"Arifede miyiz ki? Sıkıcı, uzadıkça uzayan… Yağmur sıcağı mı var yoksa başka bir şey mi?"
Arife
Ayşe Şule Süzük
Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, anlamına geliyor arife. Turgenyev’in de en azından bizim kuşak için ünlü romanının adı: “Arefe”. Romanın adından anlaşılacağı üzere bir bekleyiş veya harekete geçiş öncesi mayalanmaya işaret ediyor. İçinde hem neşe, hem kaygı, hem sevinç, hem şüphe gibi pek çok duyguyu barındırıyor. Ancak ne tür duyguya çalarsa çalsın sözcük, her koşulda bir canlılık ve dirilik vadediyor, eli yüreğinde bir heyecanlı bekleyiş içerirken öne çıkan karakterlerine de pek çok soru sorduruyor. Bir arayışı simgeliyor aynı zamanda…
1853’ün yaz mevsimine yolculuk. Varış Rusya, varış Moskova… Nuray Sancar’ın Evrensel’de* yazdığı gibi Yelena, İnsarov, Bersyenev ve Şubin neredeyse 175 yıl öncesinde arıyorlar, ne aradıklarını bilmeden arıyor, yaşamı anlamlandırmaya yönelik sorular soruyorlar. Şöyle diyor Sancar yazısında:
“Turgenyev bu dört tipi Rus insanının genel karakteristiği üzerine en çok konuşulan bir dönemde tasvir etmiştir. Doğal olarak bu karakterler zamansız değildir, söz konusu Rus insanını tasvir etmeye çalışan Rus aydınlarının envanterinden çıkmıştır. Öte yandan son derece gerçektirler. Hiçbir şey yapmadan büyük fikirlerin peşinde koşan Rus aydınlarının beklediği yarının hemen öncesinde, ortalık böyle tiplerle doludur. Turgenyev’in bir yan karaktere söylettiği gibi ‘Yeterince felsefe yaptık, şimdi uygulamaya geçmeliyiz…’ dendiği ama kimsenin geçmediği sıralardır.”
Ne kadar tanıdık değil mi?
Umudun devşirilemediği zamanlar yeniden kapımızı tüm dehşetiyle çalıyor bugün, yeniden: güm güm güm… Bir arayışta mıyız? Yoksa karanlık bir bekleyişte mi? Yüzüne ışık tutulmuş bir tavşan gibi öylece, şok doktrinlerine teslim olmuş, kalakalmış mıyız? Her cephede savaşıyor olmanın verdiği yorgunlukla havlu atmaya ramak kalmış da sersemlemiş miyiz?
Neler oldu, Moskova Nehri’nin kıyısındaki o sıcak yaz gününden bugüne? Şubin ve Bersyenev’in yüzünü okşayan tatlı ve hafif rüzgâr, ara vermeksizin gelip bizlerin yanaklarına da dokunur mu?
Aramızda kocaman bir kapitalizm var. Şişmiş, şişmiş, şişmiş, karanlık bir ucube… 2025’in kapitalizmi, 2025’in bilimsel ve teknolojik dönüşümleri, 2025’in sermayesi, yayılmacı, şişkin devletlerin çıldırmış patronlarının peşinden yeniden düzenlenmeye çalışılan kapitalist ulus devletleri, iklim krizine inanmayan, çocuklara kıyan, dişleri kamaşan yağmacı gorgoları, göçmen düşmanlığında ve ırkçılıkta sınır tanımayan “ayır, buyur” siyaseti… (not: Ayır, buyur, bir Azeri atasözü imiş.)
Elimizdeki seçenekler ne sevgilim? Evet, şimdi soruyorum, evet bu soruyu şimdi, bu anda sormak istedim? Stoacı olabilirsin örneğin. Neymiş? Acıya, mutsuzluğa, yokluklara, kıyımlara ilgisizce dayanma cesareti. Bir nevi şükürcülük, bir nevi ilgisizlik, bir nevi uyuşma hâli. İçindeki insanı susturursan mümkündür. Zombilik ile yola devam edebilirsin mesela ama ben almayayım, hiç bana göre değil.
“Sen yalnız bir adamın, yaşamayan (bir adamın, kadının?) sadece gözleyen ve duygularıyla içi geçen bir adamın duyarlığını dile getirdin. Gözlemekten ne çıkar? İnsan yaşamalı, damarlarında genç bir kan dolaşmalıdır. Doğanın kapısını ne kadar çalarsan çal, anlaşılır tek bir sözcük işitemezsin, tek bir karşılık alamazsın ondan. Çünkü dilsizdir o. Bir çalgı teli gibi çınlayacak, sızlanacaktır” der Şubin o nehir kıyısından, yirmi yaşından…
“Gerçek aşk, zevk aşkı değil, özveri aşkıdır” der Bersyenev.
Öte yandan “Zaten zamanımız bize ait değildir. –Kime aittir ya? –Bize gereksinimi olan herkese” diyor İnsarov ve ekliyor: “Sorun bir halkın öcü olunca, kişisel öçlerin sözü edilemez.”
Nihayet sevgili Yelena soruyor. “O dingin, bense sonsuz bir kaygı içindeyim. Bir yolu, bir amacı var onun; ya ben, ben nereye gidiyorum?”
Tekrarlıyorum, elimizdeki seçenekler ne sevgilim, bugün, bu yaşantımızda, 2025 kışında? Biz nereye gidiyoruz?
Bireysel mutluluklar, mikroya karışan makro düşler, albenili, alengirli laf salataları, uzayıp giden konuşmalar, tekrarlar, tekrarlar, ikiyüzlülük, kaypaklık, kaygı, neşesizlik, anlık dozda sosyal medya bağımlılığı, %11’lik ücret artışları, zam üstüne çul serer, reel ücretler düştü, emek en yüce değer mi? Nerede değer? Fakirler Allah’a yakındır, gelsin kedi videoları, hep kedi olsun bana yeter, kediler üzerine tez yapmalı, hayatı dayanılır kılıyorsa kediler, işbirlikçi mi bu kedi arkadaşlar acep? Kediler, kedi midirler? Sus pus olmuş insanlarım, koca bir nehir çağıldar içlerinde. Gerçek mi, elbette bir gün, buraya da gelir esintisi.
Arifede miyiz ki? Sıkıcı, uzadıkça uzayan… Yağmur sıcağı mı var yoksa başka bir şey mi?
Şöyle demiş Turgut Uyar: “Tavrım birçok şeyi bulup coşmaktır./ Sonbahar geldi hüzün/ İlkbahar geldi kara hüzün / Ey en akıllı kişisi dünyanın / Bazen yaz ortasında gündüzün / Sevgim acıyor”
Nihayetinde bu dünyadayız. Dünya ile Güneş arasında yaklaşık 150 milyon kilometre varmış. Ne hoş. Yer’imiz, bizim kıymetlimiz.
Kral Salomon* söylüyor: “Ayıp, ayıp, Nicolas… Çok güzel değil mi Nicolas? Aynı durumu paylaşan dört milyar insan varken, üstelik nüfus artışı nedeniyle bu sayı her gün biraz daha yükselirken, yeryüzünde yalnız olduğunu düşünmek çok ayıp. Yeryüzünde yalnız başına olduğunu düşünmek bir propagandadan başka bir şey değil. İnsan böyle düşünmeye başlamışsa sevgi yeteneğini yitirmiş demektir. (…) Yeryüzünde yalnız değilsin, dört milyarsın! Kavrayabiliyor musun bunu? Müthiş bir şey! Bu durum her şeyi değiştirir. Fransızsın, Afrikalısın, Japonsun… Her yerdesin, ahbap, bütün yeryüzündesin! Bunu düşün, sonra beni gene ara.”
Yine tekrarlıyorum, barbarlık düzenine karşı, elimizdeki seçenekler ne sevgilim?
Mösyö Salomon’dan bugüne bir dört milyar daha artan dünya nüfusu ile derlenip toplanıp kedilerimizi de alarak bir yolculuğa mı çıksak? Eski zaman gezginleri gibi arasak, kapılardan geçsek, eşikleri atlasak, “Peki, şimdi ne yapacağız?” diye diye. “Bize ne olacak?” diye diye.
Sen en iyisi mi beni ara. Bi konuşalım.
Nuray Sancar, Emekçinin Kitaplığı, https://www.evrensel.net/haber/478360/yarini-beklerken-arefe
Emile, Ajar (2024) Kral Salomon’un Bunalımı, İstanbul: Sel Yayıncılık.
Turgenyev (1991) Arefe, İstanbul: İletişim Yayınları.