''Suriye düştü, Su-ri-ye’ye girdi emperyalizmin ve dâhi mahşerin dört atlısı… Getiriyor ölüm, kan, kıtlık, acı, salgın ve savaşı.''
Ev Karadır
Ayşe Şule Süzük
İçime bir yitiklik çöreklendi bir türlü gitmiyor. İki hafta sonra yeni bir yıl gelecek ve ardımızda bıraktığımız yirmi dört, yirmi beşe akacak. Çeyreğini bitirmiş olacağız yirmi birinci yüzyılın.
Zaman nedir?
Bendeki yitiklik duygusu zamanla ilgili değil, hayır. Bu ıssızlık, çaresizliğin beraberinde getirdiği bir şey olmalı. Bir nevi yas içindeyim, evet. Suriye’de olup bitenler beni düşündüğümden daha çok etkiledi. Füruğ Ferruhzad’ın söylediği “Beni buraya kader getirdi, kalbim acıdan çatlıyor.” dizelerindeki kuyu gibi. Kuyu öyle derin ki sesimi duyuramıyorum, bir yankı odasındayım da sözlerim yeniden bana geliyor sanki. Kocaman bir yalan içinde nefes alamıyorum. Gorgo sürüleri karanlıktan parlayan yağlı ve kalın derileri, Toyota kamyonetleri, motosikletleri, silahları, siyah sakalları ve çatal dilleri ile ava çıkmışlar. Karanlığın kapıları açılmış, Pandora’nın kutusu açılalı çok oldu. Tekinsizlik, tedirginlik, korku, huzursuzluk, endişe ile çepeçevre sarılmış kötü bir alacakaranlık filminden gözlerimi bir türlü alamıyorum.
Dilim tutuldu. Giderek pelteleşen bir pıhtı atmasıyla akıyor düşüncelerim düzensiz ama bir o kadar öfkeli. İsyanım durmuyor, giderek kekeme oluyorum, çok hızlı düşünüyor ama söze dökerken kelimeler kifayetsiz kalıyor. Konuşamıyorum, sayıklamalar içinde ocağımıza incir ağacı dikenleri, umudu elimizde alanları, şıvgalarım kıranları…
Culani’nin başına ödüller konmuştu, hani?
PR lazım, yani public relation yani halkla ilişkiler, buyrunuz, elbette şirket yönetir gibi yönetmelisiniz zaten koca Suriye’yi sahibinin sesi olarak ama arada duyurmalısınız gür sesini mezhepçiliğin, din adına aldatmalısınız, din ile aldatmalısınız.
Culani’nin başına ödüller konmuştu, hani?
Yine mi demokrasi götürmek istediniz yine mi?
Ey, emperyalizmin kara çeteleri, kudretli gorgoları, kara kralları? Kararınız bu mudur?
Yine mi kamaştı dişleriniz?
Hani sizin:
Kırmızı mı dersiniz kıpkırmızı mı bültenlerinizde boy boy aramalarınız olmuştu, iri laflarınız, yalanlarınız ile bezeli, hepimizi aptal yerine koyan sözleriniz, sivri dişlerinizden kan sızarken dudağınızın kenarından bir çocuğun koparırken başını sonra bir Gazzeli çocuğun yıkıntılar arasından kurtarılmış kan sızan alnından gün ışığına çıktığında kucağında toz içinde griye dönmüş titreyen bir kediyi görünce ağlamak gelmişti ve idrak etmiştir belki ötekiler demiştim, Ölenler Gazze’de, bebekler, çocuklar, kadınlar, bizim insanlarımız onlar orada emperyalizmin azgın saldırıları karşısında yapayalnız olurken biz burada, Türkiye’de nasıl rahat edelim derken sonra Suriye düştü.
Ne olacak şimdi Suriye’de?
Demokrasi geldi, rahat mı edelim?
Çocuklar gülecek diye sevinelim mi bundan böyle?
Yoksa ölecek mi anneleri çocukların?
Suriye düştü.
Sınırlarımız, sınırlarınız, sınırları…
Mezarlıkta ıslık çalmada baykuşlar.
Suriye düştü, Su-ri-ye’ye girdi emperyalizmin ve dâhi mahşerin dört atlısı… Getiriyor ölüm, kan, kıtlık, acı, salgın ve savaşı. Çırpınıyor burada bir dost, diyor yağma var, ülkem diyor gitti elden, ağlıyor, ağlıyor, uyuyamıyor geceler boyu, sesini duyuramıyor, eli ermiyor gücü yetmiyor, ülkem benim güzel ülkem, musluk demirlerini bile, su saatlerini bile yağmalamadalar, laik bilimcileri öldürmedeler, köle pazarları mı açılmış yeniden, ah kadınlarım, ah çocuklarım. Liberal ekonomiye geçerken özgür yeni dünya, kaçınca diktatör dedikleri Esed, sanki ondan bin kat fazla yıkım getirmiyorlarmış gibi demokrasi havarileri, işte onlar hesaplar, kitaplar, masa başı düşünmeleri, emperyalist paylaşımlar Ortadoğu’nun şafağı gelmeden kapkara yoksullukla sersemlemiş halklar, cüzzamla yoğrulmuş evlere giren taşeronun taşeronu din bezirgânları, işte dediler liberal ekonomi ile özelleştireceğiz patronlar para istiyor, neden demokrasi götürülür ki zaten Ortadoğu’ya, dert yeşil dolarcıklar olmasa?
Neden demokrasi götürülür ki zaten Ortadoğu’ya?
Söyleyin bakalım, en fazla kim tam puan alacak bu soruya?
Ilımlılık perileri bir yere kadar. Culani’nin karşısında örtmeli kadınlar başını ve hâkimler ve savcılar asla kadın olmamalı en baştan. Dur hele gelir sırası diğerlerinin Taliban’ı da beğenmiştiniz bir vakitler hani yetiştirmiştiniz ya onu. Bunların bin Ladinleri olur, Usameleri, Vahhabileri, yeşil kuşaklıktan kara kuşaklığa yükselişleri olur sıvazladıkça başlarını Coniler…
Bugün peki?
Demokrasi götürerekten, sekerekten tek tek: Afganistan İslam Cumhuriyeti'nin 2021 Taliban saldırısı sırasında fiilen çöküşünün ardından, Taliban ülkeyi İslam Emirliği olarak ilan eder bir kız çocuğunun düşer iki damla gözyaşı çağıldamadan önce. Kadınlar kara burkanın ardında mahkûmken yaşamaya orada burada nerede sahi o anlı şanlı demokrasi götürmeleriniz mesela Suudi Arabistan’a neden olmaz da… Kankalık başkadır hâliyle dolarlar milyar dolarlık balyalarda istiflenirken Gazzeli kedili oğlan çocuğunu düşünecek değilsiniz ya a efendiler, kız çocuklarını, hayatlarını çaldığınız bal gözlü bebeleri, laf mı şimdi benim ettiğim.
Deli gömleği bize düşen mi, sesime ses veren mi?
Yok mu? Susmuş mu?
Sözler, ah! O sözler yok mu? Hiçbir şey söylemeyen ya da insanı can evinden vuran o sözleri duydukça susayım diye diye, dört maymunu oynamada herkes, itler salınmış taşlar bağlanmış, peki, karanlıkmış, peki…
“Allah’ım güvercinin ruhunu vahşi hayvanlara emanet ettiniz!”
Ve sustuk bağrışa bağrışa
“Güvercinler gibi bağrışıyoruz adalet için ama kimse duymuyor bizi…”
Orada mısın?
Çok karanlık…
Bu karanlıkta yalnız yürünmez.
Geldiysen ıslık çal.