Ataerkillik mi kapitalizm mi?

"Kadınım ben", olmasını planlamıştım bu yazının. Kadınlığa bir vurgu ile birlikte aslında kadına yönelik her türden baskılayıcı ve ikincilleştirici saldırıya karşı bir meydan okumayı barındırdığını; bir zırh olarak her tür saldırı okuna karşı boyun eğmemenin bir deklerasyonu niteliği taşıdığını düşündüğümden. Bir de, gülümseyerek anımsadığım, bizim buralarının deyişiyle "Herkes gidişen yerini kaşır" nihayetinde. 

Velhasıl-ı kelam: Kadınım ben. 

Ancak öyle hiç de kolay değil, kadın olmak buralarda. Kolay olmamış. Bir kere kadınlar ve erkekler eşit değil yaşadığımız sistemde. Kadının eşitliğinin ya da eşit olmadığının göstergesine ilişkin pek çok pencereden, pek çok kriterle saptama yapılabilir. Örneğin kadınların toplumdaki statüsü, erkeklerle karşılaştırıldığında etkinliği ve gücü kullanış biçimleri, kadın ve erkek cinsleri için uygun görülen roller, eylemler, toplumsal ilişkiler içinde yüklendikleri pozisyonlar, ekonomik etkinlikleri, ideolojik ve kültürel olarak oluşturulan kimliklerin sınırları, kırmızı çizgileri, olmazsa olmazları, dayatılanları… 

Tüm bunlarla yüklenmiş, tüm bunların ağırlığı altında ezilmiş, yetmemiş tek tanrılı dinlerle ikincillikleri pekiştirilmiş, dolayısıyla sersemleştirilmiş ve ikincil olmayı, eşitsiz olmayı, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış haliyle “fettan Havva” olmayı içkinleştirmiş yaralı bir kadınlık kimliği ile hemhâliz açıkçası. 

Yaralıyız çünkü bugünkü egemen kültürün ve bu kültürü üreten kapitalizmin ataerkilliği, kendi içinde öyle güzel erittiğinin, bulamaç haline getirerek ağzınıza layık bir çorba yaptığının bilincindeyiz. Oysa çorbayı karıştırmak, sihirli iksirlerle, bilinmeyen şifalı otlarla çorba yapmak, şifacı olmak cadıların en asli işlerinden biriydi. 

Evinin kadını, çocuklarının annesi 

Değil mi ya öyle zaman geldi ki, egemen sistem eliyle yaldızlanarak ya da şeytanlaştırılarak üretilmiş "kadın imgeleri" zorla dayatılarak değil, adeta hüsn-ü kabul görerek kimliklerimizin bir parçası oldu. Eyüp Sultan’a gidip tövbe ederek evinin kadını, çocuklarının annesi olma haline kimi zaman aşk kimi zaman başka türlü bir hayat bilememek, kimi zaman da mücadele edecek gücü bulamamaktan ötürü boyun eğmedik mi?  

Bilincimizin en derin katmanlarında yer eden kalıp yargılarla, ev işine teşne çocuk bakımına bayılan, kimliğini evli-mutlu-çocuklu hayallerle oluşturma eğiliminde, erkeği “altın kesesi” görerek bir fazla kırıtan hemcinslerimizin utancını içimizde hissederken “bir bebekten fettan kadın yaratan” toplumsal ilişkileri de görmemeli miyiz? Ama toplumsal ilişkileri nedir belirleyen bayım, üretim ilişkileri değil mi? 

Tüm bunlar toplumsal cinsiyete dair elbette. Peki, buradan devam edelim; toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklıdır ve toplumsal ve kültürel olarak belirlenir. İçeriği de toplumdan topluma olduğu kadar, tarihsel olarak da değişebilir. Yani "cinsiyet konumu" ya da "cins kimliği"dir. Toplumsal cinsiyet yalnızca cinsiyet farklılığını belirlemekle kalmaz aynı zamanda cinsiyetler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de belirler. 

Peki, toplumsal cinsiyet tanımı bizlere ne tür avantajlar sunuyor, elimizi nasıl güçlendiriyor? Cinsiyete dair roller toplumsal olarak belirleniyor ve kuruluyorsa farklı üretim biçimlerinde farklı cinsiyet kimlikleri kurulabilir. Yani kızların pembe ve erkeklerin mavi olması değiştirilebilir bir şeydir; çünkü öğrenilmiştir, toplumsal olarak üretilmiştir… Erkeklerin ağlamaması, akılla özdeşleştirilmesi buna karşılık kadınların sulu göz ve duyusal alanda deviniyor olması da bir toplumsal cinsiyet kimliğidir ve kurulmuştur. 

Yani, nereye varacağız, toplumsal ilişkiler değiştiğinde ya da farklı bir tür toplumsal ilişkiler ağı farklı bir üretim biçiminin kurulması ile yeniden düzenlendiğinde, cinsiyet kimliklerine dair bildiğimiz her şeyin, tüm ezberlerin, tüm kalıp yargıların, tüm eşitsizlik barındıran ve kadınların ezilmesine, ikincilleştirilmesine, istismarına ve giderek öldürülmesine varan eylemliliklerin ortadan kaldırılmaması için bir neden yoktur açıkçası.

Evet, patriarka yani ataerkil sistem pelte kıvamındadır. Ya da tersten söyleyelim kapitalizm her tür geri ideolojiyi alıp kendini eşitlik ve özgürlük savaşından koruyacak zırhlar yapmasıyla ünlüdür. Beceriklidir. Arkaik ilişkileri, düşünüşleri, kalıp yargıları alıp alıp ırçılık yapar, kadın düşmanlığı yapar, özcülük yapar. Kimi kez "yaradandan ötürü" der, kimi kez "erkekler haklı ve güçlü" der, kimi kez de hiç bahaneye bile ihtiyaç duymaz, doğrudan "işsizliğin sebebi kadın istihdamıdır" der geçer. 

Ataerkillikle kapitalizmin evliliğinde bugünlerde yine kapitalizm kazanmış görünüyor. Çünkü kendi gereksinimlerini gizleyerek, kadın mücadelesinde engin denizlerde sönmüş deniz fenerleriyle, yanlış limanlar gösterir. Örneğin 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde "patriarkanın kapitalizmin son bulmasıyla nasıl yerle bir olacağını anlatma günü" olması canını sıkar bazı kız kardeşlerimin. 

Ama ne diyem, Mahmut mu diyem? Ellerini yüzüne kapamış maymun emojisi gelsin lütfen. 

Evet, ataerkil sistem bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesi sonucunu doğuran kurumsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir ve genel olarak kullanıldığında erkek iktidarı anlamına gelir. Doğru. 

Ataerkil sistem dendiğinde yalnızca kadın emeğinin değil, aynı zamanda kadın cinselliğinin, bedeninin ve doğurganlığının denetlendiği bir toplumsal sistem kastedilmektedir. Misliyle katılıyorum. 

Bu sistemde esas olarak korunan erkek çıkarları (bugün sermaye çıkarları) olmakla birlikte, sistem erkeklerin iradelerinden bağımsız nesnel bir gerçek olarak var olmaktadır. Kesinlikle… 

Ve ekliyorum, sermayenin aynı anlama gelmek üzere kapitalizmin çıkarlarına göre kimileyin dinsel dogmalarla kimileyin doğrudan üretim ilişkilerinin belirlediği işgücü ücretlendirmesiyle ataerkil ilişkiler kapitalizmin obur midesinde bir güzel öğütülmüştür. Her türlü eşitsizliğe ağzı sulanarak bakan, bunları pekiştirmek için elinden geleni ardına koymayan kapitalizm;  eşitsizlikler üzerinden ve eşitsizlikleri üretmek üzere işleyen bir sistemdir. 

Peki o zaman, sadece ataerkilliğe açacağımız bir savaşla erkek cinsini düşmanımız olarak mı görelim? İyi de bu erkekleri her türlü kötülüğe batmış hallerinden nasıl kurtaracağız peki? Yoksa hiç mi ilişmeyelim, hiç bu zahmete girmeyelim; öyle ya kutsal kitaplar gibi kesip atalım… Öyle onlar, onlar öyle yaratıldı… Özleri fena, hem de pek fena, mı diyelim? 

Yok, yok öyle yapmayalım; ben seviyorum bağzı erkekleri… Olurlar, değişirler, kızkardeşimiz olmasalar bile yol arkadaşımız olurlar.  

Son söz, günün anlam ve önemi: Kadınım ben, demir leblebiyim. O ayaklarınızı bi denk alın. 

Yapıcılar’dan gelsin o zaman: "Ama İnat Var", sıcak sıcak….