, hem bilinçsiz, hem… İşte orada bir yerlerde onlar; yoksulluk ve cehaletin kapkara ettiği, zinhâr empati kurulmayacak; öfkemizin hem nesnesi, hem öznesi… Değil mi ya “Orada bir köy var uzakta” mesafesinde, kendi konfor alanlarımızın kibrine bulanmış, arınık hayatlarımızın organik yiyecek arayışlarında, hayvanseverliğinde, hadi doğaya dönelim nidalarında, o diyet senin bu diyet benim aranışlarında ve hep organik yeşil salata kıvamında.

Gözümüzü kaçırdığımız yer yerde, ikircikle başımızı çevirdiğimiz, yüreğimizdeki çentiği sakladığımız her anda.

İnsanlıktan çıkmış veliler mi gördünüz otistik çocukları yuhalayan, yavrularım benim, yuhalayanları yuhalarsak tüm sorunların altında yatan asıl nedeni çözeriz bayım. Olay biter. Çocuklarımızın “kara bahtları”na bütüncül çözümleri getiremesek de, bunları tartışamasak da, sistemin sınırları içinde nerem doğru ki yaklaşımını görmezden gelsek de… Ne gam… Bir yumruk daha…

Habertürk gazetesinde Haliç Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Psikiyatrist Dr. Ayhan Akcan çokbilirkişi olarak demiş. Çok demiş, fena demiş, pek naçizane yaklaşımlar getirmiş yüreğimi mengeneyle sıkan intiharların ardından. Der ki: “İntihar vakalarının %90’ı ruhsal problem taşır. İntiharların %50’sinde ise ağır depresyon vardır.”

Amman canım, o da zaten!... diye başlayan cümleler pek de haksız değil o vakit. O da zaten depresyonda, o da zaten bunalımda, o da zaten uyumsuz, o da zaten başarısız, onun da zaten psikolojisi nanay… Değil mi ama?

Haber devam etmekte, karamsarlığın ve çaresizliğin intihar düşüncesini oluşturduğunu, toplumların üçte birinde sıkıntı ve çaresizlik olduğunu, %5’inde ise ağır depresyon söz konusu olduğunu, bu %5’in ağır depresyonda olanlarından üçte birinin ise intihar eğilimi olan kitle olduğunu, ülke nüfusundan yola çıkarsak ülkemizde 4 milyon kişi ağır depresyonda yaşıyorsa, maalesef bunun 1 milyonunun intihar eğilimi taşıdığını, insanlarımızı kurtarmak için ise siyanür satışının durdurulması gerektiğini… Oh bir solukta söyleyebildim muhteremin söylediklerini… Bir yumruk, bir yumruk daha…

“Her intihar bir politik cinayettir ve katili bizzat toplumun kendisidir.” diyorsunuz ama siz, karnınızdan konuşursunuz hanımefendiciğim…

Öyle işte, koca koca adamlardan daha mı iyi bileceksiniz. Elbette sorumlu siyanürdür ve politiktir; üstelik cinayettir ve toplumdur siyanür; elbette tez vakit satışı durdurulmalıdır. Alın bunu, suçlu bulunmuştur.

Kafernahum’daki Zain mi? 12 yaşında Beyrutlu yoksul bir oğlan çocuğudur. “Beni niye dünyaya getirdiniz?” diye anasından babasından hesap sorar, onları dava eder. Dünyayı dava eder. Alacaklıdır hepimizden. Ancak asla mücadele etmekten vazgeçmez; onun için umuttur.