Kadın kadındır

“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil“ diye başlayayım yazıya Fuzuli’yi yâd ederek. Hepimizi dertli derviş yapacaklar neredeyse. İçimizi kemiren huzursuzluk, sinir ve öfke giderek tahammül sınırlarını aşıyor. Ne çok kullandığımın farkındayım ama yine söylemeden geçemeyeceğim, adeta takıldım, takıldık bu ruh haline, aynı duyguyu defalarca defalarca dile dökmeye.

Bu kadarı da olmaz. Olmaz. Ol-maz, diyoruz. Oluyor ama. Ülkemin şirazesi kaydı. Gün geçmiyor ki akıllara ziyan, evlerden uzak inciler dökülmesin bilımum zevatın ağzından.

Karşılığında: Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz, diyorlar. Oldururuz, diyorlar. Pervasızlaşıyorlar. Biz yaparsak olur, hadi bakalım, diyorlar. Yapıyorlar.

O halde, Fuzuli’den devam edelim yine, bataklıklara, onulmaz dertlere, yalnızlığa, ıssızlığa davet eden Fuzuli. Pek liriktir dizeleri aslında. Hani  “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” derinliğinden sonra iflah olmaz umutsuzluğu ile şöyle der sanki:

“Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn

Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli’zebûn”

Yani, dost vefasız, dünya acımasız, dönem huzursuz, dert çok, dert paylaşan yok, düşman güçlü, talih esir edilmiş; güçsüz…  

En kıvamlı arabesk parçalarından daha kallavi melankolikliğimiz içinde boğulup gitmek mümkün. Hem mümkün hem kolay. Bilmem belki de zordur. Tercihtir nihayetinde. Hakikaten bilmiyorum. Ama bu iklimde nefes nasıl alınır? Nefes alınmazsa, nasıl çürümeden yaşanır? Oysa aklımın ve yüreğimin bir yanı yaşama ölesiye sahip çıkıyor. Memduh Şevket Esendal gibi, “İnsanın ömrü olsa da yaşasa” diyor bahar kokusuna karışan aydınlık insan kokusunu duyduğunda. Gümbür gümbür, tüm hücrelerimizde hissedip “yaşamak güzel şey be kardeşim” şiarını haykırmak varken. Ahmet Arif’in Anadolu’sunda olduğu gibi. Kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile, düş ile…

İçim ışıltıyla doluyor, ne güzeliz, ne çoğuz, ne iyiyiz, ne şairiz, ne bilgeyiz hakikaten. Ardımızda koca bir tarih. Haklılıktan kaynaklanan görkemli güç muazzam bir biçimde duruyor.

Birileri istedikleri kadar örgütlü kötülüklerini sürdürsünler. Kara yazı yazmaya devam etsinler. Gorgoları etrafa salsınlar. Ne gam.

Neymiş, kadınlar değil tiyatro sahnesinde, ortalıkta dahi görünmesinlermiş mümkünse. Zat-ı muhteremler böyle buyurmuş. Epeydir buyurmaktalar aslında. Yeni değil, pek eski, tarih kadar eski bir tavır bu.

Ama yeni bir şey var: Kadınlar artık boyun eğen, bacak kırıp oturan, kaderine razı gelen taraf değil.

Durunuz, dikkat ediniz. Kazandığımız mevziler öyle harcıâlem değil.

Terk etmeyiz, aksine…

Elinizi çekiniz.

Haddinizi biliniz.

Ataerkil sistemin kaknemliğinden sonra kapitalizmin, hele hele İslami-kapitalizmin halleri hiç çekilmiyor hakikaten. Nereden tutsan elinde kalıyor. Bir sapkın uçkur gevşekliği, bir sakillik; insan, kadın, çocuk, doğa, çiçek, börtü böcek düşmanlığı…

Sevgilim, bunlar her şeye düşman… Nazım ah! Ne güzel demiş:

“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı.

(…)

 sana düşman, bana düşman,

 düşünen insana düşman,

 vatan ki bu insanların evidir,

 sevgilim, onlar vatana düşman…”

Baştan mı başlayalım, toz ve gaz bulutundan. Gözüne ışık tutulmuş davşana anlatır gibi… (Davşan adasında davşanla durupduru, o ayrı.)

Ataerkil sistem; kadını, kadın bedenini, kadın cinselliğini aile, eğitim, dil, din, hukuk, tıp gibi kurumlarla sürekli denetler, gözetler ve baskılar. Kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilen bu baskılama biçimleri ataerkil düzenin özünü oluşturur. Kimi zaman baba, kimi zaman koca, kimi zaman sevgili; kurumsal düzlemde ise kimi zaman baba devlet, kadınların hem bedenlerini hem emeklerini –görünen ve görünmeyen emek biçimleriyle- erkek egemen sistemi sürdürmek için kullanır. Ataerkillik kullanışlıdır. Kapitalist sistem içinde de oldukça elverişli bir biçimde kullanılagelmiştir. Kadın bedeni mülkiyet ilişkilerinin gelişip erkek mülkiyetinin kadını ikincilleştirdiği momentte, erkeğe tabi ve erkek tarafından belirlenen olmuştur. Dinler ve diğer üstyapı kurumları, iktidar oyununda kadının, dolayısıyla kadın bedeninin denetimi yoluyla sömürü ilişkilerini farklı biçimlerde sürdürüp yeniden üretmeyi olmazsa olmaz sayarlar. Kapitalizme içkin biçimde varlığını koruyan ataerkil sistem, bilimin, ekonominin, siyasetin, ideolojinin ihtiyaçlarına göre yeniden yeniden şekillenir.

Ancak kadın düşmanlığı kaba ya da inceltilmiş olsun, kapitalist sömürü içinde daima varlığını korudu, koruyacakmış gibi de görünüyor. Kadın görünce sadece beden, cinsellik ve namus kurgulayan zihin ile kadın emekçilere yönelik eşit ücret hakkını görmezden gelen zihin arasında pek öyle Çin Seddi de yok yazık ki ülkemde. Ama artık kadınlar kanmıyor. Susmuyor.

Yani, yine geldik “Söylesem tesiri yok, sussam olmuyor” döngüsüne.

Ne diyelim ateş olsanız cirminiz kadar yer yakarsınız. Kadınlar öyle kolay lokma değil, bilesiniz. Artık kadınlar kanmıyor. Susmuyor. Aslında apaçık biliyorsunuz. Ölesiye kadın korkunuz da bu yüzden.

Korkmayın, acımayacak.