Bahar karşılaması

6 milyar insanın yaşadığı gezegenimizde burada bugünü, 29 Nisan 2018’in Pazar gününü yaşıyorum. 2018 Nisan sonu bir daha gelmeyecek, hayatımızda bu an’ı ışık tozları arasında yaşamak bir daha mümkün olmayacak. Dostlarla sarılmalarımız, sohbetlerimiz, suskunluklarımız, uzaktan bir kedinin miyavlaması, kendi kendine yanan unutulmuş bir sigaranın uzayıp giden külü, enginar kızartmasına karışan çatal bıçak sesleri… Dünden kalanlar, yarına usulca akanlar, içimizdeki esinti. 

Yaşlı Dünya’mızda yaşadığımız bir Nisan sonu hepi topu, öyle mi? Değil. 

Zaman-mekânın buluştuğu mavi göğün şemsiye olduğu, içimizdeki büyük saatin durmadan vurduğu, vurduğu… 

Ne kadar büyüleyici. 6 milyar insandan birer insanız, diz dize, omuz omuza yan yana gelmişiz. Ne şans! Ne güzel!

Göğe Bakma Durağı’nda bekleşip, aynı ufuk çizgisine, aynı ışıltılı gözlerle bakıyoruz. Gözlerimizden, tereddütlerimizden, çatık kaşlarımızdan, gülen yüzlerimizden anlıyoruz hallerimizi. Ardımızda ortak bir tarih tüm halleriyle, bizim olan. Bize yazılmış. Yazgımızı sırtlandığımız. Azığımızı cebimize doldurduğumuz. Sırtımızı sıvazlayıp bizi yolculuğumuza hazırlayan kadim bir tarihin şefkatli elleri.  Aynı koca dünyada, aynı coğrafyada, aynı ülkede, her gün birbirine değmeden, fark etmeden, dönüp bakmadan akıp giden insan seli içinde, durmuşuz. Türkiye’de bugün, kederli ve güzel ülkemde düşünsenize ellerimiz buluşmuş. 

Daha değerli, daha büyüleyici, daha insanca ne olabilir? 

Tadını çıkar. An’a odaklanmanın, an’da derinleşmenin. Kıvamlanan tarihin, bugünün, yarının tohumunu avcunda sakınmanın tadını çıkar. Bilimkurgu romanlarının yabancılaştıran bakışlarını yanına alarak, bilge ve yaşlı gezegenimizden genç ömürlerimize, ömrünü bak. Uzaktan ve alabildiğine içinden bak kendine. Muazzam bir yaşama sevinci kuşatmıyor mu hakikaten yüreğini? 

Neden “yaşama sevinci” deyince hep Nazım geliyor aklıma? Anmadan edemiyorum. Yoldaşım Nazım. Ve bilincim aka aka çalışıyor, durmuyor. İlya Ehrenburg bir ışık çakımı uzaklıkta. Paris Düşerken’in, Dipten Gelen Dalga’nın  Mado’su. Bana mı bakıyor sanki?  Direnişçi yüreğinin orta yerinde bugüne devrolan, direnç, tutku…

Dün, Yazılama Yayınları’nın, “Yazılama Söyleşileri”nde  Zeynep Beşpınar’la söyleştik Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde. Dediğim gibi, 2018 Nisan’ının son Cumartesi, an’a yazıldı. Ne güzel oldu.  Akademinin güncelle buluştuğu dönemeçte, sosyolojinin olanakları ışığında yekpâre bir tarihi tartışma fırsatı bulduk. 

Şöyle anlatıyor Zeynep nereden yola çıktığını “Projecilik ya da projeler toplumsal sorunlar karşısında bütünlüklü sosyal politikalar üretmekten uzak olan neoliberal dönemde, hem kamu hem de sivil toplum örgütlerinde önemli bir araç olarak görülmeye devam ediyor.” Bu aracın peşine düşüyor Zeynep. Sorguluyor, didikliyor ve hakikaten projeler yoluyla toplumsal dönüşüm yaşanabilir mi algısını derdest ediyor.  Batman, Urfa ve Diyarbakır’da kentin uzak ve yoksul mahallelerinde onlarca derinlemesine görüşme yapmış. Ciddi bir zaman dilimini bölgede geçiriyor, gözlemliyor, yol alıyor ve bir araştırmacı, bir sosyolog olarak yolculuğunda değişiyor, dönüşüyor ve kadınların yürek yakan hayatlarını taa içinde hissederek, çalışmasını tamamlıyor ve bizlerle buluşturuyor. Ne güzel… 

İşte dün de bu harika çalışmayı konuştuk. Kadınların toplumsal yaşama katılabilmesi, eğitim ve istihdam olanaklarına kavuşabilmesi için hangi engelleri aşmaları gerektiğini anlattı Zeynep. Bu projelerin, kadınların “annelik rolü” üzerinden tanımlanmalarını, ev odaklı yaşama çekilmelerini, kayıt dışı, düzensiz işlerde çalışmaları anlamına gelerek, geleneksel rolleri yeniden ürettiğini araştırma bulgularıyla paylaştı. Orta sınıfların “acıma” ve “vicdani rahatsızlık” çerçevesinden gelişen yardımseverlik kavramını, 70’li yılların refah devletleriyle, bugünün neoliberal devletinin haklara yönelik yaklaşımını anlattı. Devletlerin yoksullukla mücadelede macro politikaları terk ettiği günümüzde, feminizmin, “güçlenme”, “aşağıdan katılım”, “öz yeterlilik”, “özgüven”, kavramlarına eleştirel bir yaklaşım getirdi. Dünya Bankasının adlı adınca “sosyal riski azaltma” dediği projelerin yoksulluğu ve umutsuzluğu pekiştirme anlamı taşıyıp taşımadığını tartıştık. Veriler korkunç, örneğin BM’nin 2012 Nüfus araştırmasına göre her 100 evlilikten 28’inde gelin 18 yaş altında. Bugün muhtemelen durum daha da vahim. Peki bölgede feodal yapının dayattığı ve kadınların hayatlarını ölümüne sakatlayan “amcaoğlu hakkı”. Duymuş muydunuz? 

Bu çalışmayı okuyun. 2018 Nisan’ında, aynı ülkede yaşadığımız kızkardeşlerimizin can acıtan yaşantılarına tanık olun. Buna yönelik yaklaşımları, saptamaları ve çözüm önerilerini yazmış Zeynep Beşpınar. 

Dedim ya, bu an bir daha geri gelmeyecek, şimdi değilse ne zaman? Alacakaranlıktan çıkmanın yollarını hayal edelim. İlmek ilmek bağlayalım yolculuğumuzu birbirimize. İlk bakış olalım, son bakış olalım. Çiçeğe özsu, toprağa tohum… En güzel müzik parçaları ruhumuzu titretirken, en tatlı seslenişleri göğsümüzde saklayalım. Gerçeğe karışmış bütün şiir zamanlarını, şiir insanlarını, roman mekânlarını an’la içiçe geçmiş tüm zamanlara tırnaklarını geçirmiş ortak hafızamıza kırmızı bir karanfil bırakmış tüm insanca üretimlerin bilgeliğinde. 

Ah! Selamlayalım toprağı, güneşi, yaşlı adamı, mutsuz çocuğu sinemize bastıralım “Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır. Ancak bu böyle gitmez.”  diyerek. 

Çünkü insanlığın en güzeli doğacak bizden